- 976 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GÜLÇİÇEK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onu ilk kez Kordon’da seyir teraslarından birinde tek başına otururken gördüm. Parmağını okuduğu kitabın sayfa arasına koymuş, kitabı göğsüne bastırmış karşı kıyıyı seyrediyordu. Dalgındı… Bir adım mesafedeydim, bir o kadar da uzaktım sanki. Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp ara sıra ona bakıyordum. Benim izlediğimi hissetmiş olmalı ki aniden döndürdü başını. Göz göze geldik, sıcak ve içten bir gülümseme oldu gözlerimizde.
Ayağındaki yırtık ayakkabı ve üzerinde çok yıkanmaktan renkleri solmuş elbisesi, maddi güçten yoksun olduğunu anlatıyordu. Fakat elindeki kitap oldukça kalın ve onun gücüne göre pahalı görünüyordu. Ona bakıp gülümsememden cesaret almış olmalı ki, oturduğu yerden kalkıp bir adımda yanıma geldi.
“İzniniz olursa oturabilir miyim?” diye sordu. Yaz enerjisiyle parlayan gözlerindeki bakışlarında kendine fazlaca güvendiğini görüyordum. Oturabileceğini başımla onayladım. Sandalyeyi geriye doğru çekip usulca oturdu. Gözlerimiz muhabbette, sıcak kelimelerimiz firardaydı. Kısa tanışma faslının ve sohbetin ardından ısındık birbirimize. Çok gençti, gözleri kocaman bir denizdi sanki uzun kirpikleri, dalgalı sarı saçları ile müthiş bir güzellikti karşımda duran. Güzel olduğu kadar akıllıydı da. Yaşına göre fazlaca bilgiliydi. Ağzından çıkan her cümle anlamlı ve etkileyiciydi. Sanki büyümüş de küçülmüştü. Sanattan, edebiyattan, hayata dair pek çok konuda uzun uzun sohbet ettik. Ortak bir mekânda bulunmamızın ve aynı kitabı okuyor olmamızın ilginçliği üzerine tatlı hayaller kurduk.
Masanın üzerinde duran torba içinde yeni alınmış kitaplar ilgisini çekti. “Bakabilir miyim?” diye sordu. “Elbette” dedim. Torbayı kendine doğru çekti, içinden kitapları nazikçe çıkardı. Öylesine kibar ve öylesine yumuşak hareketlerle kitapların sayfalarını karıştırdı ki sanki elindeki kitap değil de insandı. Duyguları vardı, hissederdi ince davranışları ve kırılırdı kabalıklarda.
Kitapların en altında bulunan, bir arkadaşımın çocuğuna hediye olarak aldığım kitabı aldı eline, kapağındaki fotoğrafı okşadı, annesinin yüzünü okşar gibi şefkatliydi. “Bu kitabı üç kez okudum ve sayısını hatırlamadığım kadar da sahnede seyrettim. Biliyor musunuz ben çok şanslı biriyim, tiyatro girişinde su satıyorum. Tiyatrodaki abiler beni çok seviyorlar. Orada sahnelenen her oyunu ücretsiz seyrediyorum. Bu kitapta yazanları ezbere biliyorum” dedi. Güzel yüzünü havaya kaldırdı, sahnede rol yapan profesyonel tiyatro oyuncuları gibi bir hal aldı, vücudunu ileriye doğru attı, sağ elini reverans yapar gibi kaldırdı, William Shakespeare’in ünlü tragedyası Othello’dan bir şeyler okudu bana:
“Tanrı sınamak istediğinde beni,
Dert verip dermanımı kesseydi,
Bin bir türlü sıkıntı, utanç yağdırsaydı
Göklerden şu çıplak kafama,
Boğazıma kadar beni gömseydi yoksulluğa,
Tutsak edip kırsaydı bütün umutlarımı,
Bir damla huzur bulabilirdim yine de
Ruhumun bir köşesinde.
Ama hayır, küçümseyen dünyanın
Durmadan beni gösteren parmağı
Değişmeyen bir alay konusu ediyor beni.
Buna da katlanabilirdim; dayanabilirdim buna da.
Ne yazık, içime aşkımı sakladığım,
Bana isterse hayat, isterse ölüm getiren o kaynaktan,
Sevgisini isterse besleyen, isterse kurutan o pınardan,
Çıkarılıp atılmak!
Ya da orada kalıp orayı iğrenç kurbağaların
Çiftleşip ürediği pis bir su birikintisi saymak!
Rengin uçtu bak;
Sakin ol, genç, gül dudaklı, masum yüzlü melek!
Şimdi cehennem kadar korkunç görünüyorsun sen!”
Belirgin bir müziksel uyum içindeki sesiyle hayat verdiği Othello’nun bu sözleri, en beğendiğim bölümlerden biriydi benimde. Şaşırmıştım. Ve Kral Lear’den, Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndan, Shakespeare’in öteki yapıtlarından bahsettiğimiz sohbetimizin sonuna doğru ayağa kalktı gitmek için izin istedi. “Şimdi işime gitmeliyim, ekmek almam için su satmam gerek” dedi. Nazikçe elimi sıktı ve ayrıldı. Ayağındaki yırtık ayakkabısını sürükleyerek yürüyordu. Elindeki kitabı en değerli hazinesi olarak göğsünde bastırıyordu. Ayağının taşa vurarak kanaması umurunda bile değildi. Yeter ki kitabına bir şey olmasındı.
O günün akşamında tiyatroya gittik dostlarla. Gülçiçek kapıda su satıyordu. Öğlen ki tanışmanın verdiği cesaretle gülümseyerek selamladım kendisini. İçimde hoş ve şaşırtıcı bir sohbet anısı bırakan deniz gözlü kıza kapılıp ne yaptığımı bilmeden sürüklenmek isteğini bastıramadım daha fazla. Arkadaşlarımdan izin isteyip yanına geldim Gülçiçek’in. Duygularımı zenginleştiren ve cesaretimi sınayan bu bilgi zengini kızla bir kez daha sohbet etmek istedim. Mırıldanır gibi bir iki kelime döküldü ağzından, belli ki istedikleri ile yaptıkları arasındaki ince çizgide en büyük savaşı kendi içinde veriyordu. Düşler kuruyordu, kendisini hep o sahnede hayal ediyordu. Yüreğinin sesini dinlerken gerçeklerle yüzleşmekten yorulmuştu belki de.
O gece tiyatroya girmedim. Gülçiçek’le sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik. Başbakanımızın “ucube” diye adlandırdığı cem evlerinden birinde annesi ile birlikte hizmetleri karşılığı kalıyorlarmış meğerse. Başkaca gidecekleri yeri de yokmuş. En büyük korkusu ve hissettiği; Başbakan neye “ucube” derse onun yıkılıp yok olmasıymış. “Ya bizim de kaldığımız yer yıkılırsa ve evsiz yurtsuz kalırsak” dedi. Deniz gözlerinin akına kadar endişeliydi Gülçiçek.
Adını vermediği ünlü bir tiyatro sanatçısı ona karşılıksız burs vererek Güzel Sanatlar Fakültesine girmesi için hazırlık yaptırıyormuş. Ne kadar sevindiriciydi Gülçiçek için. Böylesi özel ve istekli bir yeteneğin yokluk içinde kaybolup gitmemesi için verilen her destek kutsaldı. Bir vatandaş olarak Gülçiçek’e verilen her destek için içimde bir minnet duygusu belirdi.
Bu isme dikkat edin, bir gün sahnede GÜLÇİÇEK isminde bir tiyatro sanatçısının William Shakespeare’in ünlü tragedyası Othello’dan bölümler sunduğunu görürseniz bilin ki bu Gülçiçek ucube denen yerden bir tiyatro sanatçısının desteği ile çıkan Gülçiçek olacaktır.
.
Tüm gün boyunca Gülçiçek’le yaptığım sohbetlerde ona verdiğim zamanlarda çocuklar gibi şendim ve ben o gün dev gibi cahil bir orduyu yendim…
Hülya TÜRK
YORUMLAR
•Vaz geçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni Değmez bu yangın yeri avuc açmaya değmez Değilmi ki çiğnenmiş inancın en seçkini Değilmi ki yoksullar mutluluktan habersiz ...Değilmi ki ayaklar altında insan onuru O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış Ezilmiş hor görülmüş el emegi göz nuru Ödlekler geçmiş başa derken mertlik bozulmuş Değilmi ki korkudan dili bağlı sanatın Değilmi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın Değilmi ki kötülükler kadı olmuş yemene Vaz geçtim bu dünyadan ,dünyamdan geçtim ama Seni yalnız koymak varya o koyuyor adama....
demiyor mu Shakespeare...
Yüreğindeki bu Kutsal sevda ve İnsanca direnişle GÜLÇİÇEK bu görkemli sahnede yerini almış zaten...
Ucube mekanlarlarda daha nice Gülçiçekler açacaktır hiç solmayan...
Sonsuz Sevgilerimle.