- 1009 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
LAİKLİĞE KARŞI LAİKÇİLİK
Düşünceye ilişkin temeller fazla ayrıntılıdır. Bu makalede, laik düşünüş ve dinle ilgisi incelenecektir.
Laik ve din düşüncesinin temelinde, aklın hangi esası dayandığı esastır.
Laik düşünce, aklın vahiyle ilişkisinin sıfırlandığı noktadır. Batıda laik düşünüş ilk olarak, hayatı dinsel öğelerin dışında, akla ve bilime göre kavrayış olarak algılanmıştır.
Laik kelimesi Yunanca laos ismi ve laikos sıfatından gelir, Latincesi laicus’tur. Laos: halk, kalabalık, kitle demektir ve zıddı kleros’tur. Laikos: halka ait, ruhban olmayan demektir. Laicus: dinsel olmayan, demektir ve Osmanlıcada bu terim ladini “dini olmayan” “dini yok” anlamlarında kullanılmıştır.
Ancak, Fransız devriminden sonra üretilen liberal düşünce, maddi hayatta çıkarı, düşünce hayatında insan egemenliğini sağladıktan sonra, insanların dine ihtiyaç duyduğunu belirledi. Din ihtiyaçtır ama hangi din sorgusu önem kazandı. Eskiden olduğu gibi aklını dine teslim etmeyi düşünmeyen insan, aklı egemenlik altına alan değil, aksine aklın egemenliğine giren din olgusunu üretti. Böylece, insana egemen olan din anlayışı yerini, akla hükümranlık veren dine bıraktı.
Laik düşünüşün dine, dinlere karşı özgürlüğünü ilanından sonra meydana gelen bu sapma, ortaya yeni bir laiklik anlayışı getirmiş oldu. İlk çıkış anında tamamen kendini dinden soyutlayan laik düşünüş, bu gelişmeyle dine soğuk bakmayarak, kendine göre din tanımları ve ilkeleri üretti.
“İnsanların dünyasını yönetmeye talip olmayan din, laikliğin sınırları içindedir” kuralını benimsedi. Böylece laik düşünüş; dini düşünme metodunun içine alarak, dinin biçimlendirdiği akıl yerine, aklın biçimlendirdiği dini üreterek kendini garantiye aldı.
Ateist ve uzantısı sol laiklik anlayışta ise, din insanları gerileten, uyutan, “adeta bir morfin” olarak tanımlandırılarak, insanları dinden kurtarmanın insanlık borcu olduğu düşüncesini öne çıkarıldı.
Batıda Hıristiyan kökenli siyasetçiler, “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” sloganıyla yola çıkarak, Tanrı’nın gücünü, kurallarını gökyüzüne gönderip, yeryüzünü kendilerinin yöneteceklerini vurguladılar. Bu yönde geliştirdikleri, demokrasi ve demokratik düzen metotları 19 yy.dan itibaren çağımızı egemen oldu. Yaklaşık 200 yıldır dünyayı yöneten bu anlayış, dünyanın dört bucağında varlığını hissettiriyor.
Öyle ki, batıdaki birçok krallık, cumhuriyetlerini ilan etmeden, laik, demokratik veya demokrasi söylemlerini uygulayarak varlıklarını sürdürdüler. Birçok krallık, cumhuriyetle yönetilen bazı devletlerden, daha demokratik, daha demokrasiden yana oldular.
Kur’an, İncil ve Tevrat gibi Tanrı’nın sözleri kabul edilen kitaplara baktığımızda, konu laik düşünüşün tersinedir.
Tanrı, gönderdiği ilahi mesajlarda, insanın kendisini gönderilen vahye teslim ederek, bilgilenmesini, aklını, hayatını, gönderilen vahye göre yaşamasını ister.
Vahyin bilgisine sahip olan insan, vahye bağlı akli üretimleriyle, dünyasını kuracaktır.
Böylece, laik düşünüşün temeli olan, aklı vahiyden uzak tutma anlayışı, Tanrı’nın vahye aklını teslim et önerisiyle çelişirken,
Dini gerçeği ret edemeyen laik düşüncenin, aklın yönettiği dini kabul ettiğinden söz etmiştik. Ancak Tanrı katında din, aklın yönettiği din değil, Tanrı’nın yönettiği dindir. Tanrı’ya inanarak dinine giren insan, Tanrı’dan gelen ilke ve kurallara göre, aklını, hayatını yönetecektir.
Sonuçta Laik düşünüş ister dini ret etsin, ister kabul ederek kendine göre din üretsin, her ikisi de, Tanrı’dan gelen vahiylere aykırıdır.
İşte tam bu noktada, dininden vazgeçmeyen, vazgeçemeyen insanın, laik düşünce ile ilişkileri nasıl kurulacak sorusu önem kazanmaktadır.
Felsefeciler, Sosyologlar, siyasetçiler ve yasa koyucuları, dininden vazgeçmeyen, vazgeçemeyen insanların, laik düşünüş içinde nasıl var olabilecekleri konusunda, laik felsefe yerine, laik düzen kavramını ürettiler.
Laik düzen, devlet yapısının, din kuralları dışında oluşturulması, yönetim anlayışında din kurallarının olmamasıdır.
Böylece, devletin vatandaşı olarak insanlar, laik olmayıp, dinine bağlı olabilir. Ancak devlet laik olacak ve dine inananlara dinlerini yaşama hakkı verecektir.
Dinsel ilke, bilgi ve kurallara aykırı oluşan laik düşünüşün, devlet egemenliğine ulaştırılarak halkının felsefi anlamda serbest bırakıldığı bu yeni düzen çağımızda uygulanıyor.
Toplumsal yapısı, koyu din muhafazakârlığını yaşayan toplumlarda, laik düşünüş, devlet zoruyla, baskı altında uygulanarak, hayatta tutulmaya çalışılırken,
Muhafazakâr eğilimleri az olan toplumlarda, baskıya gerek kalmadan, laik düşünüş devletleşerek, toplumun rengini belirlemiştir.
Ülkemiz, Osmanlı’dan itibaren batılılaşma sürecini yaşamaktadır. Batılılaşma süreci henüz bitmiş değildir. Sanıyorum, toplumumuzun, yasalarının tamamıyla batıya uyumu sağlandığı gibi, yaşam biçimi ve dininin de batıyla eşleşmesi batılılaşma sürecini tamamlatacaktır.
Osmanlı’nın 1.dünya savaşından sonra yıkılması ve yerine Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla, laik düzen anlayışı ülkemize gelmiştir.
Ancak ülkemizin derin Müslümanlık kökeni dikkate alınarak, laiklik batıdaki gibi ülkemizde uygulanmamıştır.
20.01.1921 tarihinde kabul edilen “Teşkilâtı esasiye kanunu”. 29.10.1923 tarihinde cumhuriyetin ilanından sonra değiştirilerek, 20.04.1924 yılında Türkiye Cumhuriyetinin ilk anayasası kabul edilerek, devletin temeli oluşturulmuştur.
03.03.1924 tarihinde Diyanet işleri Reisliği kuruldu. 1924 anayasasından önce diyanet işleri reisliği kurularak devletin rengi belirlenmişti. Diyanet reisliği, bugün Diyanet işleri başkanlığı, Anadolu insanın genelinin mezhebi olan Hanefi mezhebini ağırlık alarak faaliyetlerini sürdürdü. Şafi mezhebi de diyanet içinde yerini buldu. Kısaca diyanet işleri Osmanlı’da olduğu gibi, Osmanlı’nın siyaseten hak saydığı Sünni mezhepler doğrultusunda hareket etti.
Peki, 10.Nisan.1928 yılında laiklik kabul edilerek, “devletin dini İslam’dır” sözcüğü anayasadan kaldırıldığında ki, “24 anayasasında devletin dini İslam’dır yazılıydı” diyanet işleri kapatıldı mı? Elbette hayır. Diyanet işleri başkanlığı, hatta sonradan kurulan İmam Hatip okulları, İlahiyat fakülteleri devletin bütçesinden ayrılan paralarla kurularak faaliyetini sergiledi.
Böylece ülkemizin laikliği uygulayış biçiminde, ülkenin vatandaşlarında var olan, Hıristiyanlık, Musevilik, kendilerini Sünnilerden ayıran Alevilik ve diğer dini gruplar devletin resmi organları içinde yokken, devletin resmi organı diyanet işleri başkanlığı, Hanefi mezhebi kurallarıyla, topluma egemenliğini sürdürüyordu.
Ülkenin bu görüntüsünde, laikliğin Hanefi versiyonunun mu uygulandığı sorgusu ortaya çıkmaktadır.
Elbette laikliğin dinsel formasyonu hele mezhep formasyonunun olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak uygulamalarda görülen gerçek, Osmanlı’nın temel mezhebi olan Hanefilikten Türkiye Cumhuriyetinin vazgeçmediğidir.
Türkiye Cumhuriyetine egemen olan değişik siyasal gruplar, laikliğin tanımı, vurgusu ve açılımında farklı görüntüler çizmişlerdir. Bunları siyasal görüşlerden söz etmeden şöyle özetleyebiliriz.
- Dini ve dindarları kontrol amaçlı laiklik
- Batıya doğru açılmayı iteleyen, dinsel muhafazakârlığı öteleyen laiklik
- Siyasetin hırslarına, devleti dinle yönetmeden, her türlü dinsel tabirleri istismar ederek siyasi egemenlik kurulmasına izin veren laiklik.
- Devletin yönetimini ele geçirmek için, inanılmasa da, inanılıyor görülen laiklik.
- Dinin, özellikle İslam’ın bütün ilke ve kurallarının laiklikle bağdaştığını iddia eden laiklik.
- Dinin istismarının mukabilinde, istismar edilen laiklik
Şurası muhakkak ki, günümüzde, artık neredeyse laik olmayan yoktur. Zira günümüzde laiklik, koşullandırılmış bir şekilde insanlara eğitimle, baskıyla kabul ettirilmiştir.
Devletin yönetimiyle işi olan veya devlette çalışacak olan herhangi bir insanın, laik olması bilinçaltı şartlandırılmıştır. Zaten laikliği benimsemeyen, ne devletin yönetimine talip olabilir. Ne de devlet kadrolarında çalıştırılır. O nedenle insanların laik olmasa da laikmiş gibi görünme içgüdüleri, kendilerini, hayatlarını korumak olarak karşımıza çıkar.
İşin gerçeği ülkemizde, hiç kimsenin dürüstçe ortaya çıkıp ben laik değilim deme hakkı yoktur. Bu konuda yazılı bir yasa olmamasına, hatta yazılı yasalar insanlara bu hakkı vermesine karşın, toplumsal baskı laik olmayan insanların, “laik değilim” deme haklarını elinden almıştır.
Tabi bunun uzantısı olarak, “laik düzen, devlet” istemiyorum deme hakları da yoktur.
Toplumsal baskıların bu yönde gelişmesi, hemen herkesin laik olma koşulunu ileri sürmesi, laik olmayan insanın düzende yerinin olamayacağı vurgusu, insanları inanmasa da laikmiş gibi görünmeye itmiştir.
Laikleştirme, laikçiliği doğurarak, herkes birbirine laikliği dayatır hale getirmiştir.
Liberal kapitalist düşünce,
Ateist sol düşünce
Faşist milliyetçi düşünce
Muhafazakâr İslamcı düşünce
Mistik alevi düşünce
Laik olma yolunda birbiriyle yarışmaktadırlar. Laikçilik ve temel vurgusu Atatürkçülük baskısı, insanları bu yarışa sokmuştur.
Topluma, Atatürkçü ve laik olmak koşullandırmasının yapılmadığı, insanlara bu yönde gerçek bir özgürlük verildiğinde, ortaya nasıl bir tablo çıkacağı belli değildir.
Ancak bugün, asker, yargı, siyaset, eğitim ve medya, insanları Atatürkçü ve Laik olmak koşullandırmasında ısrarcı görünmektedir.
Yakın ihtimalde, ülke insanlarının her türlü koşullandırmalardan uzak düşünceler edineceği ihtimali görülmemektedir.
Osmanlı döneminde uzun yıllar, sarayın çıkar yönlendirmesiyle din adına savaşan ordu, din adına savaşmayı terk etmiştir.
90 yıla yakın Türkiye Cumhuriyeti döneminin, eğitim koşullandırmaları, din okullarından çıkanların bile laik olarak yetiştirilmesi konusunda, ısrarcı ve baskıcı tutumunu sürdürerek, yeni bir nesil üretmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde, ateistler inançları gereği, Bektaşi ve Alevi grupları mezhepleri ve Osmanlı’dan kurtuluşları gereği, Atatürkçülüğe ve laikliğe sahip çıktılar. Aslında bu grupların laikliğe ve Atatürkçülüğe gerçekten inanarak sahip çıktıkları tartışılır. Onların sahip çıkışı, bir bakıma, toplumun geleneksel yapısına aykırılıklarının uzantısı olarak, Atatürkçülüğü ve laikliği sığınak olarak kabul etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyetinin temel felsefesine baktığımızda, Cumhuriyeti kuran irade ateizme karşıdır. Aynı zamanda, dinsel kuralları insanlar üzerine egemen kılan, tarikat oluşumlarına da karşıdır. Alevi tarikatları ise gerçeğinde, Sünni tarikatlardan daha katı ve şekilci kurallara sahiptir. Genellikle gizlilikle yürütülen tarikat anlayışlarında, belirginleştirilemeyen, ortaya dökülmeyen insan üzerindeki dinsel baskı unsurları gizlenmektedir.
Uzun dönem tek parti döneminde, başka hiçbir düşünceye, oluşuma izin verilmeden toplum yönetilerek, akıl etmenin, düşünmenin, yeni fikirler üretmenin önüne geçilmiştir.
Toplumun geleneksel Müslümanları, laikliğin ne olduğunu tam bilmese de, tartışmayarak hayatlarını düzene teslim etmişlerdir.
Ancak bir dönem, Müslümanlar muhafazakârlıktan uzaklaşarak dinlerini öğrenmeye başladıklarında, laikliği karşılarına aldılar.
Müslümanların dinlerini örenmeleri, bireysel olarak hayatlarında var kılmaları devlet için sorun olmamıştır. Ama aynı insanlar ülkenin siyasetinde biz de varız dediklerinde, laikliğe sahip çıkan, ateistler, solcular, liberaller, aleviler harekete geçerek, laikçilik kavramını geliştirdiler.
Aslında onların korkusu, laikliğin ortadan kalkışı değildi. Laikçilik yaparak, ülkenin yönetim kadrolarında elde ettikleri varlıklarını muhafazakâr Müslümanlara kaptırmaktı. Değilse, onlarda, Türkiye Cumhuriyetinin yapısında, Diyanet İşleri Başkanlığı yasası varken, ülkenin laikliğinden söz edilemezdi. Bu tür söylemleri bazen gizli, bazen açıkça dillendiriyorlardı. Özellikle Aleviler, ateistler gibi düşünmeyerek, Diyanet İşleri Başkanlığından pay alarak, bu parsada olmak istiyorlardı. Ancak, ülkenin yönetim kadrolarına muhafazakâr Müslümanlar egemen olursa, düşündükleri olmayabilirdi. Bu nedenle laikçilik vurgusunu abartarak, artırarak gündemde tutmaya, bu yolla muhafazakârlara karşı, kendisi gibi düşünenleri uyarmaya çalışıyorlardı.
Gerçeğinde Laikçilik, herhangi bir dinsel gelişmeye karşı savunma içgüdüsüdür. Bu içgüdüyle, asker, yargı, bürokrasi, yasalar güçlendirilerek, laiklik anlayışı, laikçilik anlayışıyla, insanlara egemen kılınıyor.
Siyasette bizde varız diyen Müslümanların karışsına dikilen bu yapılanma, adeta, Müslümanlara, Müslümanlığa karşı devleti koruma olarak değerlendirilmiştir.
70’li yıllardan itibaren ülkenin siyasetinde var olma yarışı, Müslümanların laikliğe bakışlarında süreç yaşamalarına neden oldu. Süreci şöyle sıralandırılabiliriz.
- Laikliğe karşı çıkan, Müslümanlığıyla bağdaştıramayan
- Laikliği dinsel özgürlük olarak algılayan, böylece laikliğe dayanarak dinsel özgürlük isteyen
- Siyasette güçlenerek, gerçek laikliği ülkeye kendilerinin getireceğini iddia eden
- Daha da ileriye giderek, LAİKÇİLERE karşı LAİKÇİLİK fikrini geliştiren
Günümüzde Müslümanların siyasetle uğraşan büyük bir bölümü, LAİKÇİLİĞE karşı LAİKÇİLİK ilkesini vurgulamaktadırlar.
Bükemediğin bileği öp hesabı, laikliği ret edemiyorsak, hayatımızdan silemiyorsak, en iyi laik biz oluruz mantığıyla, laikliğe yeni bir tanım getirmişlerdir.
Böyle bir laiklik anlayışında, ateistlerin, ulusalcı Kemalistlerin, Ulusalcı Milliyetçilerin, laikçilik yapan din düşmanlarının, laiklik anlayışı, laiklik değildir.
“Gerçek laiklik, insanların din ve fikir özgürlüklerini gerçekleştirmektir. Hâlbuki yıllarca ülkemizde laiklik, dinsizlik gibi algılanarak, algılatılarak hayata sokulmuştur. Türkiye Cumhuriyetine laikliği getiren Mustafa Kemal Atatürk dinsiz değildir. Müslüman’dır. Hatta Müslümanlığı nedeniyle Diyaneti işleri reisliğini kurmuş. Kur’anın insanlar tarafından okunması, öğretilmesi için, din âlimlerinden Ahmet Hamdi Akseki’ye, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an tefsiri yazmalarını istemiştir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde din düşmanlığını yapan Mustafa Kemal değil, İsmet İnönü’dür.”
Özleriyle kendilerini donatan ve yola çıkan muhafazakâr Müslümanlar, LAİKLİK DİNSİZLİK DEĞİLDİR tezini ileri sürerek, Türkiye Cumhuriyetinin gerçeğine ulaştıklarını iddia etmektedirler.
Türkiye Cumhuriyetinin gerçeği, batı tipi laik olmayışıdır. Batıda laiklik devleti dine göre yönetmemek, alt planda ise, insanların dinsel yaşamlarını hayatlarında var kılmaktır. O nedenle, insanlar kilise de evlenir. Papazlar, Rahipler toplumun en saygı insanları olarak takdim edilir. Devlet kilise vergisi toplar. Topladığı parayı kiliseye devreder.
Ülkemizde durum farklıdır. Devlet din hükümlerine göre yönetilmez. Ancak devlet din okullarında din öğretir. Dini kendi anlayış ve kavrayışına göre şekillendirir. Diyanet işleri kurumuyla, Hanefi mezhebinin toplumsal uygulamasını yaptırır. Devlet politikalarının propagandası için diyanet işleri başkanlığı aracılığıyla, bütün imamlara standart hutbeler okutur.
Muhafazakâr Müslümanların ulaştığı laikçilik anlayışında, Diyanet İşleri bünyesine, diğer dinleri, mezhepleri alarak, ülkedeki bütün dinlerin, mezheplerin devletin resmi kurumu içine alınarak, tam bir din devleti haline getirmek anlayışı karşımıza çıkar.
Devletin dini olmayacaktır. Ama devletin resmi organı dinsel görevleri, hizmetleri yerine getirecektir. Devlet bütçesinden bütün dinlere hizmet vererek, işlevini yerine getirecektir.
Böylece, bir dönem laikliğe karşı çıkan Müslüman grupların ulaştığı bu sonuç, ülkenin siyasetine, maddi yapısına egemen olmasıyla renk değiştirerek, sahiplenerek, laikliği kendine göre yorumlamıştır.
Geçmişin klasik laikçilerine yeni laikçiler eklenerek, kavga, din adına laikliğe karşı çıkmak yerine, laikçilik adına, diğer laikçilik anlayışlarına karşı çıkmak esprisi kazanılmıştır.
Bütün bu gelişmeler karşısında, özellikle Müslümanların temel kitabı Kur’an-ın söylemi ne olmuştur?
Günümüzde, Atatürkçülüğün, laikliğin Kur’an-a uygunluğunu ispata hazırlanan, hatta ispatladığını ifade edenler vardır.
Tabi böyle bir konumda, ayetlerin anlamları mı tersyüz edildi, yoksa laiklik ilkesi mi tersyüz edildi tartışılır.
Öyle geliyor ki, hem ayetler, hem de laiklik ilkesi ters yüz edilmektedir.
Allah’ın kendi kurallarına göre yönetilen bir toplumun ancak adalet içinde olacağı vurgusunun, Tanrının kurallarıyla devlet yönetilemez hükmündeki laiklik ilkesinin nasıl bağdaştırıldığı merak konusudur.
Allah ayetlerini göndererek, ayetlere göre, akıl etmeyi, düşünmeyi, fikir üretmeyi, hayata bakmayı, hayatın kurallarını oluşturmayı dinin temeli olarak belirlerken,
Felsefi olarak dinsel bilgilere göre düşünmemeyi, düzen olarak, dinsel bilgi ve kurallara göre devleti yönetmemeyi esas alan laiklik ilkesinin,
Birbirine uyumlu, bağdaşır hale getirilmesinin, olası ihtimali, her ikisinin temel kurallarından vazgeçmek olacağı aşikârdır.
Görülen o ki, Laikliğe ve laikçilere karşı savunmasız kalan, iç dürtüsünde yenilmiş olanların, bu yarışma da, ancak yeni bir laikçilik anlayışı ile üstün çıkacaklarına inanmaları,
Ayetlerin ve laiklik ilkesinin istismar edilerek, rotasından çıkarılarak buluşturma çabaları,
Hem Müslüman inancının, hem de laik inancın prensiplerinde nasıl değerlendirileceği merak konusudur.
Kur’an-a inananlar biliyorlar ki, ortalama70 yıllık dünya hayatından sonra, ahrete vardıklarında, Allah’ın onlara,
- Ey kulum senin dünyada uyman için gönderdiğim ayetlere karşı ne yaptın? Ayetlerime göre düşündün, aklını kullandın, hayatını yaşadın mı, yaşamadın mı?
Sorgusuna Laikçilere karşı laikçilik yapan Müslümanların ne cevap vereceği merak konusudur.
Diğer taraftan,
- Ben laik olarak, dinsel bilgi ve öğelere göre düşünmem, oluşturacağım düzeni din kurallarına göre oluşturmam diyen laiklerin,
İlkesel olarak, bir taraftan dine inandıklarını söylemeleri, dünyevi yaşamlarına din kurallarını katmaları, hatta diyanet işleri gibi din kurumu oluşturan düzenin laiklikle ilgisini nasıl kurdukları merak konusudur.
Öyle geliyor ki, bütün bu problemler, her iki düşüncenin, laiklik ve din düşüncesinin, toplumsal baskılarının, kim ne derse desin, insanları baskı altına almasından kaynaklanmaktadır.
İnsanların gerçek inançları, sanıyorum insanların laikliğe ve dine karşı özgürlüklerinin sağlanmasıyla ortaya çıkabilecektir.
Ortada baskılar bulundukça, birbiriyle çelişen, zıtlaşan bütün düşünceler, ilkelerinden koparak hayat bulacaklardır.
Dolayısıyla Müslümanların laik olma zorunluluğu ile laiklerin dindar olma zorunluluğu sanki eş değerdir.
Böyle bir durumda,
- Ya her ikisi, laikliği veya dinin ilkeleri bilmemektedir.
- Ya bu yöndeki bilgileri yanlış veya eksiktir.
- Ya da her biri diğerini istismar etmektedir.
İlk iki sonuç cehalet, üçüncüsü suç olsa gerekir.
Zira yasalar, laikliğin de, dinin de istismarını yasaklamıştır.
Sanıyorum her iki yönde yasalar çalıştırılmamaktadır.
Bu nedenle, insanlar hem dinsel baskıyı, hem de laikçilik baskısını yasalara aykırı yapabilmekte, sıkıştıkları yerde de istismarlarını gerçekleştirmektedirler.
YORUMLAR
Birazda şöyle soralım pratikdeki karşılığına göre
Türkiye laiklikle işliyor diyebilirmiyiz ? dinle işliyor diyebilirmiyiz ? " hem din hemde laiklikle ikisi yanyana uyum içinde işliyor diyebilirmiyiz ? hayır diyemeyiz hiçbirini bunlardan birini dersek insanlığa ihanet etmiş oluruz. çünkü türkiye kapitalizmle işleyen kapitalist sistemle yani serbest piyasa ekonomisiyle işleyen tam bağımlı amerikan sömürgesi bir ülkedir. kapitalist cumhiriyettir.
türkiyedeki egemen olanlarda hükmedenlerde zengin oligarşidir. gerek dini sermaye olsun, gerek milliyetçi (ırkçı) sermaye olsun, gerek askeri sermaye oolsun, gerek toprak sahibi tefeci tüccar mafya sermayesi olsun bunların hepsi ortak hareket eden oligarşidir.
dincilik laiklik yönetim sorunu yotur. elinde sermayesi olanlar bu kisfeler altında halka yakın gözükerek yöneterek sömürülerini büyütmek için rekabet kavgası verirler "kendi içlerinde. örnek müsüadla-tusuad gibi. göründüğü gibi ortada laik anti laik kavgası yok bunlar kiisve. aslı oligarşik sermayenin sömürgelik yönetim rekabeti kavgası bu.
toplumbilimine göre bakmalıyız bütünü görmek için. artık çağımızda bilim ilerledi toplumlar tarihini, dinler tarini , sınıflar tarihini gruplar tarihini birey tarihini ekonomik sosyal kültürel pisikolojik biyolojik dallarda felsefenin diyalektik yöntem ve uslam laboratuarında fiiziğin yasalarına göre iinceleyip tahlil edebiliyoruz. teşhisin doğrusu ancak bu yoldan bilimsel olarak gerçeğe doğruya faydalıya zararsıza çıkıyor.
buyuzden halkımızı laikliğe dine bakmaya değil büyük resme bakıtmalıyız yani çağımızda dünyaya egemen olan bağımsız ülkeleri işgal eden milliyetleri bölen islamcıları bölen hiristiyanları bölen ulusları ülkeri halkları bölüp birbirine düşman edip birbiriyle savaştırarak busavaşdan karlar eden dünya gerçeği insanlığın düşmanı tabiatın düşmanı emperyalizme bakıtmalıyız halkımızı.
laik ve anti laiklerin aynı olmayan ırkların inançların dini inançların kültürlerin değişik farkklı yaşam biçimlerinin yanyana uyum içinde huzur sükunetle yaşamaları sosyal sosyalist ilke yasalarla sağlanabiliyor. bunun örnekleri dünyada var. önemli olan ciddiyetle insanlığın tabiatın gezegenin düşmanı emperyalizmin varolabilme kaynağını kurutmaktır.
levent sarıtaş tarafından 8/24/2012 6:04:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
MEHMET ÇOBAN
Ancak;
laik ve anti laiklerin aynı olmayan ırkların inançların dini inançların kültürlerin değişik farkklı yaşam biçimlerinin yanyana uyum içinde huzur sükunetle yaşamaları sosyal sosyalist ilke yasalarla sağlanabiliyor. bunun örnekleri dünyada var. önemli olan ciddiyetle insanlığın tabiatın gezegenin düşmanı emperyalizmin varolabilme kaynağını kurutmaktır
Paragrafına katılmam mümkün değil. Üstelik, ülkemizde gelişen, bizzat devlet tarafından kemalist sol burjuvadan söz etmememiz ilginç.
Dünyada hiç bir sosyalist düzende, bütün kesmler kardeşçe, haklarını alarak yaşayabiliyor iddiası, yere basmıyor. Böyle bir ülkeyi tanımak şerefine ulaşmak isterim.
2.dünya savaşından sonra oluşturuna sol (komünist) blokun dağıldıktan sonra durumunu gördük. Çin soldan kaçabilmek için ne badireler atlattı.
68 kuşağı olarak solun, dine nasıl baktığını çok iyi bilen biriyim. Eğer on arkadaş üzerinden değerlendirmeye kalkarsam bunun en az dördü solcuydu. Onlarla sürekli tartışmalarımız olurdu.
Hayatımda sol kadar, karşı düşüncelere izin vermeyen, kendini dayatan bir düşünce görmedim.
Dine afyondur diyerek yola çokan solun, bünyesinde dine inananlara haklar vererek yaşatacağız demesi kadar gülünç ne olabilir ki?
Sanıyorum eskiye ait bilgileriniz eksik. Size geçmişi özellikle solun geçmişini öğrenmeniz için, hayat tecrübeleri fazla olan 68 kuşağından bir solcuyla konuşmanızı öneririm.
Sizi tanımak güzeldi. Tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.