Bursa ve Zaman
Zaman durmaksızın akıp giden, akarken de hiç acımadan, hoyratça önüne kattığı her şeyi sürükleyen, sanki bir canavar, sanki bir makine, anlaşılmaz bir olgu. Zaman…
Her insanın kabul ettiği gibi bende kabulleniyorum zamana karşı durulmayacağını ve bizi bir sona taşıyacağını. Ama düşünmeden alamıyorum kendimi bu dizginlenemez, vahşi gücün, sonsuzluğa hükmetmesini. Beklide doğamızda var olan başkaldırıyla kabullenemiyorum zamanın karşısında ezilmişliğimizi. Geçmiş fısıldıyor kulaklarıma, gelecek ise utangaç bir edayla saklanıyor, şimdi ise geçmişin yorgunluğunu geleceğin bilinmezliğini taşıyor.
Bir şehre bakıyorum, zamanın acımasızlığına direnmiş, sanki ona hükmeden bir şehre. Her köşesinde bir savaş görüyorum, her taşında bir mücadele ve anlıyorum, geçmişin dizginlendiğini. Zaman bu nöbetçiye, bu cengâvere boyun eğmiş ve bu taş duvarlarla kaplı olan nöbetçiye biat etmiş.
Arnavut kaldırımlarda yürürken, insanlara bakıyorum tanıdık geliyor geçen her yüz, bakan her göz. Her köşede bir hayat anlatılıyor vücut dilleriyle. Her mücadele sanki benim mücadelem ve her insan sanki benim. Bir ihtiyarın yüz hatlarında görüyorum zamanı, bir gencin kahkahasında. O ihtiyar geçmişi haykırıyor, genç ise geleceğin ışıltısı. Ben ise şimdiki zamanım sanki. Hala bu şehri arşınlıyorum. Bu zamanın efendisini inceliyorum. İnsanlarında bile bir mücevher gizli. Taş duvara yaslanıyorum. Bir coşku seli sesler, zaman bana oyun mu oynuyor? Yoksa bu duvar zamanın içine hapsettiği geçmişimi sunuyor. Dinelemeye başlıyorum. Birinci Beyazıt hanın sesleri yankılanıyor. Her şey sanki yeniden oluşuyor bu nöbetçi şehir beni zamanın içerisinde bir yerden bir yere fırlatıyor. Her yerde atalarımız, bir inşaat ve Beyazıt hanın sesleri bir imparatorluk yükseliyor. Bakıyorum görkemli taş duvarlara ve zamanın nasıl önünde eğildiğini görüyorum Ulu caminin. Zaman kıvranıyor çırpınıyor ama nöbetçi, vazgeçilmez bir edayla tekrar bakıyor geçmişe ve bende akıyorum bu nöbetçiyle. Kahkahalar geliyor kulaklarıma, su sesleri, buhar ve yankılanmalar. Buhar çekiliyor yukarıya etrafımda her zamandan her yerden insanlar şifa arıyorlar akan sıcak sularda. Görüyorum ki geçmiş ve gelecek kol kola, geçmişin dervişleri, geleceğin modern insanları ama mekân aynı, nöbetçi aynı, bir saat gibi işliyor mekân zamanı. Islandığımı hissediyorum sıcacık kaplıca suyuyla. Vücudum nefes alıyor, nöbetçi ise sabırsız. Sanki bir daha fırlatmak istiyor beni geçmişin kucağına, sanki bir daha anlatmak istiyor. Arkamı dönüyorum buharın arasında çığlıklar, acı ve yok oluşlar. Her yerde alevler ve insanlar. Bir yıkım, bir yangın, şehir feryat ediyor, nöbetçi çaresiz, zaman kazanıyor. Ben ise gözyaşlarımı siliyorum. Bir çocuk tutuyor elimi, gözlerinde korkuyu görüyorum. Karşımda ise deprem de yıkılan bir mekân. Çocuk annemle babam nerede diye bakıyor bana ben ise aynı çaresizlikte nöbetçiye bakıyorum. Çocuk ağlıyor, ben ağlıyorum, Bursa ağlıyor.
Yabancı bir kişi duruyor karşımda. Bir asker. Tartaklıyor insanları. Hor görüyor. Bakıyorum ve nöbetçinin bağrında bir istila, bir ele geçirilmişlik var. Savaşın acısı ve vurdumduymazlığı gözümün önünde. Kahrolsun yunan askeri diye bağırıyor bir genç ve şahadet getiriyor kollarımda. Askerler ise her şeyi yakıp yıkma derdinde. Ne geçmişe saygıları var nede geleceği umursuyorlar. Nöbetçi kızgın, hiddetli affetmiyor zamanı. Bir imparator yatıyor oysaki nöbetçinin içinde. Adalet ve hoşgörünün sembolü olan bir imparatorluk doğurdu bu şehir. Ama ona ve kurucularına bile saygı göstermiyordu savaş. Orhan gazi gibi yüce bir zatın mezarına bile pisliğini bulaştırmıştı savaş. Sonunda nöbetçi dayanamadı, İnsanlar dayanamadı, bene dayanamadım.
Tekrar nöbetçi beni savuruyor geçmişin içerisine. İnsanlar, mekânlar ve zaman iç içe savrulmaya devam ediyoruz. Mas mavi gözler görüyorum karşımda. Mağrur bir ifadeyle üzülme çocuk geldikleri gibi giderler diyor. Nöbetçi gurulu, kurtuluş var içinde. Bir komutan var ziyaretinde. Artık herkes biliyor ki acılar son bulacak. Savaş bitecek. Bu şehir tekrar ayağa kalkacak. Başkomutan bu şehri seviyor, insanlar bu şehri seviyor, ben bu şehri seviyorum.
Zaman eriyor bir ihtiyarın sıcacık göz bebeklerinde. Nöbetçi ise saygı duyuyor. Bembeyaz sakallarını okşarken, dudaklarından Allah ve peygamber dökülüyor. Anlatıyor insanlara hayatı, dini, aşkı. İnsanlar hayret içerisinde, zaman duruyor, nöbetçi heyecanlı. Bende dinliyorum onu ve onun gibilerini, bende yaşıyorum geçmişten gelenle geleceğe kucak açarak. Nöbetçi hepsine kalbinde yer vermiş, hepsini sahiplenmiş. Her duvarda hissediyorum dervişleri, evliyaları. Her duvarda duyuyorum. Somuncu baba söylüyor, insanlar diniliyor, nöbetçi dinliyor, ben dinliyorum.
Bursa diyor her göz, her nefes. Bende bursa diyorum, görkemiyle zamana nöbetçilik yapan bu şehre. Onu seyrediyorum, ona bakıyorum. Her taşı bir dişli gibi uyum içinde, mekânları, tepeleri, ovaları, sanki bir makineyi hatırlatıyor bana kusursuz ve uyum içinde çalışan bir makineyi. Sonunda anlıyorum bu nöbetçinin sırrını. Zamana hükmeden bir saat gibi çalışıyor bu şehir. İçerisinde barındırdığı mücevher gibi insanları görüyorum. Hepsi o kadar titiz bir çalışma içerisindeler ki sanki bu saati ayarlayan birer tamirci hepsi.
Tekrar Arnavut kaldırımlardayım. Düşüncelerim kafamda çok hızlı yer değiştiriyor. Yanımdan geçen insanların, yüklendikleri bu büyük görevi anlamamaları kafamı kurcalıyor. Önümden geçen her hayat bir önceki zamana ilişik, nöbetçinin taşıdığı anılarla bezenmiş her kalp. Her insan bir önceki nesille yaşıyor. Zaman ise çaresizlikle seyrediyor insanları ve nöbetçiyi. Dedeler, nineler, analar hepsi savaş gördü. Hepsi yangınları gördü. Hepsi yıkımları gördü. Bu şehir birçok acıyı ve sevinci yaşadı. Nöbetçi hepsini zamanın kalbine kazıdı. Şehrin her binasında bu kazınan anıları görüyorum her duvar bir yaşanmışlığı yaşatıyor bana. Her gizem zamanla açığa çıkıyor bu yapılarda ve nöbetçi bir saat gibi işliyor zamanı. Ben ise bu saatin ortasında öylece savrulup duruyorum.
Bu şehirde yaşıyorum ve bu şehirde öleceğim. Tıpkı diğer insanlar gibi. Onlarda bu şehirde yaşayıp ölecekler. Zaman denen canavar hepimizi yok edecek. Ama bu şehir Bursa zamana karşı duracak, o yıkılmayacak hep yaşayacak. Bir saat gibi işleyecek zamanı, bizler ise sadece ona ayar yapacağız. Bursa her zaman olduğu gibi geçmiş zaman nöbetçisi olmaya devam edecek gelecek nesiller için. Üstadın dediği gibi “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.