- 886 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HOROZLANMAK...
Şu horoz milleti kadar kendini beğenmiş, kibirli, çalımbaz ve hilebaz, korkak mahluk yok gibidir. Bilmem hiç yakinen incelediniz mi? Duruşundan, yürüyüşünden, dünyaya bakışından anlamaya çalıştınız mı? Yani empati kurabildiniz mi?
Muhakkak sizin de ilginizi çekmiştir; belki de biraz sonra sizinle paylaşacaklarım sizin de gözlemlediklerinizle örtüşecek. Neyse, ben anlatayım : Erzurum’un Ilıca ilçesinde yaşıyorum. İlçemizin bazı kenar mahalleleri henüz köy kültür ve yaşantısından tamamen çıkamadığından o kısımlarda hala hayvancılık ve ziraatla uğraşanlar oluyor.
Pek tabii ki tavuk milletinin de çok sevdiği “ basmalık “ denilen gübre öbekleride oldukça fazla. Yazımızın kahramanı horoz ve haremiyle hasbel-kader o mıntıkadan geçerken tanıştım. Üzerinde hilkaten bulunan rengarenk kostümüyle en meşhur terzilerde kendi beğenisiyle diktirmiş gibi bir eda ile yürüyordu. Ara sıra gagasıyla sağını-solunu, kanadını-kuyruğunu düzelterek kendince kendine nizamat vererek hareminin baygın bakışları altında çalım satıyordu.
Muhtemelen bütün yeryüzünün tek hakiminin kendisi olduğunu düşünüyordu. Neden olmasın ki ona göre karanlığın çekilip şafağın sökmesi onun bir ötüşünün kudretiyle olmuyormuydu. Gerçi ara sıra erken öttüğüde vakiidi ama olsundu yine de günün başlangıç düdüğü kendi elindeydi. Uçsuz-bucaksız gök yüzü, pırıl pırıl ve sıcacık güneş onun emrindeydi. İnsanlar mı? Ha..onlar onun hizmetine verilmiş hizmetçilerdi; arpaları, buğdayları bilimum hububatı onun ala sofrası için ekip-biçen zavallı mahluklardı. Daha neler neler…
Şu horozlar ilginç yaratıklar vesselam… O havalı salınışını gören onlar hayvanlık aleminin Zaloğlu Rüstem’i sanır. Zaten onlarda öyle davranırlar. Gorillerin göğüslerini yumruklayarak güç gösterisinde bulundukları gibi onlarda zamanlı zamansız öyle bir kanat çırpıp, öyle tiz perdeden uzun uzadıya öterler ki, tavuklar önce şaşkınlıkla başlarını eşeledikleri yerden kaldırır onun o muhteşem endamını görünce, böylesi bir koruyucu, kollayıcıları olduğu için şükür edalı bakışlarla semalara dervişane bir huşu ile bakarlar. Ona da bu manzarayı seyretmenin eşsiz hazzını yaşatırlar.
Canları istedimi hareminden kimi gözüne kestirirse öyle bir hışımla kanatlarını yere sürüyerek saldırır ki zavallı tavuk yerle yeksan olur. Sonrası…ayrı bir çalım; san ki dünyanın en zor işini yapmış, büyük bir zafer kazanmış komutan edasıyla kanat çırpar, ayaklarını gururla birini kaldırır birini indirir, birde nağara atar ki yedi düvelin performansını alkışladığından emin ufukları mağrurane kolaçan eder.
Ama bir çıtırtı veya olağan üstü bir gürültü duymasın. Aman Allah’ım O ne kaçış, öyle tozu-dumana katarak kaçar ki tabir caizse – kurşun atsan yetişmez – dedikleri cinsten. Artık harem-marem, çer-çöp, kainat gözüne görünmez, unun için o anda en önemli şey canı…Tehlike geçtiğinde aynı ihtişamla geri dönmek kaydıyla kayıplara karışır.
Horozlar aleminden sıyrılıp kendi alemimizle benzerlikler arayarak yürürken, etrafımızda ki buna benzer, sade kuru gürültüden ibaret boş alan kahramanlarını ve bu tür insanları hafife alma adına toplumumuzda darb-ı mesel olarak kullanılan “ Horozlanma “ ifadesini daha iyi anladığımı farkettim.
Ne kadar da çok horozlanıyoruz değilmi?