- 920 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Besleme hayatlar -2-
...
"Bekleyin burada. Büyük hanıma haber verip geleyim” der demez kocaman kapıyı kapatmadı da sanki yüzümüze tokat attı.
Annem, onun bu hareketinden işkillenmiş olacak ki; bana fark ettirmeden gözlerinden süzülen yaşları arkasını dönüp çemberinin ucuyla sildi.
Böyle bir tepkiyi beklemiyordu. Allah için ben sadece anneme üzüldüm. Kendimi düşünmüyorum bile.
Birkaç dakika sonra aynı hizmetçi kapıyı açtı. Ufukta belli belirsiz bir çizgi gibi duran yumuk gözleriyle ayaklarımıza bakıp:
“ Ayakkabılarınızı çıkarıp şuraya bırakın. Şu terlikleri de giyin!”
Kendi giydiği siyah terliklerden bizim önümüze birer çift bıraktı.O zaman aynı dünyanın insanı olduğumuzu anladım. Onunda bizden farkı yoktu. Ama bizi aşağılamayı da ihmal etmiyordu. Konağın büyük dış kapısını bu sefer daha yavaş örttü, niyeyse…
Dışarıdan görünen gösterişli evin içinde bambaşka bir hava vardı. Tavanlardan sarkan kocaman avizeler. Duvarlarda işinin ehli olduğu her fırça darbesinden belli olan resimler, yerlerdeki ipek halılar.
Ayağımda terlik olmasına rağmen onların yumuşacık olduğunu hissedebiliyordum. Ama yine de elimle dokunma isteğime söz geçiremedim. Hizmetçi kadına fark ettirmeden eğilip ipekli halının üzerinde parmaklarımı gezdirdim…
Kocaman bir bulutun üzerinde gökyüzüne yükselmek gibiydi. Mavi kanatlı bir kelebeğin, beyaz papatya tarlalarından geçişindeki o tevazuyu hissettirdi bana. cennette eteklerini sürüyerek yürüyen hurilerin narin dokunuşları gibi…
Duvarlarda ki kağıtların kabartma işiyle yapılmış olması ayrıca çok güzeldi. Mavinin tüm renkleri duvarlarda gah ulu bir dağın yamaçlarına serpiştirilmiş, gah gece ile gündüzün kesiştiği noktalardan birer şarkı gibi ırmaklar boyunca çağlamıştı…
“ Vazo’ya dikkat edin! Çok kıymetlidir. Büyük Hanım’a hediye geldi. Gerçi onlar için her şey çok kıymetlidir ya!”
Sözlerinden sanki daha önce başından tatsız bir hatıra geçmiş ve zenginlerin küçültücü bakışlarına ve hakaret dolu sözlerine maruz kalmış gibi bize dönerek, gözlerini bir ara kocaman, açıp tekrar küçülttü. O zaman fark ettim ki; gözleri gecenin son deminde usul usul savrulan mavi bir rüzgardı…
Koridorun ortasında ters istikametlere giden iki merdiven vardı. Aşağıya inen merdivenin trabzanları sıradan bir ağaçtan yapılmıştı. Üst kata çıkan trabzanlar ise oymalı ve daha gösterişliydi.
Koridorun sonuna doğru yemek kokularının arttığını hissettiğimde; iki gündür doğru dürüst bir şey yemediğimi fark ettim.
Aylar sonra et kokusu!…
Bunun ne demek olduğunu anlamak için; benim yerimde olmanız lazım.
Mutfakta, ocağın başında bulunan kadının yaşı hemen hemen ninemle aynıydı. Ama daha şişman ve daha atikti. Belki de hep mutfakta olduğu ve hiçbir şeyi midesinden eksik etmediği için bu kadar kuvvetliydi yaşına göre…
“Şuraya oturun” dedi bizi getiren hizmetçi. Sonra gidip yemek yapan aşçı kadının kulağına eğilip” Şu, getir- götür işi için gelmişler. Büyük hanım senin ilgilenmeni istedi”
Kocaman tencereyi elindeki tahta kepçeyle karıştırıp, yarım olarak kapattığı kapağın üzerine koyduğu kaşıktan sonra, ellerini bir bez yardımıyla sile sile yanımıza geldi.
Aynı diğer hizmetçinin yaptığı gibi tepeden tırnağa süzdü bizi…
Acaba neden böyle yapıyorlardı?
Suçlu gibi annemle birbirimize baktık.
Mutfakta ki diğer hizmetçi; adının sonradan Halime olduğunu öğrendiğim, benden yaş olarak büyüktü. Sarı saçlarını arkadan tek örgü yapmış, ucuna da siyah lastik bir toka takmıştı. Onun üzerinde ise, beyaz bir bluz ve beline bağladığı kalın pilileri olan beyaz bir önlük vardı.
Bir an onunla göz göze geldik. Bana olan bakışlarından ondan çok çekeceğimi, ileriki zamanlarda bunu yaşayarak, anlamam gerektiğini hissettiriyordu…
Elinde, kenarlarında çiçek motifleri bulunan porselen kabın içine itinayla yerleştirdiği kızarmış etlerin üzerine, camdan kapağını kapatıp, bluzunun düğmelerinden birkaç tanesini, göğsünün çatalına kadar açtı. Başını biraz daha havaya kaldırıp, kendinden emin adımlarla yanımdan geçerken yine beni ürperten o bakışlarını bir rüzgar gibi suratıma çarparak geçti…
“ Bu kız mı getir götür işleri yapacak?”
“Evet” dedi annem ve ekledi:
“Bakmayın sıska göründüğüne. Olduğundan daha kuvvetli ve hamarattır”
Annem bunları söylerken kendide inanmıyordu ya neyse…
Zor durumda kalan insanların, acınacak halinde ki ilk perdelik oyunumuzu oynuyorduk. Sufleyi veren hayatın acımasız yanı ve midemizden yükselen seslerdi.
Etrafımda bir tur dönen kadın, omuzlarımdan tuttuğunda eline gelen kemiklerimden ürkmüş olacak ki; birden ellerini çekti üzerimden, karşısında bulaşıcı bir hasta varmış gibi, iki adım geri atarken kendini, koca karnı sallandı; tıpkı kahkahayla güler gibi…
“ Kiminiz kimseniz yok mu?” Bu soru annemeydi. Annem bu kadar sorgu sual edileceğini ummuyordu, eminim. Beni kapıdan içeriye yollayacak ve eve geldikçe onun avuçlarına bıraktığım paraları sayacak, sonra da hayalini kurduğu sofrada ziyafet çekecekti…
Hemen kendini toparlayıp:
“ Kocam var. Uzun zamandır çalışmıyor. Yatalak diyemedi niyeyse. Boğazında düğümlenen o kalın ipteki düğümü benim gibi yaşlı aşçıda fark etmişti.
“Oğlum gurbete gitti. Neredeyse iki ay olacak ondanda ses- seda kesildi. Evde ki… dedi ve kaldı boğazındaki acı haykırışın tam ortasında…
Un çuvalı bitti ve açlıktan sersefil olup bu hale geldik. En sonunda kızımı hizmetçi diye kapınıza getirdim. Elinize, ayağınıza düştüm. Kızıma iş verin, diyen iç sesini bu sefer hem ben, hem yaşlı aşçı, hem de mutfağa geri gelen genç hizmetçi duydu…
Kaldırdığı sağ elinin, kalın ve etli parmağıyla işaret etti :
“Sen, adın neydi?
“ Hacer Efendim”
“Şu arka odada bulunan dolapta asılı olan önlüklerden üzerine olanı giy ve buraya gel. Sen hanım, sende eve git. Kızın burada kalacak. İşleri erken bitirirse evinize gelir, bitiremez ise burada, tavan arasında şu gördüğün genç kız ile ya da onun yanında ki odada benimle kalır.
Annemin gözleri dolmuştu. İlk kez ayrılıyorduk birbirimizden. Ama en azından, bu zengin evde benim karnımın doyacağı garantiydi…
Aşçı kadın, annemin eline, genç hizmetçi görmeden bir poşet içinde bir şeyler verdi. Annemde kadının elini öpüp, dualar ederek çıkıp gitti kapıdan…
...