- 1018 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir İntiharın Anatomisi
Gündüzden gelip keşfini yapmıştı buranın. Tam da istediği gibiydi her şey. Gözden uzak, sessiz sakin bir yerdi. Buraya bakmak ne polisin ne jandarmanın aklına gelirdi. Böylece zaman kazanırdı ve birileri onu fark edinceye kadar bu kez kesinlikle ölüp gidecekti ve kurtulacaktı bütün sıkıntılarından.
Önceki gece az uyumuş, dün geceyse karanlık da olsa odası, sabaha kadar direnmiş, uyumamıştı. Bilerek isteyerek bunu yapmıştı. Böylece iki yıla yakındır köşe bucak sakladığı ve her geçen gün sayısını artırdığı tabletlerin tümünü aldığında, hemen uykuya geçecekti. Uykudayken çok fazla acı hissetmeyeceğine inandırmıştı kendisini. Birbirine benzemeyen her biri farklı hastalıklara karşı olan bu tabletler karışımı, aldığında midesinde dayanılmaz sancılara yol açabilirdi. Acıyla kıvranmaktansa derin bir uykuya dalıp ölmek istiyordu. İki gün boyunca uykusuz kalması iyi olmuştu.
Gündüzden keşfettiği ve uygun olduğuna inandığı yere kadar yaklaşık yarım saat yürüdü. Etraf sessizdi. Karanlığı hesaba katmamıştı ama yine de yakındaki otoyolun ışıkları olduğu yeri az da olsa aydınlatıyordu.
Ne olduğunu bilemediği ağaca sırtını dayayıp oturdu. Biraz soluklanınca, etraftan fark edilmesin, her hangi bir yerden görülmesin diye çakmağını dikkatli ve hızlı bir şekilde yakıp sigarasını tutuşturdu. Pakette kalan tüm sigaraları içip bitirmeyi düşündü. Sayıp baktı. Henüz 14 sigarası vardı. Hesapladı. Her on beş dakikada birini içsem, üç buçuk saat eder. Üç buçuk saat sonra da zaten dayanamam uyurum. Uyku dayanılmaz olunca da işim de kolaylaşır, diye düşündü. Karanlık gökyüzünün altında değersiz bir nokta gibi hissediyordu kendini. Neler geçmedi ki aklından. Gündüz gözüyle farkıma varmayan Allah, bu karanlıkta hiç farkıma varmaz. Zaten varlığım da çok önemli değildi ki, diye geçirdi içinden.
Sonra öldükten sonra olacakları düşündü. Taş çatlasa yarın akşama doğru, bilemedin öbür gün bulurlar beni burada. O zamana kadar da kesinlikle ölmüş olurum. Acaba tabletlerin dışında biraz da tarım ilacı mı alsaydım yanıma? Daha mı etkili olurdu? Yok, yok, nerdeyse 70 tane tablet var. Uyku hapından tansiyon hapına kadar her şey var. Artık olsun yani, diye düşünürken gülümsedi. Yüzündeki gülümsemeyle karanlığın içerisinde kendi kendine sessizce konuşmaya devam etti. Ne garip, dedi. Hâlâ bir espriye gülümseyebiliyorum. Hâlâ, daha biraz öncesine kadar televizyondaki haber programını izliyordum ve sabah gazetemi almış bulmacasını bile doldurmuştum. Hâlâ şiirler yazıyordum son ana kadar.
Neydi ki bunun nedeni? Ölümden korkmak mı? Yaşama tutunma ya da ölümü erteleme isteği mi? Yoksa son ana kadar bilme, öğrenme arzusu muydu?
Ağladı uzun uzun. Gözyaşları, yanaklarından boynuna doğru akıp dururken, gömleğinin yakasını epeyce ıslatmıştı. Hayatından kesik kareler geçiyordu gözlerinin önünden. Bir ara ağlamak faslını bitirdiğinde, esnemeye başladı. Öyle sevindi ki buna. İşte artık direnç noktasını aşmak üzereyim, dedi. Uyku bastırdı ki hem de engel olunamayacak kadar.
Sessizliği bozan sadece yakındaki otoyoldan gündüz gibi sık olmasa da arada geçen arabaların lastiklerinin asfalt üzerinde çıkardığı seslerdi. Bu sesler de, daha şimdiden ninni gibi gelmeye başlamıştı kendisine.
Bir sigara daha yaktı. Yeniden saydı parmak marifetiyle kalan sigaralarını. Henüz altı sigarası vardı. Daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum, dedi. Neredeyse uyuyup kalacağım oturduğum yerde.
Sigarasından son bir nefes daha alıp dikkatlice toprağa bastırıp söndürdü. İyice söndüğünden emin olmak istedi. Sonra cebindeki kutuyu çıkardı. Kapağını açtı. Uzatmaya gerek yok, dedi. Beklersem büyü bozulabilir. Pet şişenin kapağını açtı. Yeniden sırtını ağaca dayayıp daha rahat olacak şekilde oturdu. Kutudan birkaç tableti avucuna aldı. Ağzına atmakla atmamak arasında gidip geldi. Yaşadıklarını gözünün önüne getirdi yeniden. Yaşamaktan yana koyarsa tavrını, vazgeçerse ölmekten; kendisini daha nelerin beklediğini düşündü yeniden. O anda avucuna döktüğü tabletleri ağzına attı ve hemen arkasından suyunu içip yuttu onları. Evet, geri dönüşü yok artık, dedi. Bir kez daha kutudan avucuna boşalttı tabletleri. Beklemeden ağzına doldurdu ve suyunu içti arkasından. Sanki birinden intikam alır gibi, sanki kendisinden nefret eder gibi, bir an önce öldürmeliyim seni, diyerek bocaladı kutuyu bu kez avucuna. Başı dönmeye başlamıştı. Avucundakilere baktı. Çok fazla gibi duruyorlardı, hepsini aynı anda yutamayabilirdi. Bir kısmını yeniden kutuya koymayı başardı. Avucunda kalanları attı ağzına ve arkasından bu kez bolca su içti. Son kalan tabletleri de içmek istiyordu. Garanti olmalı her şey, diye düşündü. Kalbinin atışları hızlanmış, yanaklarını ateş basmıştı sanki. Son kalan tabletleri ağzına attığında kalbinin atışlarını kulaklarında zonklama gibi duyuyordu adeta. Suyu dikti kafasına. İçti mi, en son tabletleri yutabildi mi, farkında değildi artık.
Zil zurna sarhoş, elinde yarım kalmış şarap şişesiyle yalpalayarak karanlığın içerisinde yürüyen adam ayakta zor durabiliyordu. Bazen yerdeki en küçük bir engele bazen kendi kendinin ayağına takılarak tökezliyor, dizlerinin üzerine düşüyor yeniden boşta duran eliyle yerden destek alıp kalkıyor ve ne dediği anlaşılmayan bir şeyler mırıldanarak yürümeye devam ediyordu. Kocaman bir beton direğe sırtını yaslayıp bekledi bir süre. Sağına soluna bakındı. Nerde ulan bu yatağım? Birisi mi alıp götürdü yoksa? Allah Allah! Ben yanlış yere mi geldim yahu?
Sonra yeniden şarabı dikti kafasına. Bitmek üzereydi. Çok az kalmıştı. Şişeyi kaldırıp ta burnunun ucuna değdirerek onunla konuşur gibi yapıp; yatalım artık. Bu gecelik bu kadar yeter. Yatalım da, yatağımız yok, hani? Diyerek bir kahkaha patlattı. Dur, yatmadan önce… Öne doğru eğildi. Nedeyse kapaklanıp yere düşecekti. Şişeyi özenle yere koydu. Sen dur bakalım şurada, dedi. İç cebinden bir poşet çıkardı. Burnunu içine sokup uzun bir nefes çektikten sonra yeniden iç cebine koydu. Düşecek gibi oldu bir kez daha. Eğildi, şarap şişesini eline aldı. Şimdi oldu işte, dedi. Nereye gitti bu yatak ya? Diyerek yatak dediği çöpten bulup getirdiği battaniyesini aramaya başladı. Az ilerideki şey dikkatini çekti. Ona doğru sendeleyerek gitti. Vay şerefsiz, demek buymuş benim yatağımı çalan. Ayağıyla yerde yatmakta olan ve tuhaf hırıltılar çıkaran adama dokundu. Hişşşt, hiişşşt! Hey! Versene ulan benim yatağımı! Niye geldin benim mekanıma ulan? Sana diyorum sana! Horlamayı bırak da cevap ver bana. Tepki almayınca, sinirlendi bu kez. Bir tekme savurdu rast gele. Kalk ulan kalk. Erkeksen kalk da göstereyim sana gününü. Ben kimim sen biliyor musun? Ulan ben adamın anasını avradını…. Bir tekme daha savurdu bu kez boşa giden tekme yüzünden az kalsın kendisi düşüyordu. Sendeleyerek uzağına gitti adamın. Yeniden kendini toparlayıp geri döndü yerde yatmakta olanın yanına.
Şiişşt, sen şimdi uslu uslu verecek misin benim yatağımı yoksa zorla mı alayım? Dizlerinin üzerine çöktü. Sağ elinde şarap şişesi, boşta olan sol eliyle adamın kolundan tutup sarstı. Cevap versene ulan şerefsiz. Orospu çocuğu. Şimdi görürsün gününü sen, diyerek elindeki şarap şişesini yere vurdu. Bir kez daha vurdu. Kırmaya çalışıyordu. Yerde duran küçük bir taşı kestirebildi gözüne. Şişeyi taş parçasına vurunca kırıldı şişe. Yerde yatanın bacağına rastladı ilk darbesi. Bir inilti duydu adamdan. Sonra bir daha vurdu rastgele. Bir inilti daha. Sonra defalarca kırık şişeyi adamın vücuduna saplayıp durdu. Hala tuhaf hırıltılar, iniltiler duyuyordu da bir türlü istediği yanıtı alamıyordu. En son darbe yerde yatanın boğazına denk gelmişti. O an daha belirgin bir inleme sesi duydu sonra da hareketsiz kaldı yerde yatan adam. Sarhoş, elindeki kırık şarap şişesini fırlattı karanlıkta bir yere. İki eliyle yerde yatanı tutup çevirmeye çalıştı. Ver ulan yatağımı. Baktı yatak falan yoktu yerde yatan adamın altında. Toprağın üzerine uzanmıştı. Allah Allah, sende de değilmiş yatağım. Sen almadığına göre kim aldı o zaman? Tüh be. Boşuna dövdüm seni hemşerim. Kusura bakma. Özür dilerim, diyerek zorla da olsa ayağa kalkabildi. Neyse, bu gecede yataksız uyuyalım be, diyerek uzaklaştı yerde yatandan. Biraz ilerisinde gözüne kestirdiği yere doğru giderken ayağı takıldı yeniden. Küt diye bir ses duyuldu. Düştüğü yerde kaldı.
Sabahleyin, ölmüş iki insan cesedi gören birisi, polisi arayıp haber verdi.
Ertesi günkü gazeteler, iki tinercinin aralarında kavga edip birbirlerini öldürdüklerini yazıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.