- 1120 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜM VAR ÖLÜM
İhtiyar olan veya ihtiyar olmadığı halde hayat tecrübesi fazla olan insanların, tecrübelerinden istifâde edebilmek amacıyla zaman zaman dizlerinin dibine çöküp hâtıralarını ve hayattan çıkarmış oldukları dersleri birkaç kelime veya birkaç cümle ile de olsa bizimle paylaşmalarını isteriz.
Elbette kendisinden istifâde etmek için dizinin dibine oturduğumuz bu kişilerin hayatlarını nerelerde harcadıklarına da dikkat ederiz. Her ihtiyardan, her okumuş kişiden böyle bir talebimiz olmaz. Onun icraatları, yaşantısı, sözleri ve düşünceleri bizim için önemlidir. Bu ölçüler doğrultusunda onun hâtıraları, hayat tecrübesi bizim için önem arz eder.
Hâtıraları dinlenilmeye en lâyık insanlar Allah’ın elçileri olan peygamberlerdir. Bunların başında da Efendimiz Hz. Muhammed (asm) gelir. Daha sonra sahâbeler, onlardan sonra ise peygamberlerin vârisleri olan âlimler sırayı alır. Son asrın en büyük âlimi olan, Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri de bunlardan biridir.
Bedîüzzaman Hazretleri hayatının mahsulâtını Mesnevî-i Nûriye adlı eserinde zikrederken, kırk senelik ömrümde, otuz senelik tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim, der. 1 Dört kelâmdan biri olarak اَلْمَوْتُ حَقٌّ (ölüm haktır) hakikatini söyler. Bedîüzzaman gibi hayatına çok şeyleri sığdırmış, İslâm’a çok hizmet etmiş ve bu uğurda türlü türlü sıkıntılara maruz kalmış bir zâtın, ölüm üzerine bu şekilde vurgu yapması bizler için düşündürücü bir husustur. Ölümün bu gerçekliği sâdece Üstad’ın farkına varıp bize de fark ettirmeye çalıştığı bir hakikat değil, belki birazcık tefekkür edebilen, kâinat kitabını okumayı bilen herkesin kolaylıkla fark ettiği karşı konulması mümkün olmayan bir hakikattir.
Ölüm hakikatinin aklımızda, kalbimizde iyice yer bulması için Cenâb-ı Hak "Her nefis ölümü tadacaktır" (Âl-i İmrân, 185) gibi birçok âyetle insanoğluna uyarıda bulunuyor. Efendimiz (asm)’a hitâben "Sen öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer, 30) buyurarak O zâtın (asm) bile ölüm gerçeğinden hâriç tutulmayacağını ifâde edip nazarımızı iyice ölüm tarafına çeviriyor.
Ölümü bizlere hatırlatan şeyler sâdece âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler değil. Aslında kâinatta birçok şey ölüm hakikatini ders veriyor. Etrafımızdaki canlıların vefatları, beyaz kefene benzetilen karın yeryüzünü kaplaması, gecenin karanlığının gündüzün aydınlığını örtmesi, hastalıklar, ihtiyarlık, yüzümüzdeki kırışıklıklar, hatta saçımızdaki beyazlıklar, ölüm var ölüm diye bu hakikati bizlere haykırıyorlar.
Halife Hazret-i Ömer (ra) hilâfeti zamanında, belki bir gün olur da bir haksızlık yaparım korkusuyla kendisine her gün ölümü hatırlatması için kendi kesesinden bir memur tutmuştu. Bu memur her gün Halifenin yanına gelir «Ölüm var yâ Ömer!» der giderdi. Hatta birçok kere Hazret-i Ömer (ra), bu memuru gittiği yerlere yanında götürür, günde birkaç defa memur aynı kelimeyi tekrarlayarak Hazret-i Ömer’e (ra) ölümü hatırlatırdı. Yine bir gün memur Halifenin huzuruna çıkıp «Ölüm var yâ Ömer!» diye îkaz ettikten sonra Hazret-i Ömer (ra):
- Artık seni bu vazifeden azlediyorum, dedi. Memur:
- Yâ Ömer, bu güzel huyundan vaz mı geçiyorsun? Hâlbuki sen bunu âdet hâline getirmiştin. Seni bundan vazgeçiren sebep nedir? diye sordu. Hazret-i Ömer (ra):
- Artık sakalıma ak düştü. Ölümü bana haber veren, şimdi her zaman benimle beraber olduğu için, senin îkazına lüzum kalmadı, buyurdu.
Büyüklerimiz böyle küçük şeylerden bile ölümü hatırlayıp hayatlarını İslâmî nizama uygun hâle getirmişler. Fakat bizler bugün bunun çok uzağındayız, maalesef. Değil böyle küçük olaylar ve hâdiseler, artık depremler, felâketler bile bize ölümü hatırlatmaz olmuş. Hemcinslerimiz olan insanların ölümü de bizlere ders vermekten çok uzak. Ancak çok yakın bir akrabamızı (anne-baba gibi) kaybettiğimiz zamanlarda ölümün o soğuk nefesini ensemizde hissedebiliyoruz. Böyle anlarda dersler çıkarıp bir gün bize de sıra geleceğini anlıyoruz. Bu bir nebze de olsa hayatımızı gözden geçirmemize vesile oluyor. Yine de bazıları belki de birçoğu böyle anları bile gafletle geçirip eski sefâhatine devam edebiliyor. Allah muhâfaza buyursun.
Necip Fazıl, insanların bu hâlini şu mısralarıyla ifâde ediyor:
Minârede "ölü var!" diye bir acı salâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz. Ne âlâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...
Tarih sahifelerinde de aynı hakikati okuyoruz. Bir taraftan insanlığın atası Hz. Âdem’e (as), en güzel insan Hz. Yusuf’a (as), demiri eliyle yumuşatan Hz. Dâvud’a (as), ateşin yakamadığı Hz. İbrahim’e (as), cinlerden bile ordusu olan ve mükemmel bir saltanata sâhip Hz. Süleyman’a (as), Fatihlere, Yavuzlara, Kanunîlere kalmayan bu dünya diğer taraftan ilk katil Kabil’e, ilahlık iddiasında bulunan Firavun’a, Hz. İbrahim’i (as) ateşe atan Nemrud’a, mükemmel bir zenginliğe sâhip Karun’a, daha nice zâlim ve cebbarlara kalmamış. Elbette bize de kalmayacak. Eğer bizlere kalacağını düşünüyorsak müthiş bir gaflet içerisindeyiz demektir.
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam "Lezzetleri kesip, tahrip edeni, yani ölümü çok zikrediniz." ( İbn Mâce, Tirmizî) buyurarak sâdece o zamanlarda değil, hayatımızın her safhasında ölümü hatırlamamızı, daha doğrusu hiç unutmamamız gerektiğini ders veriyor
Bedîüzzaman Hazretleri şimdiki aldatıcı, câzibedar fitnelerin ve hevesatın hücumları karşısında âhiretimizi nasıl kurtaracağız diyen gençlere şunları yapın bunlardan uzak durun diye uzun uzadıya nasihat etmiyor. Gâyet veciz bir ifâdeyle "Kabir var. Hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek" diyerek "Vaiz olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da yakin (içinde şüphe olmayan, güçlü îman) yeter."(Taberânî) hadisine mutâbık bir halde nasihatçi olarak ölümü zikrediyor. Gerçekten de çok mânidar bir cevap öyle değil mi?
Madem hakikat böyledir. Hiç kimse ecelin pençesinden kurtulamıyor. İster istemez herkes ölecek. Ve madem ölüm kimileri için hüzün kimileri için ise düğün olacak. Öyleyse ölüme kendimizi hazırlamalı, hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmeli ve daha ölmeden bu dünyada ölmeliyiz! Asıl hüner olan, Azrail Aleyhisselam’a ve ölüme "safa geldin" diyebilme cesâretini göstermeliyiz. Cenâb-ı Hak bizlere de ölümü güzel karşılayabilmeyi nasip eylesin. Âmîn...
1-Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır. Dört kelâm ise sırayla;
Birinci Kelâm: نِّى لَسْتُ مَالِكِى Ben kendime mâlik değilim.
İkinci Kelâm: اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır.
Üçüncü Kelâm: رَبِّى وَاحِدٌ Rabbim birdir.
Dördüncü Kelâm: اَنَا ile tabir edilen benlik
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.