harikulade kızlar ve geceler "cadı kazanı"
Otobüsten indim. Yaz akşamıydı. Havada ılık rüzgarın taşıdığı çiçek kokusu vardı. Çok uzun zamandır şehirdeydim, kirli ve tıkalıydım. Kasabanın güzel kokulu havası, lavabonun gürültüyle açılması gibi birden açtı beynimi. Doğal birşeylerin varlığından haberdar oluyordum. Alışveriş merkezi tuvaleti gibi kokan insanlardan sıkılmıştım. Bilirsiniz o kokuyu… Yapay birşeylerin kokusudur. Başını delikten çıkarır insan ve merhaba der ya hayata… İşte öyle hissediyordum otobüsten indiğimde. Ve “Merhaba!” dedim Ege’nin sıcak akşamında beni müşfik şekilde bekleyen Zefiriye ışıklarına…
Yanımda eşya yoktu. Elbiseler, ayakkabı ve ben. Gidiş-dönüş bileti almıştım. Kalacak yerim yoktu. Bir yerde kalacak param da... Ancak bir planım vardı. Bütün akşam kasabayı gezecek, gece olunca bir bara girecek, bütün geceyi barda geçirdikten sonra ertesi sabah otobüse binecektim. Sonra beni bekleyen cehenneme geri dönecektim. Buydu tatil planım…
Nasıl biryerde olduğumu anlamak için etrafa baktım. Bir şehri gezmeden önce tanımak istiyorsanız, o şehrin otogarına ya da genelevine bakmalısınız… Ben otogara bakardım. Genelevler hakkında bilgim yoktu. İşim olmazdı zaten. Hayır, bir felsefem, ya da ahlaklı biri olduğum için değil, sadece bugüne kadar seks için para ödemek zorunda kalmadığım için… Bara gidiyordum onun yerine.
Bir sigara yaktım ve şehrin kalbine, nereye gittiklerini bildiğini düşündüğüm kalabalığa karıştım. Buradaki insanlar kuzeydekilere göre daha neşeliydi, kısa şortlarıyla yürürken ellerindeki dondurmalarını yalıyorlardı. Kadınlar güzeldi, kavruk ve parlak tenliydi. Yeterince güneşte kalmış, pişmişlerdi. Sağlıklı görünüyordu veletler. Tatile çıkmak böyle birşeydi. Kafam rahattı. Bir otel odasına, ya da plaja ihtiyacım yoktu. Canım nereye isterse giderdim. Peşimden sürüklemek zorunda olduğum bir valiz, çocuk ve kadınım yoktu…
Ucuz bir yer buldum ve karnımı doyurdum. Ardından yorgun ellerimi cebime soktum ve bu küçük tatil beldesini keşif için dar sokaklarda dolaştım. Küçük bir gemide olmak gibiydi. Ancak kapasite üzerinde yolcu vardı. Kaldırımdan taşıyordu insancıklar. Trafik felçti. Şehirden kaçıp geldikleri bu şirin beldeyi kendi şehirlerine benzetmişlerdi.
Bardan içeri girdiğimde saat geceyarısını geçiyordu. Daha girer girmez hoşlandım oradan. Sindirilmiş bir havası vardı. Arayış yoktu. Sadece güzel birşeylerin kalıntıları vardı, isli duvarda, bar tezgahı üzerindeki fotoğraflarda… Ve içeride bir kedi dolaşıyordu. Sanırım en çok bu hoşuma gitti. Bir tane boş tabure buldum, oturdum ve bira söyledim.
Güleryüzle karşılanmıştım. Müzik kalite içki ucuzdu. Hemen yanımda uzun boylu kumral bir hatun oturuyordu. Bir amazon kadını. Üçgün yataktan çıkmak istemeyeceğiniz türden. Ancak daha ilk bakışta anlamıştım hiç şansım olmadığını. Sadece ben değil kimsenin şansı yoktu. Bir süre için kendini erkeğe kapatmıştı. Bazı kadınlar tam tersini yapar, sonuna kadar erkeğe açarlardı kendilerini. Eğer duyguları yalanla, ihanetle ovalanmış, ya da bir erkekte sendelemişse, kadın yapardı bunu. Bütün erkeklere kapatırdı bacaklarını. Sevdiğiniz açık hava sinemanın kış geldiğinde kapatması gibi hüzün verirdi. Biliyorum, çünkü böyle uzun süre inzivaya çekilmiş bir kadının ilki olmuştum. Tam kıvamına geldiğinde bana “Dur.” Demişti kadın. “Neden?” diye sorduğumda baklayı çıkarmıştı.
“Uzun zamandır traşlamadım.” Dedi.
“Bak yavrucuğum ben seni istiyorum. Sadece seni, başka hiçbir şeyin önemi yok. Beden sadece araçtır benim için, aşka inanırım ben…”
Böyle demiştim. Ancak külotu çıkardığımda kadının haklı olduğunu anladım. Karşımda kahkülü olan birşey vardı. Siyah boya fırçasına bakıyordum. Düz, kalın telli ve parlak… Birkaç kez yutkundum. Görüntüyü sindirmek kolay değildi. İlk defa erken bitirmek istediğim ancak sonu gelmeyen işkenceye dönüştü seks… Ara sıra kadınları dinlemek gerektiğine işte o zaman karar verdim.
Bu kadında böyleydi büyük ihtimalle. Riske girmeyi göze alamazdım. Bir süre ona baktım. Elinde cep telefonu, poker oynuyordu. Sonra esnedi. Barda esneyen kadından uzak durmak gerektiğini bilecek kadar tecrübeliydim.
Otel parasına ihtiyacım olmadığı için içkiye harcıyordum. Bir süre sonra kaçıncıyı içtiğimi unuttum. Kalabalık giderek kalınlaştı. Nefes almak zordu. Terli yüzlerdeki çukurlarda, seks arayışı içinde deli gözler dönüyordu.
Üç saat sonra yanımda üç kadın ve bir Fransız hemcinsimle çıktım oradan. Nasıl olduğunu sormayın. Ben bile bilmiyorum. Olması gereken hep olur. Bir süre sokakta öylece dikildik. Kadınlardan biri “Nereye gideceğiz?” dedi bana.
“Bilmiyorum.” dedim.
“Kızı sen tavladın, sen söyle.”
Bir süre düşündüm. Sabahın 04.00’ünde yabancı bir yerdeydim, ve yalnız girdiğim bardan dört kişiyle çıkmıştım. Şimdi onları bir yere götürmem gerekiyordu. Hiçbir yeri bilmiyor, tanımıyordum. Şehre birkaç saat önce gelmiştim. Birden deniz kokusu aldım. Hemen karşıda dar bir sokak vardı. Ve karanlığın içinden sürünerek, geliyordu dalgaların süngerimsi yumuşak sesi…
Elimle sokağı gösterdim. “Akdenize!” dedim ve yürüdük, sarhoş, aksak ve azgın…
Kumsala sırtüstü uzandım. Yanımdaki kadın istekliydi. Yılan gibi kıvrılıyordu üzerimde.
“Bana bir dakika izin ver bebeğim. Şu manzaranın tadını çıkarayım.” Dedim. Ve gökyüzüne, altımdaki yıldızlara baktım. Dalgalar yaramaz çocuklar gibi
kucağımıza koşuyor, genellikle bize ulaşmadan düşüyorlardı… Serin bir meltem vardı. Denizin içinden mi çıkıyordu ne? Kulağımı kuma dayadım. Sahili dinledim. Sonra bir ses yankılandı. “Denize!” diyerek bağırdı biri. Kadınlardan biri elbiseleriyle denize attı kendini. Fransız, önce pantolonunu ardından tişörtünü çıkardı, kibarca katladı onları ve ayakkabılarının üzerine bıraktıktan sonra kadının peşinden suya girdi. Yanımdaki kadına baktım. Hazırdı.
Beş dakika sonra denizdeydik. Sahilde bizi izleyen diğer kadına bakıyordum. Birde pantolonumun içindeki cüzdana. Kucağımdaydı kadın. Dalgalar bizi taşıyordu. Akıntı arada dengemizi bozsada ritmi yakalamıştık. Korsan kancası gibi saplamıştım ona. Bazen elimden kurtuluyor ancak kancanın ucunda olduğu için geri geliyordu. Sürekli birşeye küfrediyordu. Bir ara diğer kadına ve fransıza baktım. Onlarda ritmi yakalamışlardı. Altımızda yüzlerce balık toplanmış bizi izliyor olmalıydı. Ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorlardı muhtemelen. Beş dakika sonra kadınlar sırtını birbirine dayadı. Diğer çiftin yakaladığı ritmi kucağımdaki kadında hissediyordum. Serin deniz içinde bir fırtına kopuyordu. Yukarı aşağı, sağa sola savruluyorduk. Uzayda seks... Kadınların çığlıklarını ağızlarına giren dalgalar bölüyordu. Herşey mükemmeldi. Sonra birşey oldu. Ay, bulutların arasından yüzünü gösterdi, ya da soğuk ege suyu beni kendime getirdi. Birden kucağımdaki kadın yaşlanmaya başladı. “Ne oluyor lan?” dedim. Kadının gözleri etrafındaki çizgiler derinleşti. Ağzının kenarında ince vadiler oluşmaya başladı. Onu kucağımdan atmak istediğim ancak bacaklarını belime öyle sarmıştı ki bırakamadım. Gözlerinde sekiz çizgi saydım. Küçük ağzının kenarında üç tane…
Az önce barda yirmilik kızlar gibi dansden, parıldayan kadınlar bunlar mıydı? Yoksa cadı mıydı bu kadınlar? Diğer kadına baktım. Başını arada bize çeviriyordu. Sarı saçları arasından yüzünü görüyordum. İçeri doğru büzülmüş ağzını farkettim. Yüzüne fırlatılan şehvetin resmi onu daha korkunç kılıyordu. Bu düşüncelerle erken geldim. Kumsala sürünerek çıktım ve uzandım. On dakika sonra diğerleri geldi. Kadın, yanıma uzandı. Başını göğsüme dayadı. Birer sigara yaktık. Mümkün olduğunca yüzüne bakmak istemiyordum. Ne yapacaklardı acaba? Bizi kurban mı edecekti cadılar? Fransız’ı onlara bırakıp kaçmayı düşündüm oradan. Sonra “Kendine gel.” dedim. “Cadı diye birşey yoktur!”
Biraz sonra sarışın kadın güneş doğmadan önce gitmek istediklerini söyledi.
Canıma minnet. “Sizi nereye bırakalım?” dedim.
“Şoförümüz var.” dedi.
Cadıların bazı erkekleri köleleştirdiklerini okumuştum.
“Kimsiniz lan siz!” diye bağırdım içimden.
Şehrin meydanına yürüdük. Telefon numaralarımızı değiştik. Sonra lüks bir araba belirdi gecenin içinde. Onlarla gelmek isteyip istemediğimi sordular. Teşekkür ettim. Şoför kapılarını açtı ve kısa boylu cadılar sırayla araba içinde kayboldular. Fransız onlarla gitti. Arabaya binmeden önce elini sıktım tek kelime konuşmadığım hemcinsimin. Hüzünlü bir veda oldu. Gecenin içinde hızla kayboldu siyah araç… Arkama baktım. Belediye binasının önündeydim. Uzun palmiye ağaçları altına oturdum ve bir sigara yaktım. Saate baktım. Otobüsün hareketine iki saat vardı. Kalktım ve o araca binseydim neler olacağını düşünerek, kararlı, bazende pişman, yürüdüm yabancı şehrin soğuk mermer taşlarında…
Arada gizemli kadının verdiği telefon numarasına bakarım, sonra aramayı düşünür, ve çekinirim diğer kadınlarda olduğu gibi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.