Marstan Bir Miyav
İnkisarlarıma olan merbutluğumun bir kez daha tuzağına düştüm. Vücudumdaki infiali yenemiyor her geçen gün daha da nikbinlikten uzaklaşıyordum. Arap baharını içimde yaşıyordum. Beden ve ruh, kalp ve akıl bir türlü ekinoksunu yaşayamıyordu. Yörüngesini bir türlü tutturamamış gezegendim. Bütün sayfalarım kirli, bütün kalemlerim kırık ve bütün bütün yokuşun sonundaki uçuruma doğru hızlanıyordum.
Yarım elma ile gönül alınan o eski bayramlar artık ufukta görünmezken güneş bile batıdan doğmaya başlamıştı. Sayın okur, kesinlikle siyasi bir gönderme değildi bu. Çok ciddiyim lütfen siyasete alet etmeyin. Aşırı alıngan ve her türlü dumandan ve gazdan nem kapar haldeyim. Ruhumun içinde bulunduğu batağı nasıl aktarabilirim bilmiyorum. Ha unutmadan, paranoyak, asosyal ve depresifim. Gerçi doktorum antidepresan da yazdı ama muhtevası pek hafif.
Tebdili mekanın hayrına uğramak için kot pantolon, siyah beyaz çizgili gömlek, 3 numara gözlüklerim, Fossil marka saatim, ceketim, evimin anahtarı, spor ayakkabılarım, 3-5 bozuklukla kapımı kapadım. Galiba doğalgaz faturası kabarmasın diye salonun kaloriferlerini kapatmış olmalılardı. Haksızda sayılmazlardı. Dışarısı daha sıcaktır gibisinden salak saçma düşünceleri başımdan defedemediğim için çıkmaya karar verdim. Zaten baya giyinmiştim. İyi oldu.
Sokak hafiften karlı, lambalar dibine bile ışık veremeyecek kadar zayıf, yayalar alabildiğine şişman ve ellerim üşümekteydi. Ruhumun obezitesi yüzünden içim içime sığmıyor, iki adım sonra koşmaya başlıyor, durup tekrar koşuyordum. Ara sokakların macera dolu dünyalarına giriş yapmaya karar verdim. Bir nebze de olsa düşünmemeye çalışmak belki azaltırdı acımı. Sessiz, karanlık ve boş sokaklarda küçük küçük adımlarla ilerliyordum. Sokağın başından aynı benimki gibi ağır ağır ilerleyen adımları duyuyordum. Biraz hızlandım o da hızlandı. Kesinlikle takip edliliyordum. Arkama dönüp baktığımda gördüğüm manzaranın bende yarattığı şokla koşmaya başladım.
Gecenin bir yarısı yetmişlik bir nine beni takip ediyordu. Tüm evreni etkileyen zaman, sanki bu kadını hiç görmemişti. Deli gibi koşuyor aramızdaki mesafeyi kapatıyordu. Önüme dönüp daha da hızlı koşmaya başlamıştım. Yaşlı pis moruk! Canına okumuştum. Mesafeyi koruyordum. Etrafımdan kurşun gibi vızır vızır geçen daha doğrusu tıkırdaya tıkırdaya geçen takma dişler beni ıskalıyordu. Lanet kıçımı kurtarmak için manevralara başladım. Olacak gibi değildi. Ana caddeye çıktım. İlk kez bu cadde bomboştu. Av malzemeleri satan bir dükkan gördüm. Camıını kırmayı düşünmemle içeri dalıp tüfeği alıp tekrar yola atlamam bir oldu. Sağıma soluma ve bilumum ara yönlere döndüm baktım ancak yetmişlik karıyı hiçbir yerde göremedim. Ah! salak gibi hiç fişek almadan boş tüfekle karşısına dikilsem ne yapacaktım ki. Dükkana tekrar girdim ve bir kutu fişek aldım ve cebimdeki 3 lira 55 kuruşu kasanın yanına bırakıp çıktım.
Az ileride yerden ışık saça saça hızlı hareket eden bir şey geliyordu. Aslına bakarsanız ki bende yaklaştıkça anladım, bir şey değil onlarca şeydi. Ellerinde ışın kılıçları üzerlerinde zırhlarıyla üzerime doğru koşturan kediler. Seri bir şekilde tüfeği doldurup sıktım doldurup sıktım. 3 tanesini yatırdıktan sonra ikisini de kabzayla bayılttım ama kılıcıyla silahımı ikiye ayırdılar. Ellerimi kaldırdım ve diz çöktüm. Yapacak çok az şey vardı. Beni karargahlarına götürdüler.
Bir rögar kapağından aşağıya indik. Her gün gelip geçtiğim üstüne bastığım rögar kapağıydı bu. Selam verdik aşağıdaki kedi abilere. Evet sayın okur, korkudan kedilere abi çektim. Ne yapabilirim ki, niye gülüyorsunuz. Ellerinde ışın kılıcı var. Hı hı, tabi. Star Wars’un çekimlerine katıldım onu anlatıyorum burada.
Yaka paça bir hücreye attılar beni. Yerin altında bir hücrede olduğuma göre kapkaranlıktı dememe gerek yok. Yan hücrelerden gelen çığlık sesleri yüzünden ürpertim ve korkularım giderek artıyordu. Yıllar sonra altıma bile kaçırabilirim. Neyse ki çok geçmeden hücre kapısını açtılar. Hücreye tıktıkları gibi yaka paça çıkarıp liderlerine götürdüler. Büyük bir kapının önüne geldik. 2 kedi kapıyı zorlanarak açtı. İçerisi diğer yerlere göre daha aydınlık ve genişti. Büyük bir koltukta Garfield çakması bir kedi elinde asasıyla oturmaktaydı. Önünde diz çöktürüldüm.
"Hoşgeldin Sayın Lider. Bizim çocuklar seni iyi ağırlayabiliyor mu ?" dedi.
"Çok iyi ya. Hizmetiniz mükemmel de sen bana lider mi dedin?"
"Evet. Kendine farklı hitap mı ettiriyorsun ?" dedi ve soru sorma sırası bendeydi.
"Afedersiniz ama salak mısınız? Zira lider derken ne kastettiğinizi sordum."
"Bre deyyus! Sen bana nasıl hitap ediyorsun?"
"Türkçeyi Cüneyt Arkın’nın Bizans filmlerinden mi öğrendin? O kadar yükseğe nasıl zıpladığını çözebildiniz mi?"
"Bırak lan laf kalabalığını! Yenilgini ilan eden şu bildiriyi imzala"
"Bir dakika, bir dakika. Ne yenilgsi bu ? Hatta yeri gelmişken şu hikayeyi baştan anlatsana sen"
"Ben Mars Kedi İmparatoru Barsoom. Dünyalı kedilerden yardım çağrısı aldık ve bunun üzerine işgal için geldik. Köpek lideri yakalayıp insanları zombileştirecektik. Ve en sonunda seni de esir aldık ve savaş nihayet bitti. Hadi imzala artık şunu"
"Nasıl yaa! Ben köpek lider falan değilim lan saçmalamayın. Nerden çıkardınız bunu ?"
"Gözcü birliklerimi sokaklara salmıştım seni bulsunlar diye ama sen kendi patilerinle geldin bize. Askerlerimi havlayarak korkutmaya çalıştın."
"Sayın İmparator, bir yanlışlık var. Ben insanım sadece çok iyi taklit yapabiliyorum. Olay da sadece can sıkıntısı yüzünden kedileri korkutmaya çalışmamdan ibaret."
"Tabi canııııııımmm! Zaten sende hemen itiraf edecektin. Muhafızlar götürün bu zındığı işkence odasına"
Kediler sadece Mart’ta değil Mars’ta da coşabiliyorlarmış. Evet, saatlerce işkenceye maruz kaldım. Kollardan ve bacaklardan çekme mi, çarkıfelek üzerinde saatlerce döndürülmek mi, yılanlarla dolu zindana atılmak mı... Filmlerde gördüğünüz bütün sahneleri kendi hayat filmimde yaşamıştım. Kendi hayatımın dublörüydüm o işkence odasında. Yalan söylemekten nefret ederim. Ve evet, yanlış beyanda bulunup kabullenemedim ve işkenceler devam etti. Bir türlü "köpek lider benim" demedim. Dayanma gücüm beni bile şaşırtıyordu.
Günlerce haftalarca işkence gördüm ama boş durmadım. Bekçilerin değişme saatini, anahtarın kimde ve nerde olduğu vs vs. Alttan alttan planımı yapmıştım. Filmlerde olduğu gibi işkence görüyorsam filmlerde olduğu gibi de kaçabilirdim. Ve kaçtım da. Gardiyanı çağırdım, tuvalete gideceğimi söyledim, tam tuvalet kapısına geldiğimde aniden arkamı dönüp kediyi patakladım. Baygın bedenini tuvalete kilitledim. Anahtarlarını ve silahını aldım. Yoluma çıkan tüm kedilerin canına okudum ve geldiğim rögardan çıktım.
Gündüz vakti sokaklarda kimsecikler yoktu. Bu yaşadıklarımın kabus olmasını diliyordum ama galiba gerçekti. Gerçekten dünya uzaylı kediler tarafından istila edilmişti. Gece yarısı beni öldürmeye çalışan ihtiyar karı da gerçekten zombiydi ve genç bedenimi dişlemek istiyordu. Önümde iki seçenek vardı. Ya dünya için savaşacaktım ya da evime dönüp oyunlar ve filmlerle dolu lanet yaşamıma devam edecektim. Tabi ki evime gittim.
Birkaç gün boyunca film, cips ve kola ile geçti. Canım sıkıldıkça oyun oynadım. Tam bir ay. Evden çıkmadım. Ruhum yine şişmeye başladı, aslında dünya da umrumda değildi. Ama gidip dünyayı kurtarım lanet egomu tatmin etmeliydim. Ekmek bıçağıyla çıktım dışarı. O yetmişlik nineyi buldum önce. İlk kez bir ihtiyarı öldürmüştüm. Ardından birkaç köpekle fare buldum. Durumu onlara anlattım ve yarın saat 12de evimde toplanalım dedim.
Sabah gürültüyle uyandım. Evin önünde izdiham vardı. Yüzlerce köpek ve binlerce fare, benim pencereyi açmamla sustu. Pür dikkat beni dinliyorlardı. Bir heyecan bastı beni zira daha önce böyle bir kalabalık karşısında konuşma yapmamıştım. Velhasıl kelam hep birlikte dünyayı bu işgalden kurtaracaktık.
Her gün evin aşağısındaki parkta toplanıp eğitim yapıyorduk. Bildiğim tüm dövüş sanatlarını öğrettim köpek ve farelerden oluşan orduma. Kısa zamanda eğitimli ve düzenli ordum giderek artıyordu. Muhteşem bir gücü elimde bulunduruyordum.
Parktan eve dönerken bir akşamüstü onu gördüm. Ruhumu avuçlarında tutan, hayatımın çekilmezliğine çay demleyen, her gülüşünde daha da yörüngesine oturduğum güneşim. Ne zaman görsem onu, olduğum yere çakılıp kalırım ve yine aynısı oldu. Yolun karşısında yürüyordu, bense heykel gibi kaldım olduğum yerde. Onu izliyordum. Beni gördü. Bana doğru koşmaya başladı. Bana geldiğine göre o da zombi olmuştu kesin. Ona aşık olduğumdan beri ilk kez ona bu kadar yakındım. İlk kez bana dokunuyordu. İlk kez beni dişledi. İlk kez kalbimi yerinden söktü. İlk kez başımın etini yedi. İlk kez beni afiyetle yedi. Canı sağolsun.
YORUMLAR
ne yaptın sen yaa..(: ruhsal bunalımlardan sonrası hayli sürükleyiciydi bu keyfi yaşattığın için sağol ama kedilerle ilgili bilinçaltınla uygulamalara başlasam iyi olacak gibi..:) seni seviyorummmm..<3