- 1775 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Akbaba...
Hayat hiç birimize eşit olanaklar ve şartlar sunmaz. Bu var oluşun kanunudur. Kutuplarda kar fırtınası ve soğuk, Arabistan çöllerinde kum ve hararetten başka bir şey yoktur. Kimi yerde güneş merhametiyle ısıtırken kimi yerde kavuruyor, kimi yerde yağmur romantizmle ıslatırken kimi yerde doluya çevirip donduruyordur.
Adalet denilen olgunun temelini bu Dünya da arayanlar gerçekten de saf kişilerdir. Bu insanlar haddizatında yumuşak yaratılışlı olup bu yüzden hayatları boyu sükût-ü hayale uğrarlar. Ne kadar güzel anlaşılabilir ve değerli olsalar bile onların soyut beklenti ve değer yargılarının somut adalet ile tanışacağı yer ancak öteki dünyadır. Şuna eminim ki o güne gelindiğinde onlar kazananlar olarak kaşımıza çıkacak ve hepimizden adaletin gereği olan haklarını alacaklar.
- - - - - - - - - -
Size bu hak sahiplerinden bir misal vermeliyim yeri gelmişken. Mesela hepinize aşina olan bir kareden bahis edelim. Kuraklık sefalet ve açlığın tüm vahşetiyle hüküm sürdüğü bir Afrika ülkesinde bu insanlık ayıbı olayları belgelemek amacıyla bulunan muhabirin objektifinden dünya ya geçilen bir fotoğrafı hatırlayınız. Kızgın güneşin alnında kurak toprağın üzerine kapaklanmış açlıktan can çekişen yerli çocuğun çaresizliğini ve hemen ötesinde onun bu cılız hayat mücadelesini kaybetmesini sabırla bekleyen akbabayı ne kadar da ibretle belgeliyordu.
Muhabir arkadaş sorumlu bir gazetecinin objektifliğiyle fotoğrafı çekip ajansına geçti. İşlerini tamamen bitirdiğinde ise ilk uçakla yurduna döndü. İşte size dünyanın adaletini sergileyen ibret verici bir misal. Muhabirin çektiği kare yayınlandığında bütün dünyada yankı uyandırdı. Bu fotoğrafı gören hiçbir hassas kalbin sızlamamasına imkân bulunmuyordu. Muhabir imza attığı başarının ilk etapta hazzını alıyor patronu tarafından iyi bir ikramiyeyle Colombia üniversitesi tarafındanda en prestijli gazetecilik ödülü olan Pulitzer ile ödüllendiriliyordu. Buna karşın başrolleri oynayan ufaklık akbabamıza mükellef bir ziyafet oluyordu. Bana sorarsanız ödüllendirilen sadece muhabir değil akbabaydı aynı zamanda.
Bu enstantaneye baktığımda akbabayla muhabirin birbirlerine ne kadar da benzediğine hayretler içinde kalarak şahit oldum.
Bir müddet sonra orada ölüme terk ettiği çocuğun halindeki sessiz feryat gözlerinin önüne gelmeye başlayarak maneviyatını kemirmeye başlamıştı muhabirin. Sanırım kendisiyle bir kavgaya değer yargılarıyla bir muhasebeye girişmiş bunun sonucu olarak ta yine bildiğim kadarıyla akbabaya terk ettiği küçüğün ruhuna yüklediği vicdan azabı nedeni ile olsa gerek intihar etmişti.
- - - - - - - - - - - - -
Ben ise köşeme çekilip düşüncelere dalmıştım. Biraz düşüncenin akabinde artık o küçük için yapabilecek hiçbir şeyimin olmamasının bilincinin ayrımında aynı akıbeti paylaşmak üzere olan binlerce insan için yapabilecek neyimin olduğunu düşünüyordum. Kendi ihtiyaçlarını dahi zorlukla temin edebilen bendenizin o insanlara umut olabilecek dualarından başka hiçbir şeyi yoktu. Buzdolabımdaki tüm nevaleyi kolileyerek göndersem büyük ihtimalle onlara ulaşmadan bozulurdu. Aklıma gelen şey aynı zaman dilimini beraberce paylaştığım binlerce, yüz binlerce hatta milyonlar yada milyarlarca hazin hikayenin bulunduğuydu.
Boynuzsuz koçun boynuzlu koçtan hakkını alacağı o ilahi adaletin tecelli gününde cenab-ı Hakkın lütfederek beni akbabalar ile aynı yerde teşhir etmemesini tüm benliğim ile niyaz ediyordum. Sonuç olarak çok sevgili okuyucum;
Ben tüm bunları adalet adına tüm insanlara attığım taşlardan bir tanesinin kendi başıma isabet etmesinin verdiği acı ile yazıyorum. Çok şey isteyip de imkansızlıktan az şey verebilmenin ezikliğinin benim gibi düşünen her vicdan sahibinin kefareti olacağını umuyorum. En azından sizde somut adaletin tecelli gününün geleceğinin bilinci ile lütfen akbabalara iltifat etmeyiniz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.