- 620 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Olimpos Günlükleri Kayıp Taç Bölüm 12
BÖLÜM 12: METAL KUŞLAR
“İstanbul’a nasıl gideceğiz” diye sordu Miray.
“Pegasuslar var” dedi Osman.
“Onlar olmaz” diye araya girdi Ahmet “İstanbul’da onlarla çok dikkat çekeriz.
“Peki, ne yapmalıyız” Sümeyye hala üzgün görünüyordu ama arkadaşları bunu nedenini bilmiyordu.
“Normal yolcular gibi gideceğiz” dedi Ahmet “Otobüsle”
“Hayır” dedi Osman “Çok fazla zaman kaybederiz. Bugünü saymazsak sadece dört günümüz kaldı. Bu şekilde olmaz.” Haklıydı. Zaten hava kararmaya başlamıştı. Bugün zaten yolda geçecekti. O yüzden vakitleri azdı ve hızlı bir araç bulmaları lazımdı.
“Uçak” dedi Sümeyye “Uçakla gidebiliriz. Çok kısa sürer.”
“Olmaz” Osman terlemiş gibiydi. Uçağın adını duymak bile onu korkutmuştu “Uçakta rahat edemem”
“Ama başka çaremiz yok” dedi Miray “En hızlısı uçak”
“Evet” diye araya girdi Ahmet “Ama Osman uçakta zayıf düşer. Böyle bir riski bir daha göze alamayız” Aslında, Ahmet havada maksimum gücüne ulaşabilirdi. Denizde kendini çok kötü hissetmiş olmalıydı. Aynı şeyleri Osman’ın da yaşmasını istemiyor gibiydi.
“Peki ya tren” Sümeyye’nin gözlerindeki bakışta “artık bunu kabul edin” dediği çok rahat anlaşıyordu.
“En mantıklısı” dedi Miray “Başka seçeneğimiz yok”
“Bize uyar” Osman, kolunu Ahmet’in omzuna attı. Ahmet de “tamam” der gibi kafa salladı.
Hepsi odalarına çantalarını hazırlamaya gittiler.
Sümeyye çantasına; yedek kıyafet, birkaç hazır yiyecek, birkaç matara su, Miray’dan aldığı bir şişe melioremque aqua, bir de üzerinde “kehanet” yazan kitabı koydu. Neden bilmiyordu ama içinden bir ses onu almasını söylüyordu.
Eline Hephaistos’dan aldığı kılıcı aldı. Kılıcı nereye koyacağının düşünürken kılıç bir anda küçük ve yuvarlak bir taşı olan bir kolyeye dönüşüverdi. Kolyenin üzerindeki taşın yarısı siyah yarısı da beyaz renkteydi. Aynı kılıcı gibi. Sümeyye de kolyeyi boynuna geçirdi ve dışarı çıktı.
Hepsi de holde toplandılar. Miray, garı arayıp biletlerini de ayırtmıştı. Artık yapmaları gereken tek şey, trene binmek ve yolculuğun normal geçmesi için dua etmekti. Ama hepsi de yolculuğun normal geçmeyeceğinin farkındaydılar.
Gara geldikten sonra hepsi biletlerini alıp oturdular. Saate baktıklarında saati 19.45 olduğunu gördüler. Vakitleri azdı. Tren hareket ettiğinde taca doğru olan yolculukları da başlamış olacaktı.
Trenin hareket geçmesiyle beraber büyük bir sohbete daldılar. Önceki yaşamlarıyla ilgili konuşuyorlar, gülüp, eğleniyorlardı.
Sümeyye ise hala eski ölen arkadaşını hatırlıyor, Ahmet’in de ölümünü gördüğünü düşünüyordu. Bunu söyleyip söylememek konusunda kararsızdı. Eğer bunu söylerse Ahmet’in ne tepki vereceğini de merak ediyordu. Ahmet’e doğru baktığında gözlerindeki bakıştan bu görevde öleceğini sanki biliyor gibiydi. Sümeyye kaderi görüyordu ve galiba o kader değiştirilemezdi.
Ahmet ara sıra arkadaşları ile konuşuyor ara sıra da kolundaki kartal dövmesine bakıyordu. Aklından bin bir türlü şey geçtiği gözlerinden çok kolay belli oluyordu. Sanki kafası gece gündüz çalışmak zorundaydı. Ahmet kendini çok zorluyordu. Aklında olan şey ise kehanetti ve onu çözmesi gerekiyordu. Arkadaşlarının hiçbirinin ona ihanet edeceğini düşünmüyordu ama kehanet aralarından birinin onlara ihanet edeceğini söylüyordu. Ahmet, etrafına o kadar şüpheyle bakıyordu ki kendinden bile şüpheleniyordu.
Miray’ın da konuşurken aklından bir sürü şey geçtiği belliydi. Çok zekiydi. Hiç kimse onunla savaşmak istemezdi. Çünkü rakibinin her hamlesini önceden hesaplayabilirdi. Onun da Ahmet gibi kehanet üzerinde çok durduğu belliydi. Ama onu asıl ilgilendiren şey ise tacın seçtiği kişi ve dumansız ateşti. Bu dumansız ateş ne olabilirdi ki. Kehanete göre kaosu aydınlatacaktı. Peki, bu neydi?
Osman ise galiba en rahat olanlarıydı. Kafasındaki tek problem titan Okeanos’du. Ona tutsak olması gerekirdi ama o denizde çok güçlüydü. Hem de arkadaşları yanındayken bu ona göre imkansızdı. Bu yüzden kafasına pek takmıyordu. Ama titana dersini vermeyi çok istiyordu. İçinden bir ses Okeanos ile yakında karşılaşacağını söylüyordu.
Tüm bunları düşünürken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Hatta bir ara Olimpos’un düzenini değiştirmeyi düşündüler. Ortadaki masayı kaldıracaklardı. Ve tahtları, mitlerde geçen şekilde düzenleyeceklerdi. Bu şekildeki düzen hepsinin daha çok hoşuna gitmişti.
Hep birlikte sohbet ederlerken aniden bir ses duydular. Sesi duydukları anda da gerçek yolculuklarını asıl şimdi başladığını anladılar.
“Hemen mi?” dedi Osman. Yüzünde şaşkın ve üzgün bir ifade vardı. “Daha yolculuğa başlayalı bir saat bile olmadı. Çok kabasınız”
Ses bir kuşun çığlıklarına benziyordu. Ama dost canlısı bir kuş olmadığını hepsi de anlamıştı. Zaten dost canlısı bir şey onları bulmazdı.
Aniden kuşlardan biri cama vurdu ve cam çatladı. Kuşun normal bir kuş olmadığı belliydi. Camdan dışarı baktıklarında, dışarıda onlarca kuş olduğunu gördüler. Kuşlar; normal bir kartal iki katı büyüklüğündeydi, pençeleri ise bir çeşit alaşımdan yapılmış olmalıydı. Tüyleri ise normal kuş tüyü değildi. Onlarda metalden yapılmıştı.
“Stymphalian Kuşları” dedi Miray
“Kuş mu?” dedi Osman alaycı bir şekilde “Bir Leviathan öldürdükten sonra Kronos bize metalden yapılma kuşlar mı gönderdi? Bu adam bizle dalga mı geçiyor?”
“Onlardan korkmalıyız” dedi Ahmet. Gözleri ise bunları söylerken kuşlara bakıyordu.
“Peki, neden?” diye sordu Osman
“O kuşlar…” dedi Ahmet “… o kuşlar insan eti ile beslenir” Osman, bir an için Ahmet’in şaka yaptığını düşündü. Ama galiba Ahmet şaka yapmıyordu.
“Hey! Kuşyemi filan olmak istemiyorum ben” Osman, kuşlardan korktu mu yoksa onlardan iğrendi mi pek belli olmuyordu.
Kuşlardan biri daha cama vurunca hepsi bir anda geri çekildi. Bu sefer cam iyice zarar görmüştü ve bir hamle sonra kırılabilirdi.
Hepsi bir anda sol ellerini kaldırıp Olimposlu formlarına dönüştüler. Sümeyye de kolyesini çıkarıp eline aldı. Kolyeyi zincirinden tutup sallandığında kolye kılıç formuna geri döndü.
“Voovv!” dedi Ahmet “Ben de yolculuğa başladığımızdan beri kılıcını nereye koyduğunu merak ediyordum.”
“Boynuma saklamıştım” dedi Sümeyye “Haydi biraz kuş avlayalım”
Hepsi koridora çıkıp, acil çıkış kapısından trenin üstüne çıktılar. Çıktılarında ise orada çok daha fazla stymphalian kuşu olduğunu gördüler. Sayıları neredeyse elli tane falan vardı. Gece karanlığında bile bu kadar net görünüyorlardı.
Kuşlardan biri onları gördü ve üzerlerine doğru saldırıya geçti. İlk saldırıyı Ahmet engelledi ve kuşun metal gagasını trene sapladı. Sonra da kılıcıyla yaratığı ikiye bölüp toza çevirdi.
Arkadaşlarından birinin öldüğünü gören kuşlar, aniden onlara saldırmaya başladılar. Bu kadar kuşun onları yeme düşüncesi cidden çok kötüydü.
Bu sırada tren hale son hızla gitmeye devam ediyordu. Sanki makinist kuşları umursamıyordu. Ya da cidden kuşları daha görmemişti.
Sümeyye, bir anda dengesini kaybedip yere düştü. Kuşlar da bunu fırsat bilip üzerine doğru gelmeye başladılar. O sırada Osman elindeki kılıcı glaciem’i(Hephaistos’un verdiği kılıç kuzydeki buz ejderi Glaciem’in kalbi ve pençelerinden yapıldığı için Osman kılıca bu adı vermişti.) aniden üçlü yabasına dönüştürüp oraya fırlattı. Kılıcı nasıl yabaya dönüştürüp oraya fırlattığının farkında değildi ama kuşların dikkatini dağıtmayı başarmıştı. Sümeyye de birkacını toza çevirip yabayla birlikte Osman’ın yanına geldi. Yabayı Osman’a verip “Sağ ol” dedi. Osman da yabayı aldı ve tekrar glacieme dönüştürdü.
“Birbirimize arkamızı vererek savaşalım” dedi Miray “Bu şekilde en az hasarla kurtuluruz”
Hepsi Miray’ın dediğini yapıp bir araya toplandılar ve birbirlerine sırtlarını verdiler.
Sümeyye, kuşlarından birinin kafasını kaos kılıcıyla gövdesinden ayırmıştı. Kuşu toza dönüştü ve rüzgar tozlarını uçurdu.
Miray da mızrağıyla- bu Hephaistos’dan aldığı mızraktı ve oda genelde mızrağa bellum diyordu- birkaç kuşun kafasını ezdi ve onları toza dönüştürdü.
Kuşlardan biri onlardan uzak duruyor onlara saldırmıyordu. Diğerlerine göre daha büyük olan bu kuş onların kralları olmalıydı. Kral kuş, diğer kuşlardan birini yanına çağırıp bir şeyler söyledi ve kanadıyla bir yeri gösterdi. Diğer kuş da “tamam” der gibi kafasını aşağı salladı ve kralını gösterdiği yere doğru uçuşa geçti.
Ahmet, kılıcıyla kuşlardan birini daha yok ettikten sonra tren bir arıza yaşamış gibi sallanmaya başladı. Ahmet, bir küfür savurdu ve “Ne oldu?” dedi.
Etraflarına baktıklarında ne olduğunu anlamışlardı. Kralın emir verdiği kuş geminin motoruna saldırmıştı ve ona zarar vermişti. Büyük ihtimalle de tren az sonra patlayacaktı.
“Hemen trendeki insanları dışarı çıkarmalıyız!” diye bağırdı Ahmet. Hepsi de kafalarını sağlayıp acil çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladılar. Kapıya doğru giderlerken temkinli davranmaya çalışıyorlardı. Kuşlar onlara dokunması onları zayıflatabilir ve kuşyemi yapabilirdi.
Acil çıkış kapısını açtıktan sonra, ilk önce Sümeyye ve Miray içeri girdi.
İçeri girer girmez Miray kendi haline geri döndü ve Sümeyye de kılıcını kolyeye çevirip boynuna astı.
“Siz içeridekiler kurtarın bizde kuşları oyalayalım” Osman kılıcıyla bir kuşu daha küle çevirdi. Ve sanki bowlingde tüm kukaları devirmiş de ona seviniyormuş gibi bir hareket yaptı.
Sümeyye ve Miray içeri girdikten sonra Ahmet kapıyı kapattı. Sonra da Osman’a doğru arkasından yaklaşan bir kuşu toza çevirdi.
“Sağ ol be kanka” dedi Osman
“Sorun değil” dedi Ahmet “Sen de aynı şeyi yapardın” Sonra bir kuş daha toz oldu.
Sümeyye, içeri girer girmez acil durum frenini tuşunu buldu ve ona bastı. Tuşa basınca tren aniden durdu.
Miray da koşarak makinist kabinine gitti. Makinistte “Durum nasıl?” diye sordu.
“Çok kötü” dedi makinist. Gerçekten de perişan görünüyordu. Makinist; uzun boyluydu, siyah gözleri vardı. Mavi şapkasından birazı görünen saçları da siyahtı. Üzerinde de yine mavi bir makinist kıyafeti vardı. Ayağına da siyah bir ayakkabı giymişti. Terler akan alnını da beyaz bir mendille siliyordu. “Tren kontrolden çıktı ve arkadaşıma bir şey, bir kuştu galiba saldırdı”. Makinist eliyle arkadaşını işaret etti.
Makinisttin gösterdiği yere baktıklarında başka bir makinistin yerde yattığını gördüler. Bu makinist; diğerine göre daha kısaydı, yeşil gözleri vardı ve saçları kahverengimsi bir renkti. Saldırı sırasında şapkası düşmüş olmalıydı ki şapkası yanındaydı. Üzerindeki makinist kıyafeti kan olmuştu. Kuşlar onu boğazından ısırmış olmalıydı çünkü boğazında çok büyük bir yara izi vardı.
“Melioremque aqua getir” dedi Miray, Sümeyye’ye bakarak. Sonra da makiniste döndü ve “Hemen insanların dışarı çıkması için bir anons yap”
Makinist, hemen anons yapmak için mikrofonu eline aldı ve “Herkes sakin bir şekilde trenden ayrılsın. Tekrar ediyorum. Trenden sakin bir şekilde ayrılın” dedi.
Sümeyye de hemen kabinden çıkıp kendi oturdukları vagona geldi. Vakitleri olmadığını düşünerek dört çantayı da eline aldığı gibi tekrar geri döndü.
Kabine geri geldiğinde Miray hala adamın başındaydı ve bulduğu bir bezle adamın yarasını sarıyordu.
“Al” dedi Sümeyye içinde mavi bir sıvı olan bir şişe uzatarak.
Miray, şişeyi aldı kapağına birkaç damla dökerek yaralı makiniste içirdi. Aslında korkuyordu. Çünkü melioremque aqua çok farklı bir iksirdi ve onu öldürebilirdi. Ama şuanda başka şansları da yok gibi gözüküyordu.
Treninin yukarısında ise hala Osman ve Ahmet, kuşlarla savaşıyordu. Kuşlar, sanki tükenmiyordu. Öldürdükçe başkası gelip tekrar saldırıyordu.
Osman’ın kolunda küçük bir yara oluşmuştu ama bunu kuşlar yapmamıştı. Tren aniden durunca ikisi birlikte düşmüştü ve Ahmet’e bir şey olamazken onun kolunda küçük bir yara olmuştu.
“Kralları” dedi Osman “onu öldürürsek belki dirençleri kırılıp bize saldırmaktan vazgeçerler.”
“Ya da-” dedi Ahmet “-daha da hırslanıp bizi öldürürler”
“Denemeye değer bence” Osman, o sırada kuşlardan birini yakaladı ve metal tüylerinden birin aldı. Ve kral kuşa doğru fırlattı. Tüy, kuşa isabet etti ama kuşa hiçbir şey olmadı. Yalnız kral kuşu kızdırmışlardı.
O sırada Miray ve Sümeyye, yolcuları güvenli bir şekilde dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Sümeyye trenin motorunun bulunduğu yere doğru baktığında dumanların çıktığını gördü. Eliyle orayı gösterip Miray’a “Acele etmeliyiz!” dedi. Miray da “Hadi! Acele edin” diye bağırdı.
Hala kuşlarla uğraşan Osman ve Ahmet, insanların yavaş yavaş treni boşaltmaya başladıklarını gördüler.
“Artık geri çekilmeye başlayalım. Onları yok edemeyiz” dedi Ahmet. Ama Osman’ın geri çekilmeye niyeti pek yok gibiydi. Kılıcıyla önüne çıkan her kuşu toza çeviriyordu.
“Bu kuşları canlı bırakamayız” diye karşılık verdi Osman.
“Ama hepsini öldüremeyiz de.” Ahmet, kılıcıyla kuşlardan birini daha ikiye böldü.
“Krallarını öldürelim. Sonra da kaçarız.” Osman bu konuda haklı gibiydi. Çünkü büyük ihtimalle bu kuşlar kralları olmadan dağılırlardı.
“O zaman işte plan” dedi Ahmet “Yabanı kuşa fırlat. Sonra da trenden aşağı atlayalım”
Osman, hemen glaciem’i yabaya dönüştürdü. Dengesini toplayıp tüm gücüyle kral kuşu doğru fırlattı. Sonra da hemen trenden aşağı atladılar. Kral kuş çığlığı ile başka bir kuş hemen yabanın üzerine doğru uçtu ve onu aşağıya düşürdü. Osman ve Ahmet de koşarak yabayı aldılar.
Miray ve Sümeyye’yi görünce hemen onları yanlarına gittiler. Orijinal formlarına dönüştüler.
Trenin durduğu yer neresiydi bilmiyorlardı ama karşılarında bir ormanlık alan vardı.
“Ormana doğru kaçalım” dedi Ahmet “Orası bizim için daha güvenli”
Hepsi ormana doğru koşarlarken, tren de büyük bir gürültü ile patladı. Kuşların çoğu patlamada toz olup yok oldu. Ama hayatta kalanlar, bizimkileri kovalamaya devam ediyordu.
Zorlu bir kovalamacadan sonra, en sonunda kuşlardan kurtulmayı başardılar. Saat, gece yarısına varmış olmalıydı ve onlar çok yorgundular. Neyse ki, Sümeyye çantaları almıştı ve o yüzden eşyaları güvendeydi.
Hemen bir ateş yakıp başına geçtiler. Biraz ısınmak ve dinlenmek istiyorlardı. İnanın, okulda sekiz saat ders isledikten sonra canavar bir metalden kuş ordusuyla savaşmak hiç güzel olmuyordu. Hele bir de o kuşlar insan eti yiyerek besleniyorlarsa, işte bu korkunçtu.
Hepsi oturmuş ve artık başka bir şey olmasında uyuyalım diyorlardı.
Hepsi çantalarına karıştırmaya başladı. Çünkü acıkmışlardı. Hemen hazır bir konserve sarma çıkarıp yediler.
Yemek yedikten sonra Sümeyye çantasında kahverengi kaplı kitabı çıkardı. Kehanetin yazılı olduğu sayfayı açıp bakmaya başladı. Arkadaşları ona baktıklarında, niye yaptığını anlamadılar ama yine de bir şey demediler.
Aniden, Sümeyye’nin gözlerinde ve ağzından yeşil bir ışık çıktı ve Sümeyye ilk kehaneti zaman konuştuğu sesle konuşmaya başladı.
Dört kişi tutsak düşecek
O, seçim yapmaya zorlanacak
Öfke ve korku onun gerçek gücünü ortaya çıkaracak
Güce ulaştığında tüm şimşekler yere inecek
Sümeyye, bunu söyledikten sonra yere yığılıp bayıldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.