Ana dilde ibadet konusu ve Kur'an ın cevabı.
Ana dilde ibadet edebilme konusu, ne yazık ki diğer birçok konular da olduğu gibi tartışmalı ve karşılıklı atışmalarla geçmektedir. Bir kısım düşünce ana dilde ibadetin olamayacağını söylerken, bir kısmı ise Allah ı anlayarak ve bilerek ibadet etmemizi zaten Kur’an istiyor, düşüncesiyle olabileceğini savunmaktadır. Biz iki düşüncenin de fikirlerine, delillerine bakalım ki, daha sonrada Kur’an ın süzgecinden geçirip, kendimizce düşünüp doğrunun kararını verebilelim.
Önce ana dilde ibadet edebileceğimizi savunan düşüncenin delil ve fikirlerine bakalım.
(Namazda Kur’an tercümesinin okunup okunmayacağı tartışmasında " OKUNUR " diyenlerin dayandıkları Sünnet kaynaklı belge, Büyük sahabe Salman FARISI nin yaptığı FATIHA tercümesidir.
Daha sonraki fıkhı tespitlere dayanak noktası yapılan bu belgenin, Imam -i Azam Ebu Hanife tarafından fetva mesnedi olarak kullanıldığı, Hanefi fıkhının temel kaynaklarından biri olan SERAHSI nin el-Mebsut adli eserinden öğreniyoruz.
Belge şudur: İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber in seçkin arkadaşlarından biri olan İran asilli Selman Farisi Namaz sırasında Fatiha suresinin özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine Fatiha nin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırkdaşlarına, bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha yi Farsça ya çevirerek kendisine bas vuran kişilere göndermiştir ( Bk. Serahsi; Mebsut,1/36–37 )
Üzerinde olduğumuz konunun Sünnet açısından durumunu daha da önemli kılan başka bir belge vardır:
Salman Farisi arkadaşlarının Kendisine başvurması üzerine, Fatiha yi Farsça ya çevirip onlara vermeyi düşündüğünü Peygambere arz etmiş ve ondan onay aldıktan sonra işe girişmiştir. ( Bk. Tacu’s-seria; Nihayetu Hasiyeti’l-Hidaye, Kiraat bölümü; Abhülhayy el-leknevi, Hidaye serhi, Dehli,1915 baskisi, sy,86.not:1;MUHAMMED Hamidullah; Kuran-i kerim tarihi, sy;108 )
Ehlisünnet İnancının temel kabullerine göre, sahabelerin tümü MUKTEDA BIH ( Kendisine uymak dinen caiz olan müctehid ) Durumunda olduklarından, her birinin fetvasıyla ibadet geçerlidir.
Buna göre Selman in uygulaması başka hiç bir kanıt aramaksızın, Fatiha nin çevirisi ile ibadet edilmesini sağlamaya yetecektir. Nitekim Hanefi fıkıhçılar Fatiha nin çevirisi ile Namazın geçerliliğine HÜKMEDERKEN sürekli bicimde Selman in uygulamasına atıf yapmışlardır.
SAFII FAKIHI MUHAMMED B. Abdurrahman ed-DIMASKI nin eseriden Konuyu ustalıkla özetleyen bir kaç satiri vermek istiyorum:
IMAM-I AZAM EBU HANIFE söyle demiştir:
Namaz kılan kişi isterse Arapça özgün metni okur, isterse Farsça çevirisini.
Ebu Hanife nin Baş öğrencilerinden olan İmam Ebu Yusuf ve İmam MUHAMMED söyle demişlerdir:
Eğer fatiha yi Arapça metninden güzel okuyabiliyorsa Başka bir şeyi veya fatiha nin çevirisini okuması yeterli olmaz. Ama eğer Arapça metni güzel okuyamıyorsa, Fatiha nin kendi dilinden çevirisini okur. Bu da onun için yeterli olur. (Dimaski, MUHAMMED b. Abdurrahman; Rahmetu’l-Umme fi Ihtilafi’l-Eimme, Kiraatu’s-Salat Bahsi )
Hanefi Fıkhının babası ve birinci derecede söz sahibi olan Imam-i Azam ın Kuran tercümesi ile ibadet meselesindeki Görüşleri ACIK ve KESINDIR :
Arap dilini bilen ve Kuran ı güzel bir telaffuz ile okuyabilenler de dâhil, namazda Fatiha yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir.
Büyük imam ın Bu fetvası herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve genel bir FIKHI görüştür. BIR GENEL FETVADIR.
İmamı Azam ın bu fetvasına göre, bir Müslüman örneğin Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kuran ın çevirisi ile namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden bir Mazeret istenmez.
İmamı Azam Görüsünün Hanefi FUKAHASINCA ayrıntılanan gerekçesi söyle özetlenir.
Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas Kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır. Hiç kuskusuz O,öncekilerin Zübürlerinde de vardı ( Şuara suresi,42 ) Buyrulması da bu gerçeği gösterir.
O halde esasi itibari ile mana olan KURAN ı Arapça lafız yerine, başka lafızlardaki çevirisinden Okumak mümkündür.
“Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir.
Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu.
Şimdide ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin, bu fikre karşı ne söylediklerine görelim.
İmam-ı Azam’ a, İran’ da yaşayan ve kitle halinde Müslümanlığı seçen bir topluluktan şöyle bir talep gelir.
Biz Müslüman olduk ancak Arapça bilmiyoruz. Kendi dilimizde ibadet edebilir miyiz?
Büyük İmam şu fetvayı verir:
Orijinal metinlerini ezberleyene kadar kendi dilinizde ibadet edebilirsiniz.
Cevap gayet açık ve nettir. İmam-ı Azam, anadilde ibadet konusuna ancak böyle bir durumda; o da orijinal metnin ezberlenmesine kadar ruhsat vermiştir.Bunun dışında, anadilde ibadet konusunda bir ruhsat yoktur.
Bir başka düşüncede fikrini söyle anlatıyor.
(Öncelikle ibadetten kastın ne olduğunu ifade etmek lâzım. Eğer kişi dua edecekse bunu ana dilinde yapmasında hiçbir beis yoktur. Yalnız Arapça dua makbul olsaydı, pek çok insanın Allah’a sığınma ihtiyacı karşılanamaz, Arapça öğrenemeyenler dua gibi büyük bir hazineden mahrum kalırlardı. Bu durum elbette hikmet ve hakikate muhalif olacağından, her dilde dua edilmesi caizdir.
İmanı elde eden insan mânisiz, müdahalesiz, engelsiz; her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde rahmet hazinelerinin maliki ve mutluluk definelerinin sahibi olan ezel ebed padişahının huzuruna girip ihtiyaçlarını arz edebilir; dua vesilesiyle Allah’ın nihayetsiz rahmetini bulup, sonsuz kudretine dayanarak mükemmel bir ferah ve süruru kazanabilir. İşte bu kapı Almanca ile de açılır, Fransızca ile de açılır, Felemenkçe ile de Türkçe ile de açılır.
Madem öyledir; o hâlde namazı da anadilimizle kılalım, namaz surelerini Türkçe okuyalım denilirse bu son derece tehlikelidir, İslâm’ın ruhuyla ters düşmektir, daha açık ifadeyle bidâtttır, sapıklıktır.)
Yukarıda sizlere naklettiğim, ana dilde ibadeti kabul eden ve kesinlikle karşı çıkan iki düşünceyi gördük. Doğrusu bizler ne yazık ki aklı bir kenara koyup, beşerin rivayetleri ne göre iman etmeyi, daha uygun görmüş ve Kur’an ne söylüyor, Rahman ne anlatıyor diye çok fazla merak etmemişiz.
Ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin, verdiği örnek düşündürücüdür. İmamı Azamın geçici olarak ana dilde ibadetini normal gören, fakat daha sonra Arapçayı öğrenme mecburiyeti getirmesini normal karşılayan düşünceyi, bana göre iyi analiz etmeliyiz. Acaba bir beşer, bu her kim olursa olsun. Rabbin vermediği bir ruhsatı, izni geçici olarak kullanabilir ve bunu geçici meşru kılabilir mi?
Gelin bu konuyu yukarıdaki bilgiler ışığında değil, Rabbin rehberinden yola çıkarak anlamaya ve düşünmeye çalışalım. Çünkü yukarıdaki rivayet ve hadis bilgileri dâhil, yani ana dilde ibadete onay veren bilgilerde, karşı çıkan düşüncede beşerin nakil yoluyla ilettikleridir. Her iki düşüncede yanlış olabilir, yada doğru olabilir, çünkü en emin yol KUR’AN dır. Bizler kesin kanıtları, delilleri ne olursa olsun Allah ın rehberinden aklımızla, mantığımızla bulmalıyız. En doğru yolda budur.
Kur’an ı anladığı dilden okuyan bir insan, onlarca ayetinde, Allah ın bizlere indirdiği ayetleri düşünmemizi, akıl yoluyla mantığımızı kullanmamızı emreder. Yani ben ayetleri indirdim, koşulsuz inanacaksın demek yerine, ayetlerimi okuyun, düşünün aklınızı kullanın der Yaradan bizlere.
Bunu söyleyen Allah, tüm yarattığı kullarının kendi ana dilinde, indirdiği Kur’anı okumasına karşı çıkar mı? Bundan dolayıdır ki bizler, İslam dini için, AKIL DİNİDİR DERİZ. Gelin bizde böyle yapalım ve bu konuyu bizzat kendimiz Rabbin rehberinden yola çıkarak, acaba Allah ana dilde ibadet etmemize izin veriyor mu, bunu anlamaya çalışalım.
Bildiğiniz gibi Allah ın ilk emri okumaktır, peki nasıl okumak diye bir soru gelir hemen akla. Bakın Allah nasıl okumaktan bahsediyor.
Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Allah acaba bizlere gönderdiği kitabı gereği gibi okumakla, neyi kastediyor olabilir. Çünkü ona iman edenlerin onu gereği gibi okuyacaklarını söylüyor. Bizler çocuklarımıza ders çalışmaları konusunda uyarırken, ne söyleriz? Oğlum ya da kızım, elindeki kitabı gereği gibi oku, yani anlayarak oku aklın başka yerde olmasın deriz. Öğretmenin soru sorduğunda, doğru cevap veresin diye uyarırız çocuklarımızı.
Hemen düşünelim, bizler KUR’ANI gereği gibi yani anlayarak, tüm ayetler arasında bağlantıyı kurup, Rabbin ne söylediğini, bizlerin nasıl bir insan olmamız gerektiğinin tebliğini anlayabilmemiz için, hangi dilden okumalıyız? Arapça dersek, biz Arapça bilmiyoruz, bu durumda gereği gibi okumamız mümkün değil. Günümüzde hatırlayınız kurslarda Kur’anı okumasını öğretiyorlar, acaba gereği gibi mi okuyoruz dersiniz? Demek ki gereği gibi okumak ve anlayabilmek için, anladığımız dilden okumamız şart. Çünkü anlamak ve düşünmek Kur’an ın birinci şartı. Şimdide Nisa suresi 82. ayete bakalım.
Nisa 82: Kur’an’ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.
Allah çok açık ve net bizlerin Kur’anı anladığımız dilden okumamızı istiyor. Yoksa Kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı der mi? Anlamını bilmeden okuyan, ayetler hakkında nasıl düşünsün ve anlasın. Bir örnek daha vermek istiyorum, sanırım bu ayetten her şey anlaşılıyor.
Zühruf 44: Doğrusu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.
Yüce Rabbim, sizlere rehber olsun diye indirdim dediği kitap tan, huzuruma geldiğinizde hesap soracağım diyor bizlere. Bu durumda Allah Kur’anı nasıl okumamızı istiyor olabilir? Tabi dikkatle okuyup, anlayarak okumamızı istiyor. Buda anladığımız dilden okumakla olur. Bunun tersini nasıl düşünür de savunuruz?
Şimdide şunu düşünelim, acaba Kur’an ın vermek istediği bilgiler, öğütler, Arapçanın sözcüklerinde mi, yoksa anlatmak istediği manasında mıdır? Allah yemin ederek sizler için kolaylaştırdım Kur’an ı diyorsa, açık ve anlaşılır gönderdim açıklamasını da yapıyorsa, elbette gizli manaları olacak şekilde, herkesin anlayamayacağı bir tarzda göndermesi de, mümkün olmayacaktır.
Kur’anın başka dile çevrilmeyeceğini savunup, Kur’an da ki bir kelimenin anlamı, başka hiçbir dilde karşılığının olmadığını söylemek, Rabbin tüm âleme, kâinata, cihana anlayacağı bir kitap göndermemiş demekle aynıdır. Eğer bunu savunursak tüm âlemi Kur’anın güneşinden, rehberliğinden mahrum bırakmış oluruz ve Kur’anın anlatmak istediği manasından, anlamından uzaklaştırıp, Arapçanın dilini kutsamış oluruz, bunu da unutmayalım. Bunun tersini düşünmek, Rabbin adaletini sorgulamak olur. Zor anlaşılır bir kitap gönderip, daha sonra hesap sormak, Rabbin adaletine asla sığmaz.
Bir yazarın yazdığı kitabı, tüm Dünya dillerine çevrilebiliyor ve tüm insanlık faydalanıyorsa, Allah katından gelen kitaba her dile çevrilemez, çevrilirse anlamı bozulur demek, KUR’AN IN evrenselliğine balta vurmak olur. Rabbim bundan korusun bizleri. Düşünün lütfen bir Almanı ya da İngiliz i İslam a davet etmek, Kur’an ile buluşturmak istediğimizde, onlara önce Arapça öğreneceksin dersek, onları Kur’an ile buluşturabilir miyiz?
Aslında çok fazla örnek verilebilir, fakat ana dilimizde namaz kılarken, ibadet yapabileceğimize dair, apaçık kanıt aşağıdaki ayette sizce çok açık anlaşılmıyor mu? Yazımızın başında ana dilde ibadeti namaz dışında dua ederken savunanlar, Yaratıcımızdan namazlarında nasıl yardım isteyecek? Arapça dışında namazda, Allah tan yardım istenmesi mümkün olmadığını savunursak, Arapça bilmeyen Allah tan namazla yardım isteyemeyecek mi? Lütfen ayetler üzerinde düşününüz.
Bakara 153: Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.
Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.
Sizlere sormak isterim, eğer namazlarımızda Kur’an dilinden başka bir dil kullanılmaz diyor ve bunda iddia ediyorsak, acaba Arap olmayanlar, namazlarında nasıl Yüce Rabbimizden çok özel isteklerini, yardımı dilesin?
Şimdi birisi çıkıp şöyle diyebilir. Nasıl dua edileceğine dair ayetler var, onları okusun. Doğrudur duaların en güzeline birçok örnekler vardır Kur’an da. Bende hemen sormak isterim, acaba Allah böyle bir sınırlama yapmış mıdır? Yani size dua edecek örnekleri verdim, yalnız onlarla dua edin mi demiştir? Elbette hayır, Yüce Rabbim her konuda namazla kendisinden yardım istenebileceği kapısını ardına kadar açık bırakmıştır bizlere. Aklımıza ne gelirse, her yardımı Yüce Rabbimden namazla dileyebiliriz, hem de anlayarak, bilerek, huşu ile.
Yüce Rabbin koymadığı bir yasağı kimse koyamaz. Bizler Yüce Rabbin ruhundan bir parçasıyız, onun lisanı yoktur. Bizlerin içinden geçirdiğimizi, isteklerimizi dili bir kenara bırakın manen zaten bilir. Biz insanlar sözcüklere muhtacız, ama Allah muhtaç değildir.
Lütfen artık İslam ı şahlandıralım. Kur’anı yalnız duvara asılacak kutsal bir kitap olmaktan çıkarıp, anlayarak okuyalım ve anlayarak namazlarımızı kılıp, Yüce Rabbimden niyazda bulunalım, ondan yardım isteyelim. Allah o günkü topluma, bakın eğer ben size Arapça bir Kur’an indirmeseydim, bana şunları söyleyecektiniz diyor.
Fussilet 44; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi….
Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, tabi anlayana anlamak isteyene. Allah size Arapça Kur’an indirmeseydim, bana itiraz edip sitem edecektiniz diyor. Ayetleri açıkça anlaşılır göndermeniz gerekmez miydi, biz Arap toplumuyuz ve peygamberimiz Arap, ama siz başka dilde bir kitap mı gönderdiniz diyecektiniz diyor. İşte Allah ın Arapça bir Kur’an göndermesinin nedeni bu dostlar, daha açık nasıl söylesin Yüce Rabbim?
Ana dilde ibadet yapmanın günah olduğunu söyleyenlere, namazda Allah tan kendi dili ile yardım isteyemeyeceğini savunanlara, aynı mantıkla şunu sormak isterim; Arapça bilmeyen bir Türk toplumu ve Arapçadan başka dile çevrilmeyen bir kitap ve Rabbim anlamadığımız bir dilden bir rehber gönderip, daha sonrada bizi bu kitaptan mı hesaba çekecek?
Sorduğum soruyu herkes kendi nefisine sormalıdır. Kur’an ile irtibatı olanlar, onun rehberliğinden, güneşinden istifade edenler, eminim ki bu sorunun doğru cevabını verecektir. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun, çünkü içimize sokulan fitne o kadar büyümüş ve yerleşmiş ki, Allah ın gerçeklerini gören duyan bile yok.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
YORUMLAR
Çok değerli Sami Bey. Yazıma cevap verme nezaketini gösterdiğiniz için, önce size teşekkür ederim. Yazınıza cevap vermeden önce, şunu belirtmek isterim. Gerçekten günümüzde ki Kur’an mealleri, hurafe itikatlarına delil bulma yarışıyla, Allah ın söz etmediği anlamları vererek, tercüme edildiğini üzülerek görüyoruz.
Buradan yola çıkarak, toplumu rahatlatacak ve daha güzel ve doğru bilgilendirecek, bir Kur’an mealine ihtiyacımızın olduğunu görüyoruz. Elbette bunu yapabilmek içinde, İslam âlimlerinin bir araya, önce gelmesi gerekir. Acaba bunu yapabilirler mi? İşte bunu hiç sanmıyorum.
Verdiğiniz cevabınıza gelince. Caminin imamı ramazan boyunca, eğer Fatiha nın Türkçesini anlatmak için, baya uğraştıysa, burada da bir sorun var demektir. Toplum önce, İslam ı algılama yöntemini gözden geçirmesi gerektiği anlaşılıyor.
Gerçektende söylediğiniz gibi, ayetleri namazlarımızda kendi dilimizden okuyabilir miyiz? Yazdığım yazımda da bunu anlatmaya çalışıyordum zaten. Bizden önceki din âlimleri, hatta İmamı Azam, bunu yapabileceğimizi söylüyorsa, bugün buna karşı çıkanların itirazı ne kadar doğru olur.
Önce verdiğiniz ayet örneği üzerinde konuşmak istiyorum. Bizler Kur’an ayetlerinin kutsallığını, eğer kelimelerde ararsak yanılırız. Bunu İmamı Azam çok güzel izah etmiş ve bakın ne diyor bu konuda.
(Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas Kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır.)
Bizlerin hatası, kelimelerin üzerinde durmamız, manayı ikinci plana itmemizden kaynaklanıyor. Verdiğiniz ayet örneğinde farklı kelimeler kullanılarak, hepsinde tek bir mana, emir nakledilmiş. Haccın ilanı ve zorluklara göğüs gererek, buraya gidilmesi benzetme, teşbih yoluyla anlatılıyor. Önemli olan emrin iletilmesidir, hepsinde de aynı hükmü anlıyoruz. Belki bazı kişiler benzetme yönteminden farklı şeyler çıkartabilir, ama Kur’an ı bir bütün olarak düşündüğümüzde, ayetin ne anlatmaya çalıştığı net anlaşılıyor.
Esas sorunlar yaşanan, Allah ın hiç bahsetmediği bir manayı vererek, ayetler tercüme edilme yanlışları vardır ki, bunlar kasti yapılmaktadır.
Cemaatle kılınan namazlara gelince. Burada elbette bir sorun yok. İmam genel kabul gören, orijinalinden okuyabilir. Buna da itiraz eden zaten günümüzde de yok.
Tercümeler eğer şahıslara göre anlamları, manaları değişiyorsa, zaten ona Kur’an diyemeyiz. Onu Türkçesinden de okuyamayız namazlarımızda. Bizler önce şunu iyi anlamalıyız. Kur’an ayetleri farklı sözcükler ve toplumların o kelimeyi algıladığı şekliyle tercüme edilemez mi? Bugün büyük bir çoğunluk, Kur’an başka bir dile tam çevrilemez diyor. İşte bu sorunu, geçmişte takipçisi olduğumuz âlimler çözmüş. Ama bizler bugün bunu sorun yapmışız.
Sizinde itirazınız aynı konuda düğümleniyor. Bizler okuduğumuz ayetin önce manasını doğru anlamalıyız. Ayetin anlamını değiştirmeden, hangi kelimelerle okursanız okuyun. Önemli olan manasıdır, bizlere anlatmak istediğidir.
Sizin verdiğiniz örnekteki ayetlerde, kafa karıştırdığını söylediğiniz konuya gelince. Şöyle bir örnek vermişsiniz.
(ayette açıkça yaya olmaktan ve belleri incelmiş develerden bahsediliyor...Bazıları ise bu deve için binit diyorlar...Peki doğrusu ne? Doğrusu Allah'ın kelamında yazılı…)
Dikkat ederseniz burada yapılan açıklama, o devrin anlayışı, yaşantısı ve toplumun anlayacağı benzetmelerle anlatılıyor. Hiç birimiz ayette otobüsten, uçaktan bahsedilmesini beklemez, ama ayette okuduğu anlamı, manayı kendi devrine göre anlar. Hiçbir zaman bakın Allah deveyle ya da yaya gidin diyor diyerek, bunu yapmaya kalkmaz. Yaradan bu ayetinde, zorluklara göğüs germek pahasına, buraya gitmemizi istediği çok açıktır.
Kur’an hükümler verir, yol gösterir, bizlerin rehberi olması adına gönderilmiştir. Bu rehberde anlatılmak istenen mana, her türlü şekle büründürülerek anlatılabilir. Önemli olan kelimeler değil manadır, anlamdır.
Bizler ne yazık ki, Kur’an ın anlamı üzerinde hiç durmuyoruz. Anlamını bilmeden okuma yarışlarıyla, birde kulağa hoş gelmesi adına yüklediğimiz makam ile okumanın doğru olduğuna inandırılmışız.
Allah ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı emreder. Anlamını bilmeden okuduğumuzda, nasıl ayetler üzerinde düşünebiliriz? Allah namazlarımızı kılarken, kendimizi huşu içinde Allaha teslim etmemizi ve ondan yardım dilememizi emreder. Anlamını bilmeden yardım dilememiz, huşu içinde olmamız ayetleri okumamız mümkün değildir.
Ezan konusuna gelince. Ezan namaza davettir. Hangi dilden okunmasının da hiçbir önemi yoktur. Topluma gerekli Kur’an öğretisi, bilgisi verilmeden, ezanın Türkçe okutulması yanlış olmuştur. Yoksa ezanın başka bir dilde okunmasının, bir önemi yoktur. Kur’an ı gerçek manada anlama çabası içinde olan Türk toplumu vardı, ATATÜRK SAYESİNDE, ne yazık ki artık ATA NIN unutturulmaya çalışılmasıyla, bizim toplumuzda Kur’an ı yüksek bir yere asarak, Velilerin ardı sıra gitme yolunu seçti.
Kur’an ı kimin ya da kimlerin doğru anladığını, yalnız Rabbim bilir.
Son cümlenizden bir alıntı yapmak istiyorum.
(Madem ameller niyetlere göredir bırakalım da millet nasıl huzur buluyorsa öyle kılsın namazını..Şöylesi olur, böylesi olmaz tartışmalarından çok daha mühim işleri var çünkü bu milletin.)
Elbette imtihanımızda hepimiz özgürüz. Hiç kimse buna engel olamaz. Ama din kardeşini Kur’an ile uyarmak, bir Müslüman ın görevidir.
Milletin daha mühim işlerinin ne olduğunu bilemem. Ama bence bu millet Kur’an ı doğru anlamayı, en mühim görev edinmezse öncelikle, daha bu toplum çokkkk Allah ile aldatılacaktır. Değerli kardeşim, Allah ile aldatılan toplumlar iflas etmez. Onun içindir ki Rabbim Kur’an da birçok kez, kullarını bu konuda uyarmıştır.
En derin Saygılarımla
Değerli Arkadaşım.
Ben dini konulara çok fazla vakıf olan birisi değilim. Kendi çabalarımla yaptığım araştırmalar sonucunda ise ana dilde ibadetin sakıncaları üzerinde bir iki yazı yazdım. Bu sitede de var.
Ana dilde ibadet derken üzerinde durmadığımız ya da hep yanlış ifade ettiğimiz konu şu: Kur'an Türkçeye çevrilebilir mi çevrilemez mi? Çevrilmiş bile...Bunun neyini tartışıyoruz ki...Türkçeye çevrilmiş Kur'an okunabilir mi? Bal gibi de okunur....Niçin okunmasdın ki...Zaten kimse okumasın diye Türkçeye çevrilmiyor her halde. Kur'an-ı Kerimi manasını bilerek okumak: Elbetteki asl olan budur. Mesela bizim mahalle camisinin imamı bu ramazanda da geçen sene de teravih namazı öncesinde bizlere hiç olmazsa Fatiha Suresinin anlamını öğretmek için baya uğraştı. Peki sorun ne o zaman?
Kur'an namaz esnasında Türkçe olarak okunabilir mi? Dananın kuyruğunun koptuğu nokta işte burası...Buraya kadarki tüm sorularda bir ihtilaf yok..Herkes aynı görüşte iken bu noktada işler karışıyor.
Öncelikle şunu belirteyim:Cemaatle namazda Kur'anı içinden Türkçe olarak okumana engel olan mı var? Yok...Öyle kendini Allah'a daha yakın hissediyorsan var oku...Ya da evinde ::Türkçe okumak istiyorsun içinden ya da dışından...Oku...Mani olan mı var? Hatta Fransızca biliyorsan Fransızca oku engelleyen yok. O halde neyin tartışmasını yapıyoruz ben anlayamıyorum.
Haaa..Bir kanun çıksın ve camilerde imamlar, evlerde insanlar hep Türkçe okusun Kur'anı deniliyorsa işte orada dur derim.
Okuyalım okumasına da Kimin Türkçesine göre okuyacağız? Sami Biberoğullarının yaptığı tercüme ile Haluk Gümüştabak'ın tercümesi bir birini tutmuyor? Yani o zaman Namazımızda şöyle mi niyet edeceğiz: ''Niyet ettim Allah Rızası için namaz kılmaya, Uydum Sami Biberoğulları tercümesi Kur'ana''
Niçin mi böyle yazdım? Bakın Kur'andaki bir ayet ve onun Türkçesi kaç şekil almış: Hem de ülkemizin sayılı İlahıyatçıları tarafından yapılan tercümelerde.
Hac Suresi 27. Ayet
Diyanet Vakfı.
İnsanlar arasında haccı ilân et ki,gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler.
Diyanet İşleri.
İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.
Yaşar Nuri Öztürk
İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek, yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde sana ulaşsınlar.
Elmalılı Hamdi Yazır
Ve umum nas içinde haccı i’lân eyle gelsinler sana: gerek yaya ve gerek her derin vadiden gelerek incelmiş her bir binid üzerinde
Ömer Nasuhi Bilmen
«Ve nâs arasında haccı ilân et, sana piyade olarak ve her bir geniş, uzak yoldan gelen zayıf develer üzerine binmiş olarak geliversinler.»
Hasan Basri Çantay
«İnsanlar içinde haccı i’lân et. Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek arık develerin üstünde (süvârî) olarak sana gelsinler».
Muhammed Esed
Bunun içindir ki, (ey Muhammed,) bütün insanları hacca çağır: yaya olarak ve hızlı yürüyen her (türlü) binek üstünde, (dünyanın) en uzak köşelerinden sana gelsinler
Abdulbaki Gölpınarlı
Ve insanları hacca davet et, uzak uzak, bütün yerlerden yaya olarak, yahut hayvana binerek gelsinler sana.
Süleyman Ateş
İnsanlar içinde haccı ilân et; yaya olarak veya uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.
Her ne kadar hepsinde Peygamberimize insanları hacca çağırması emredilmiş ise de kafa karışıklığı var. Hatta bu açıklamaların bazılarına göre yaya ya da iyice zayıflamış develer sırtında olmadan hacc ibadeti yapamazsınız..Çünkü ayette açıkça yaya olmaktan ve belleri incelmiş develerden bahsediliyor...Bazıları ise bu deve için binit diyorlar...Peki doğrusu ne? Doğrusu Allah'ın kelamında yazılı...O kelamı orijinal haliyle okursanız manası deve de olsa, binit de olsa farketmiyor...Ama Türkçe okursanız ve farzedelim deve dersiniz ama Allah biniti kastetmiştir o zaman Allah'ın ayetini değiştirmiş olursunuz...Ya da tam tersi Allah herhangi bir binit diyor ama siz ille de deve diyorsunuz....
Velhasılı kelam yine başa dönüyorum...Bırakalım bu ülke vatandaşının kafasını bulandırmayı. Dünyanın hiç bir müslüman ülkesinde ezan ''Tanrı Uludur'' diye okunmazken bir tek bizim ülkemizde okundu 1932-1950 yılları arasında...Tam on sekiz sene...Bir biz miyiz dünyada Kur'anı gerçek manada anlayan...Ya da tam tersi...Bunca millet anlıyorken anlayamayan.
Madem ameller niyetlere göredir bırakalım da millet nasıl huzr buluyorsa öyle kılsın namazını..Şöylesi olur, böylesi olmaz tartışmalarından çok daha mühim işleri var çünkü bu milletin.
Selam ve saygılarımla.