- 854 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
“Bir olalım, iri olalım, diri olalım”
Bu makale; Sünnilerle Alevileri birbirleriyle tanış olmaya davet etmek maksadıyla kale-me alınmıştır. Konuyla ilgili pek çok akademik çalışma, makale ve kitap yazılmıştır. Ya-pılan bu hayırlı çalışmalara âcizane küçük bir katkı sunmayı bir görev olarak görüyorum. Makaleye konu olan İslam’ı ve onun içinden türeyen; ancak siyasi ve imamet konuların-da Hanefi Mezhebi’nden ayrılan, Aleviliği, Şiiliği ve Caferiliği fazla detaylara girmeden, öne çıkan inanç biçimlerini özetleyerek, tanış olma yolunda konuya girmek istiyorum.
Haksızlığa ve zulme başkaldırışın adı olan Alevilik, öteden beri bir tabu olarak görülü-yordu. Ancak zaman içinde bu tabuların yavaş yavaş yıkılmaya yüz tuttuğunu memnuni-yetle görmekteyiz. Özellikle hayırlı aylardan olan Ramazan ayı, geçtiğimiz yıllarda oldu-ğu gibi bu yılda da Sünni ve Alevilerin bir araya gelmelerine, iftar sofralarında buluşma-larına vesile oldu. Ayrıca; Sünni ve Alevi ileri gelenleri, konferanslar düzenleyerek Sünni-liğin ve Aleviliğin ne anlama geldiğini ilmi kaynaklara dayanarak anlatmışlardır. Böylece Sünniler, Aleviliğin temel esaslarını, Aleviler de Sünniliğin temel esaslarını öğrenmişler-dir. Konferanslarla verilen mesaj ise; farklılıklar karşısında hoşgörülü olmak, ortak nok-talar daha fazla olduğundan ortak paydalar üzerinde durmanın İslam için daha hayırlı olacağı yönünde olmuştur.
Bu çalışmalarından dolayı Alevi ve Sünni önderleri yürekten kutluyorum. Gönül ister ki; her Sünni, her Alevi kardeşi ile rahatça konuşabilsin, dini inançlarını birbirleriyle payla-şabilsin. Kara bir duvar gibi iki Müslüman kesimin arasına konulan korku duvarları artık birer birer yıkılabilsin. Öyle ümit ediyorum ki; böyle sağlıklı diyalogların yapılmasıyla Ale-viler, Sünni kardeşlerini, Sünnilerde Alevi kardeşlerini rahatça anlayacaklardır. Ve arala-rında ciddi farklılıkların olmadığını fark edecek; farklılıklarımızı da büyük bir hoşgörü ile karşılayacaklardır. Bu hayırlı diyalogla, eksiklerin tamamlanacağına, yanlışların düzelti-leceğine yürekten inanıyorum.
Ehl-i Sünnet anlayışını benimseyen Müslümanlara Sünni denilmiştir. Ehl-i Sünnet inanı-şına mensup Müslümanlar, dünya üzerindeki Müslüman nüfusunun yaklaşık %80’ini oluşturmaktadır. Sünnilik kendi içinde Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbelî olmak üzere dört mezhebe ayrılmıştır. Mezhep kurucularının hayatlarını incelediğimizde her birinin yüksek İslam ilmi ile yetiştiğini görürüz. Bazı ayarsız fitnecilerin söylediği gibi, bu mezheplerin hiç birisi birbirine rakip olmamış ve hiç birisi birbirinden üstün bir mezhep olduğunu da iddia etmemiştir. Dört hak mezhebin kuruluşundan günümüze kadarki süreç içerisinde hiçbir mezhebin diğerleriyle çatışmadığını; aksine birbirini tamamlayarak, büyük bir ahenk içinde varlığını sürdürüp, genişlediğini görürüz. Zira bu dört Hak Mezhebin tama-mı Ehl-i Sünnet anlayışını esas almıştır ve Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin Müslüman-lara öğrettiklerine de tezat oluşturmamıştır. Şöyle ki; Hanefilik ve Şafilikte abdesti bo-zan haller için farklı davranışlar benimsenmiştir. Bu farklılıkların kaynağı da Hz. Resulullah’ın (s.a.v) aynı olay için o anki şartları göze alarak farklı davranışta bulunma-sıdır. Hanefi Mezhebi’ne göre abdest aldıktan sonra vücudun herhangi bir yerinden kan sızarsa abdest bozulur ve yenilenmesi icap eder; ancak Şafi Mezhebi’ne göre abdest bozulmaz. Hanefi Mezhebi’nde abdestli bir erkeğin eli bir bayan eline değdiğinde abdest bozulmaz; ancak Şafi Mezhebi’ne göre abdest bozulur ve yenilenmesi icap eder. Bo-şanma konusunda Şafi Mezhebi daha esnek davranırken; Hanefili Mezhebi boşanmayı daha katı kurallara bağlamıştır. Haç ibadeti esnasında kadınlar ve erkekler ister istemez birbirlerine değebilmektedir. Bu durumda Şafi mezhebine göre abdest bozulur ancak; bu noktada Şafiler, Hanefi Mezhebine uyarak haç farizasını yerine getirirler. Bu bakım-dan, Ehl-i Sünnet içinde oluşan bu mezheplere mensup Müslümanlar, gerekli hallerde tercihlerde bulunabilmektedir. Bu tercihlerde herhangi bir sıkıntı söz konusu değildir.
Hanefi Mezhebi; Allah’a, Kuran’a ve Hz. Muhammed’e, onun sünnetlerine ve Ehl-i Beyt’e iman etmeyi gerekli görür. Hanefi Mezhebi, İslam’da beş şartı esas alır: (Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Kelime-i Şahadet getirmek) ve her Müslü-man bu şartlara uymakla yükümdür. Hanefi Mezhebi, İslam’da imanın 6 şartını da kabul eder: (Allah’a iman, Peygamberlere iman, kadere iman, meleklere iman, ahret gününe ve kitaplara iman etmek) ve her Müslüman bu esaslara iman etmekle yükümlüdür. Yü-ce Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey inananlar! Allah’a, resulüne, resulüne indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanmakta sebat gösterin. Kim Allah’ı, me-leklerini, kitaplarını, resullerini ve ahret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır” (Nisa-136) Ayet-i Kerime’den de anlaşıldığı üzere, imanın esaslarına hakkıyla uymayanlar gerçek anlamda mümin olamazlar.
İslam içinde bir “YOL” olarak ortaya çıkan Aleviliğin de kısaca aktarılmasında fayda var-dır.
Alevi dedelerinin ifadelerine göre Alevilik; Anadolu’nun Müslümanlaşması süresinde önemli izler bırakan başta Pir Sultan Abdal olmak üzere Hoca Ahmet Yesevi, Ebu’l Vefa, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli, Taptuk Emre, Yunus Emre, Abdal Musa gibi daha pek çok önemli din adamıyla birlikte Şah İsmail ve Hudyar Sultan’ı önemser. Alevilik inancının yayılmasında Şah İsmail’in etkisi büyük olmuştur. Alevilik inancı, Anadolu’ya gelen Seyyid Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli sayesinde ve ozanların nefesleriyle hayat bulmuştur.
Tarihi süreç içerisinde Alevilik, Dört Kapı-Kırk Makam şeklinde bir inanca bürünmüştür. Dört Kapı-Kırk Makam; kâmil insan olma ilkeleridir. Bu ilkeleri ortaya koyan kişi ise Seyyid Hacı Bektaş-i Veli Hz.leridir. Hünkâr; “Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır” demiştir.
Hünkâr’ın belirlediği Dört Kapı Şunlardır: A-Şeriat Kapısı. B-Tarikat Kapısı. C-Marifet Ka-pısı. D-Hakikat Kapısı.
Her kapı kendi arasında on makama ayrılmıştır:
A-ŞERİAT KAPISI:
1-İman Etmek. 2-İlim Öğrenmek. 3-İbadet Etmek. 4-Haramdan kaçınmak. 5-Ailesine Faydalı Olmak. 6-Çevreye zarar vermemek. 7-Peygamberin emirlerine uymak. 8-Şefkatli olmak. 9-Temiz olmak. 10-Yaramaz işlerden uzaklaşmak.
B-TARİKAT KAPISI
1-Tövbe Etmek. 2-Mürşidin öğütlerine uymak. 3-Temiz giyinmek. 4-İyilik yolunda savaş-mak. 5-Hizmet etmeyi sevmek. 6-Haksızlıktan korkmak. 7-Ümitsiz olmamak. 8-İbret almak. 9-Nimet dağıtmak. 10-Özünü fakir görmemek.
C-MARİFET KAPISI:
1-Edepli olmak. 2-Bencillik, kin ve garezden uzak durmak. 3-Perhizkârlık. 4-Sabır ve ka-naat. 5-Hayâ. 6-Cömertlik. 7-İlim. 8-Hoşgörü. 9-Özünü bilmek. 10- Ariflik.
D-HAKİKAT KAPISI:
1-Alçakgönüllü olmak. 2-Kimsenin ayıbını görmemek. 3-Yapabileceğin hiçbir iyiliği esir-gememek. 4-Allah’ın her yarattığını sevmek. 5-Tüm insanları bir görmek. 6-Birliğe yö-nelmek ve yöneltmek. 7-Gerçeği gizlememek. 8-Manayı bilmek. 9-Tanrısal sırrı öğren-mek. 10-Tanrısal varlığa ulaşmak.
Aleviler, Hz. Muhammed’in (s.a.v) son peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talibin ise velili-ğine ya da imamlığına inanırlar. Aleviler, dedelerin önderliğinde, saz eşliğinde, kadın-erkek aynı anda semah gösterileriyle, dualarla ve deyişlerle cem evlerinde ibadetlerini yaparlar. Alevilerin cenazesi yıkanıp, paklandıktan sonra dedenin imamlığında dualar ve deyişler yapıldıktan sonra istenirse camiye getirilir ve cenaze namazı kılındıktan sonra da “CAN” son yolculuğuna uğurlanır. Aleviler, Kadir Gecesi ile bağlantılı olarak üç gün ve Muharrem ayında 12 gün oruç tutarlar. Muharrem ayından sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar. Muharrem orucundan evvel üç gün Masumu Paklama orucu tutarlar. Sünnilerde tıpkı Aleviler gibi bu özel günlerde Aşure orucu tutarak Alevilerle birlikte bir inanç bütün-lüğü sağlamaktadırlar.
Alevi inançlarına genel anlamda bir göz attığımızda, İslam’ın beş esasına pek rağbet ettikleri görülmez; ancak İmanın şartlarına bütünüyle iştirak ederler. İslam’ın şartlarında başta namaz gelmektedir. Aleviler, namaz kelimesini Farsça bir kelime olarak görür ve namaz kelimesinin “NİYAZ” (dua) olduğunu benimserler. Ayrıca; Kuran-ı Kerim’de namaz tarifinin yapılmadığını ileri sürerler. Bu sebeple namazın Emevi kültüründen İslam’a geç-tiğini ve şekilcilik olduğuna inanırlar. Namazın Kuran-ı Kerim’de tarifi yapılmamıştır, bu doğrudur; ancak namazın bedensel bir ibadet olduğunu tüm İslam kaynakları ortaya koymaktadır. Gerek İslam Peygamberi’nin, gerek halifelerin, gerekse Ehl-i Beyt’in ve diğer Müslümanların namazı “NİYAZ” kabul edip, bedeni ibadet yapmadıklarını ispat edebilecek hiçbir kaynak ortaya konulamamıştır.
İslam’ın şartlarından bir diğeri de Hac vazifesidir. Aleviler, haç konusunda Sünnilerden farklı bir görüş benimserler. Sünniler, Haç mevsiminde Kâbe’yi tavaf ederek haç görevle-rini yerine getirirler. Alevilikte ise Kâbe, insanın gönlüdür. Bu sebeple haç yapma konu-sunda Sünnilerden ayrılırlar. Zekât verme ibadetinde de Sünniler ile Aleviler arasında farklı bir uygulama söz konusudur. Sünniler, Ramazan Ayı içerisinde mallarının bedeli olarak gördükleri zekâtı ihtiyaç sahiplerine vererek sosyal yardımlaşmada bulunurlar. Alevilere göre zekât; vermek-dağıtmak anlamına gelmektedir. Bunun için Ramazan ayı-nı beklemeyi gerekli görmezler. İslam’ın şartlarından bir tanesi de Kelime-i Şahadet ge-tirmektir. Sünniler; “Lailaheillallah Muhammed un Resulullah” diyerek bu şartı yerine getirirken; Alevi kardeşlerimiz ise; “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” üçlemesinde bulu-narak kelime-i şahadet getirirler.
İslam’a göre namaz dinin direğidir. Namaz ibadeti, Hz. Muhammed’e (s.a.v) Miraç’ta Yüce Allah (c.c) tarafından bir hediye olarak verilmiştir. Miraç sonrası İslam Peygamberi, ümmeti için getirdiği bu hediyeyi ümmetine bildirmiştir. Ancak, namaz ibadetinin uygu-lanışıyla ilgili herhangi bir bilgiye sahip değildi. Cebrail (a.s) İslam Peygamberi’nin yanı-na gelerek, önce abdest almış, sonra İslam Peygamberi’ne imamlık yapmıştır. Böylece hem abdestin nasıl alınacağını ve hem de namazın nasıl kılınacağını bizzat öğretmiştir. Böylece namaz, bedeni bir ibadet olarak ortaya çıkmıştır. Bu bilgiler, ünlü İslam bilginle-rinin külliyatlarında aynen yer almaktadır. İslam külliyatlarında kulun Allah’a en yakın olduğu an ‘SECDE’ anı olduğu ayrıca belirtilmiştir. Secde, “NİYAZ” ile değil, sadece na-maz ibadetinde gerçekleşmektedir.
Müminlerin Miracı olarak müjdelenen namaz, ayetlerde şu şekilde bildirilmiştir:
1. "Şüphesiz ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebüt Suresi: 29-45)
2. "Namazlara, özellikle orta namaza devam ediniz.”(Bakara suresi: 2-238)
3. "Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cum’a suresi; 62-10)
4. "Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu sayede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır." İsrâ suresi 17-79)
İslam’da büyük bir mezhep olarak ortaya çıkan Şiiliği de kısaca aktarmakta fayda var-dır.
Şii Mezhebi, Ehl-i Sünnet’ten sonra ikinci büyük İslam Mezhebidir. Şii Mezhebi, Hz. Ali’ye (r.a) taraftar olmak anlamına gelmektedir. Şiiler de tıpkı Sünniler gibi İslam’ın ve İmanın şartlarını kabul eder ve uygularlar. Bu haliyle Şiilik, Caferi Mezhebi’nden sonra Sünniliğe en yakın olan İslam mezhebidir. Şii Mezhebi, Hanefi Mezhebi’nde olduğu gibi pek çok kollara ayrılmıştır. Öne çıkan kollar şunlardır. A-) Beşçiler veya Zeydiler. B-) Yediciler ve-ya İsmaililer. C-) Onikiciler.
Caferiler, Onikiciler koluna uyarak İmam Cafer’in yolunu takip etmişlerdir. Safevi Devle-ti’nin kuruluşundan sonra Caferiler, Şii dünyasındaki üstünlüğü ele geçirmişlerdir. Caferi-ler, Resulullah’ın (s.a.v) sünnetlerini kesin olarak kabul eder ve uygularlar. Bu bakımdan Caferiler, Sünnilere en yakın olan mezheptir. Bu noktada belirtmek gerekir ki; Anadolu Aleviliği olarak bilinen ancak kendilerini zaman zaman farklı kimliklerle ortaya koyan Aleviler Caferi değildirler; ancak Aleviler yazılı kaynaklarında Aleviliği “Ali taraftarlığı” olarak belirtirler. Anadolu Alevileri arasında kendilerini İslam dışı olarak görenlerde bu-lunmaktadır. Bunun yanı sıra; Aleviliği İslam’ın özü olarak belirten; Sünniler gibi dini ve-cibelerini yerine getiren pek çok Alevi bulunmaktadır.
Bu makaleyi iki amaç için hazırladığımı özellikle belirtmek isterim. Bunlardan birincisi; Alevi kardeşlerimizle Sünni kardeşlerimizin önlerindeki tabuları yıkarak dini inançlarını gönül rahatlığı ile konuşmalarına katkı sağlayabilmektir. İkincisi: Öteden beri Müslü-manlara zulmeden sömürgeci, fitneci şer odaklarına karşı bir bütün halinde karşı dur-maktır. Hemen burnumuzun dibinde emperyalist güçlerin Irak’a, Libya’ya ve şimdilerde de Suriye’ye karşı uyguladığı emperyalist uygulamaları görüyoruz. Bu coğrafyalarda he-men her gün yüzlerce Müslüman kanı dökülmekte; bu bölgeler, egemen sömürgeciler tarafından paylaşılmaktadır. Bu paylaşımı daha rahat yapabilmek için bölge Müslüman-larını Alevi, Sünni, Caferi gibi dinsel parçalara bölmektedirler. Bununla da yetinmeyen emperyalist güçler, yine Müslümanları Arap, Peşmerge, Kürt, Türkmen gibi etnik yapıla-ra bölmektedir. Parçalara ayrılan Müslümanlar, fitneci casusların sinsi hamleleriyle bir-birine düşman edilmektedir. Bu kargaşadan faydalanan emperyalistler, bu bölgelerde küçük kukla yönetimler kurmakta ve böylece bölgelerin enerji kaynaklarına çöreklen-mektedirler. İslam Âlemi’ne hiçbir zaman dost olmayacağı kesin olan Avrupalıların, ya-rın aynı planları daha can yakıcı bir şekilde ülkemiz üzerinde de deneyeceklerdir. İşte bu sebepledir ki; şimdiden milli ve dini bütünlüğümüzü her sahada tamamlamamız gerek-mektedir. Yani; her alanda Müslümanların Tanış olmaları gerekmektedir. Unutmayalım ki Tanış olmak demek; Emperyalistlere indirilen sert bir tokat demektir. Tanış olmak demek; ufuklara birlikte yürümek demektir. Tanış olmak demek; fitnecileri kendi iklim-lerinde yok etmek demektir. Tanış olmak demek; şer odaklarına diz çöktürmek demek-tir. Tanış olmak demek; Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli Hz.lerinin söylediği gibi; “Bir olmak, iri olmak ve diri olmak” demektir. Hatırlatmakta fayda var ki; dinlerarası diyalog adı altın-da milletimize yutturulmaya çalışılan bu sapık proje; Hz. Muhammed’siz bir İslam, Hz. Âli’siz bir Alevilik oluşturmak amacındadır. Ne Sünniler Hz. Âli’siz bir Aleviliği, ne Aleviler Hz. Muhammed’siz bir İslam’ı onaylamayacaklardır.
Son söz olarak; büyük fitne uyanmıştır ve artık burnumuzun dibine kadar dayanmıştır. Artık ayrımcılığa “ELVEDA”, tanış olmaya “MERHABA” deme zamanıdır. Yarın çok geç olmadan…
Halit DURUCAN
19.08.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.