- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Doğa Bestesini Çalıyordu
Bu sabah bahar, her zaman ki gibi yine yaşam iksirini penceresinden içeri süzüyordu.
Masumiyetin yalın haliyle harmanlanan kokusu kendini içerek seyreden gözleri adeta cilalıyordu.
Sanki yaralı yılgın bakışlara:
"Gün aydın olsun" diyordu.
"Gün aydın olmalı…"
Genç kız derin bir nefes aldı. Her yer kuşların coşkulu sesleriyle sarmalanmıştı. Gözlerini kapadı. Serçelerin sesleriyle diğer canlıların seslerini birbirinden ayırmayı denedi. Doğadan yükselen sesin farklılıkları, sanki kemanın tellerine dokunarak yeni bir besteyi oluşturuyordu.
‘Her şey bu kadar canlıyken, neden?’ Dedi içinden.
Dün geceyi düşündü. Uyumakta zorlanmıştı.
"Kalkmalıyım" demişti, "kalkıp raflardan bir kitap seçip okumalıyım. Farklı dünyaların içine dalmalıyım. Kendimden vazgeçmemin tek yolu bu."
Genç kızın gözleri doldu.
İşte!
Kendine en çok acıdığı anlardan en güçlü olanı buydu. Her zaman düşünceleri bu noktada kilitleniyordu.
’Kendinden vazgeçmek’
Ondan sonrası yoktu. Sonrası dokunmak istemediği yarasıydı.
Neden herkes gibi değildi?
Gece ulaşamadığı kitap şu an elindeydi.
Bugün içinden savrulmaktan çok savurmak geliyordu.
Bir şeyler yapmalıydı. Sayfalar öylesine aktı parmak aralarından.
Nice sonra gözleri bir cümleye takıldı.
Konuşan harflerle bezeli bir cümle...
Yüzlercesinin arasından sadece biri…
"Bir yandan korkun bir yandan umudun varsa,
iki kanatlı sayılırsın; tek kanatla uçulmaz zaten”
Cümlenin derinliği çağlayan nehir gibi kendini dibe doğru çekerken usul usul akıyor, ışıl ışıl parlıyordu. Kelimelerin kıvrımına tutunan gümüşsü izler, genç kızın gözlerini cilalıyordu. Bugün güneş satır aralarındaydı. Zira pırıltılar nehrin derinliğinden süzülerek akıyordu yüreğine. Mavi, kırmızı, yeşil renkli su yosunları nehrin kıvrımlarına tutunmuş, balıkların gümüşünden içerek içini aydınlatıyordu.
Bu sabah yüreği bu satırlarla damla damla besleniyordu.
Aylarca elini sürmediği kitabın bu sayfasını açarak bağrına bastı. Kasvetli havanın kendini neden terk etmediğini şimdi daha iyi anlıyordu. Çünkü bu sabah güneş kendini elindeki kitabın satır aralarına gizlemişti.
Gözlerini dizlerine çevirdi.
Örtüsünü yavaşça çekerek kendine en yakın sandalyenin üzerine koydu.
Bacaklarına can vermek istercesine dokunmaya başladı.
Ne demişti Mevlana:
‘Bir yandan korkun bir yandan umudun varsa,
iki kanatlı olursun; tek kanatla uçulmaz zaten.’
Bak! Disraeli de
‘Yaşayanlar için umut her zaman vardır. Umutsuzluk ölüler içindir.’ Demişti.
‘Korkum …’ dedi içinden, ‘korkum umutsuzluğumdan değil mi? Yoksa umutsuzluğum muydu beni korkutan?
Bunun ayrımını yapmayı hiç düşünmemişti.
Doktor, ’Böyle yaşamayı öğrenmelisin’ demişti.
‘Böyle yaşamasını…’
Umutsuzsunuz…
Doktordan gelendi.
Umutsuz…
Düşündü…
Çaresizsiniz…
Ama hayır!
Çaresizsiniz…
Ümitsiziniz…
Bulmuştu…
Doktorun kendine verdiği ödülün adı bu olmalıydı.
Çare/sizsiniz…
Kendinden korkuyordu. Kaçması korkusundandı. Başaramamaktan, düş kırıklığını yeniden yaşamaktan. İncinmekten…
Yüreğinin köşesindeki o ufacık umut doktorunun sözleriyle yok olmuş, kendisini adeta hiçleştirmiti..
Derman da dert de aynı kelimenin içindeydi.
Çare/sizsiniz…
Çare…İlaç,derman,umut,çözüm….
Sizsiniz…
‘Benim’ dedi içinden. İşte! Bu benim. Ben korkuyum.
Birinin adı umut diğeri korku…
Çareye tutunmak için yeteri kadar nedeni vardı.
Pencereden dışarı baktı.
İşte! Kendi de orada olmalıydı, Pencereden içeri süzülmekte olan tablonun tam orta yerinde. Yeşil çimlerin üzerinde koşmalı, şarkılar söylemeli, bahar yelini önüne alarak kahvesini yudumlamalıydı.
Sevgilisini düşündü..
Sonunda onu kendinden uzaklaştırmayı başarmıştı. Onu yanında görmek kendine iyi gelmemişti. Kendini daha fazla özürlü, daha çaresiz, işe yaramayan asalak böcek gibi hissetmişti. Sevdiğinin yanında olumsuz olan her şey güçlenmişti. Bunu, kendini yok etme noktasına geldiğinde anlamıştı. Sevgilisinin ilgisi aç bir kurt gibiydi. Güzel olan her şeyi kemirerek yok ederken her defasında kendini un ufak toz haline getiriyordu. Tekerlekli sandalyenin üzerinde işe yaramayan bir yığıntı.
"Gitmek istemiyorum" demişti sevdası.
"Yanında olmalıyım, el ele verirsek" demişti sık sık…
El ele verirsek…
"Olmaz" demişti genç kız."El ele yürünmez ki..."
Onun da sabrı bir yere kadardı demek.
Demek ki zaman kendisini çökertirken başka yüreklere mutluluk tohumlarını serpiştirebiliyordu.
Demek ki ümitsizlik ümide dönüşebiliyordu.
Çare/sizsiniz, Ümit/sizsiniz.
Bugün her şey sanki umudu vaat ediyordu.
Kararını vermişti genç kız. Artık iki şıktan biri olmanın zamanıydı.
Ya tutunmalı ya da tek kanadı koparıp atmalıydı
Düşündü...
Düşünce tarzına farklılık getirmeliydi. Eksik olan kareye ulaşmalıydı.
Korkusunu yense her şey umuda dönüşecek sanırdı.
"Ne büyük yanılgıymış" dedi içinden.
Umut korkunun kırbacı olmalıydı. Umudun beslenip bütün hücrelerini sarması için korkunun kendisini sarıp sarmalaması gerekirdi. Denge eşitlikle sağlanabilirdi.
Gülümsedi.
İşte o zaman korkuyla umut yan yana, yürek yüreğe olurdu.
İçindeki kanat seslerini duyumsamak istedi. Şimdilik zayıf bir sesti fakat güçlenecek ve iki kanat birlikte çırpmaya başlayacaktı.
Başarabilmek için istemek gerekti. İstemek içinse bilmek...
Korkunun adını yosun koydu, umudun adını gümüş.
İstekse rengarenk...
Uykusundan yeni uyanan insanlara has gerindi.
Gözlerini pencereye dikti. Doğa yemyeşil örtüsüyle gülümsüyor gibiydi.
Kuşların cıvıl cıvıl sesleriyle doğa bestesini çalıyordu.
‘Aydınlığa doğru yükselmek gerek!’
SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.