- 643 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Allah’tan Razı Olalım Ki...
Allah’tan korkup sakınanlarla, O’ndan yüz çevirip nankörlük edenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan yeridir Dünya. Bu imtihan yerinde güzelliklerle çirkinlikler, iyiliklerle kötülükler, eksikliklerle mükemmellikler bir araya konmuş ve kusursuz bir imtihan sistemi kurulmuştur. İnsanlar, imanlarının ortaya çıkması için türlü şekillerde denenirler.
Dünyaya Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek için geldiğini, en önemli amacının Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu, dünyanın imtihan için yaratıldığını, asıl varılacak yerin ahiret olduğunu, dünyada yapıp ettiklerine göre hesaba çekileceğini, cennetle cehennemi düşünmek ve yaşamını tüm bu gerçeklere göre düzenlemek insanın en önemli sorumluluğudur. Aksi takdirde sadece doğan, büyüyen, çoğalan ve amaçsızca yaşam süren hayvanlardan bir farkı kalmaz.
Ama insanların büyük bölümü Kur’an’daki ifadesiyle "zalim ve nankör" bir karakter göstererek Rablerine şükretmeyi, O’na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unuturlar, O’nun koyduğu sınırları çiğnerler. Kendilerinin büyük bir güce sahip olduklarını, bu dünyadan çok uzun bir süre ayrılmayacaklarını düşünürler.
Bu yüzden de tüm amaçları dünyayı yaşamaya yöneliktir. Ölümü unutur, ölümden sonraki yaşantıları için hiçbir hazırlık yapmazlar. En büyük amaçları, imkanları elverdiğince iyi bir yaşam sürmek, burada geçirdikleri her anı kendilerince en iyi şekilde değerlendirmektir. İnsanların dünyaya olan bu bağlılıklarını Allah Kur’an’da şöyle bildirir:
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)
Allah’ı unutmuş olan inkarcılar yaşamları boyunca böyle bir çaba içindedirler, ama ayette ifade edildiği gibi bu dünyanın önemli bir sırrı vardır; dünya hayatı çok çabuk geçmektedir. Dünyaya bağlananların unuttukları, düşünmeye yanaşmadıkları, hatırlatıldığında kaçtıkları bir konudur bu. Ancak ne kadar kaçmaya çalışsalar da hiç değişmeyecek bir gerçektir.
İnkarcı insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah’ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu her şey onun kibirini ve büyüklenmesini artırır.
Allah’ın denemek amacıyla kendisine verdiği güç ve imkanı kendisinde olan bir üstünlükten dolayı ‘hak ettiğini’ zanneder. Oysa tüm insanlar sadece Allah’ın kullarıdır ve O’nun katında hiçbir şeyi ‘hak etmiş’ olmazlar; insanlara verilen herşey, yalnızca Allah’ın bir lütfudur. Bunun farkında olan insan, Allah’ın verdiği nimetler karşısında azgınlaşmaz, şımararak sevince kapılmaz; sadece Allah’a şükreder ve bu şükrün sevincini yaşar.
Dünyevi değerlerini kaybetme ya da kazanma endişesi içinde olan kişiler, müminler gibi Allah’a gönülden teslim olup, yalnızca Allah için yaşayamazlar. Allah’ın buyruklarına değil, kendi nefislerine uygun olanı seçerek kendilerince din ahlakını yaşamaya çalışırlar. Yaşamlarında bir zorluk oluştuğunda, değerlerinin zarar görebileceği bir durumda öncelikleri, dünyevi çıkarları ve nefislerinin bencil tutkularıdır. Mallarını ve canlarını Allah yolunda feda etmiş olan müminler için ise Allah Katında bulunan, dünyevi tüm değerlerden daha hayırlıdır.
Bu insanlar, kaderlerine tam olarak teslim olamadıkları için, karşılaştıkları olaylara olumsuz yaklaşarak umutsuz ve karamsar bir ruh haline bürünürler. Oysa insan yaşadığı olaydaki hikmetli yönleri görür, Allah’ın kendisi için her olayı hayırla yarattığına kanaat getirirse bu bakış açısından kurtulur ve kadere imanın huzurunu yaşar.
Her insan Allah’ın kendisi için yarattığı kaderle muhataptır. İnsanın, olaylar karşısındaki tevekkülsüz ve isyankar davranışları, ”ben bu kaderi beğenmedim” anlamına gelir ve büyük hatadır. Oysa kişi, başına gelen her musibete kader gözüyle bakıp, “Allah’tandır” diye düşündüğünde rahat edecektir:
Amacı Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak olan bir insan, her ne yaşarsa yaşasın Allah’tan olduğunu bilir ve her şeyi sevinçle karşılar. Başına gelen olay zahiren iyi ise şükreder, şer ise sabreder; her durumda kazançlıdır.
Umutlarımızı gerçekleştirip kurtuluş bulanlardan olmak istiyorsak, Allah’tan hoşnut olalım ki, Allah da bizden hoşnut olsun…
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
YORUMLAR
Güzel,sıkmayan bir anlatım.
Yüreğinize sağlık,Allah hoşnut olsun inşaallah...