- 756 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KENDİNİ BULMAK MI KENDİNE GELMEK Mİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir kitabın tanıtım reklamı yapılırken, “Bu kitapta mutlaka kendinizden bir şeyler bulacaksınız” ifadesi en vurucu cümle hala.
Öykü-anı karışımı bir yazının okuyucu yorumlarına bakıldığında onlar da bu ifadeyi doğrular biçimde. Yani birçok insan kendinden anılarından yaşadıklarından bir şeyler bunduğunda hemfikir.
Oysa bir okuyucu okurken rastladıklarını daha önceleri kendi hayatında yaşayıp deneyimlemişse bunları belleğinde yeniden canlandırması ve hissetmesi pek de önemli olmasa gerek.
Asıl önemli olan; okuyan kişinin her sözcücükte her satırında her anlatımda kendi hakkında hiç bilmediği hiç düşünmediği bir takım şeyleri yeni yeni keşfetmesi ve kendini daha iyi tanıması olmalıdır.
Ve kitaptaki karakterlerde kendini bulmasının yerine; silkelenip kendine gelmesidir bana kalırsa.
Bu nedenle de yazılanların birçoğu birbirini tekrarlamanın ötesine geçemiyor. Hal böyle olunca da daha fazla okunmak farklılık yaratmak ilgi çekmek ya da bir tarz oluşturmak amacıyla birtakım yazınsal süslemeler bezemeler ve çok fazla imgelerin betimlemelerin dışına çıkamıyor yazılanlar doğal olarak.
Hayal bu ya…
Güneşin aynı anda her yönden doğduğunu..
Ayın ve yıldızların gündüzleri de gökyüzünü kapladığını..
Yağmurların insanı mest eden bir kokuyla yağdığını..
Serçelerin uyanmak istediğiniz saatte camınızı tıklayarak sizi uyandırdığını..
Bütün kalbinizle Aşka inandığınızı..
Hiç tanımadığınız bitki ve deniz canlılarının lacivert okyanusların masmavi denizlerin üzerini örttüğünü..
Benim biat ettiğim tabiatın yaratıldığı ilk günkü halleriyle Yaradan’a secde ettiğini..
Ve sahip olduğunuz bu günkü teknoloji olanaklarının elinizden uçup gittiğini görmek sizi ne kadar mutlu eder bilmem…
Lakin ben mutluluktan ölürdüm..
Nasılsa ölecek değil miyiz..
Ha bu gün olmuş ha yarın..
Ölümün en güzeli mutlu ölmektir bence..
Ben bu düşünce ve hayallerle bakarken yaşama…
Öncelikle Bir Nefis İnsan. Harika Bİr Hekim ve Araştırmacı Usta Bir Kalem Sayın Erdal ATABEK; neredeyse ülke insanının tamamının kendisini dışladığı Sayın Fazıl SAY’ı bakın nasıl yorumlamış, Edip CANSEVER’ in; Ne gelir elimizden insan olmaktan başka...dediği gibi..
Fazıl Say...
“Piyanist. Besteci. Dünya Yurttaşı.”
Jürgen Otten yazmış. Çeviri İlknur Aka’nın. Kırmızı Yayınları. 2. baskı.
Fazıl Say. Dünya çapında bir besteci. Deha düzeyinde piyanist.
Piyanonun başında ayrı bir dünyaya geçiyor.
Müzik onun gerçek yaşamı. Müzik onun gerçek dünyası.
Fazıl Say’ı dinlerken bunu hissediyorsunuz.
Sizi kattığı dünyada dinleyen değil, yaşayansınız.
Provalarını izlerken de bu duyguyu yaşatıyor size. Onu konserlerinde de izledim, provalarında da; oturup konuştuk da.
Sahici bir insandır Fazıl Say.
Hayatını sahtelik üzerine kurmuş bir toplumda rahatsız olmasına neden şaşmalı?
Hepimizin rahatsızlığını dile getiriyor Fazıl Say.
Dikey sözcüklerle yapıyor bunu.
Bizim toplumumuz yatay sözcüklere alışkındır.
Yatay, gizlenmiş, sahte bir uyuma bürünmüş sözcüklere alışkındır.
Pusu sözcükleridir bunlar.
Sonra, başka bir zamanda arkandan vuracaklardır.
Fazıl’da yok bunlar.
Fazıl düello sözcükleri kullanıyor.
Dikey. Batıcı. Rahatsız edici.
Pusucular rahatsız oluyor.
Ama Fazıl çekip gitmiyor.
Çekip gitmeyecek de. Öyle geliyor bana.
Vuruşuyor. Vuruşacak.
Piyanoyla neler yapıyorsa hayatla da onu yapıyor. İçinden geleni. Doğru bulduğunu. Yapmak istediğini.
Kaçmadan, dolaylamadan, eğip bükmeden.
Sertlik mi bu?
Değil. Sertlik değil. Dürüstlük.
Fazıl Say dünyanın en kırılganlarından birisidir.
Aşırı duyarlı. Çok sezgili. En küçük kıpırtıyı fark ediveren.
Bestelerini dinleyin. Ama gerçekten dinleyin.
Fazıl’ı kulaklarınızla dinlemeyin.
Ormanın serin kuytuluklarında dinleyin.
Denizlerin en sessiz karanlıklarında dinleyin.
İnsanın el değmemiş dehlizlerinde dinleyin.
O zaman anlayacaksınız.
O zaman müziğin büyüsü sizi saracak.
Ve o zaman siz başka birisi olacaksınız.
Müziğin ne olduğunu o zaman yaşayacaksınız.
Beethoven’i.
Bach’ı.
Brahms’ı.
Mozart’ı.
Dede Efendi’yi.
İlahileri.
Kilise korosunu.
Madrigalleri.
O zaman.
Ancak o zaman.
***
Süleymaniye Camii’ne bakıyorum.
İnsan kendinden geçiyor.
Ne muhteşem bir yapı. Ne ilahi bir ihtişam.
Büyük Süleyman döneminin kültürünü anlatıyor.
Büyüklük. Sağlamlık. Tutarlık.
Ayasofya’yı kalabalıktan sıyırıp seyrediyorum.
Bin yılların inancını anlatıyor.
Floransa Katedrali.
Döneminin ilkleri.
Kubbesi. Sahını. Kuleleri.
İnsan ne mucizeler yaratıyor.
Tarihin içinde yaşıyorum.
Coğrafyanın enginliklerinde dolaşıyorum.
Dağlarda doğanın canlılarıyla barışık.
Denizlerde.
Coşkulu şelalelerde. Yüzlerce metreden dimdik düşen sularda.
Niyagara’nın evcilleştirilmesi gülünç oluyor.
O, gökten akan bir deniz.
Yanı başında ürperdiğimi hatırlıyorum.
Katılıp gidiverme isteğini nasıl yarattığını.
Müzik mi yaratıyor bütün bunları?
Bu yazı nasıl başlamıştı?
Fazıl Say mıydı yazının başlığı?
***
Evet, Fazıl Say’dı yazının başlığı.
Evet, müzikti konumuz.
Yeryüzüne dönmeyelim bir süre.
Bir süre müzikte yaşayalım.
Bir süre müzikle yaşayalım.
Bir süre olsun...
YORUMLAR
TÜLİN ÖZTUNÇ
Özünüzdeki değere ve hayat bilginize benim asla bir katkım olamaz..
Hayırlı bayramlar ve sonsuz güzellikler diliyorum..
TÜLİN ÖZTUNÇ
Benim onlardan hiç bir farkım yok. Eskinin çizgi filimlerinin tutkunuydum. Hele bir HEİDE vardı ki.. Kızımla birlikte Kolyesini boynumuzdan hiç çıkarmazdık..
Torunlar büyüsün her çeşit müziği birlikte dinlersiniz bu sefer İnşallah..
Hayırlı bayramlar ve Esenlikler dilerim canım kardeşim.