- 3246 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Özür Dilerim
— Ben onu bunu bilmem. Asker ocağına evli gitmeyeceksin arkadaş. Bir yandan hasret çekiyorsun, bir yandan la havle… Hele birde küfür etmeye başladılar mı? Hazır bela kapıya dayanıyor. Seç bakalım yarışması gibi. Ya sineye çekeceksin ya da Allah ne verdiyse girişeceksin. Allah’tan ben bekârdım da böyle bir sorun yaşamadım.
Bir ders edasıyla askerlik anılarını anlatıyordu İsmail. Çok samimi dört arkadaştılar. Selim, Ahmet ve Zühtü okudukları için henüz askerlikle tanışmamışlardı. İsmail ise teskereyi alalı neredeyse bir yıl olmuştu. Dört arkadaş ilkokulu, ortaokulu beraber okumuşlar, lisede yollar ayrılmıştı. Ahmet ve Zühtü düz liseye gitmişler, içlerinde en çalışkan olan Selim ise Anadolu lisesini okumuştu. İsmail’de meslek lisesini bitirerek kısa yoldan meslek sahibi olmuştu. Arada bir toplanırlar eskilerden ve fakülte hayatlarından bahsederlerdi. Fakülte anıları anlatılırken İsmail hep dinleyici kalır, fırsatını bulduğunda işi askerliğe getirerek dilinin şişkinliğini indirirdi. Bazen bıkkınlık verse de İsmail’i incitmemek için üç arkadaş onu biraz dinler, sonra haydi şu oyunu oynayalım diyerek işi oyun oynamaya çevirirlerdi.
O gün yine toplanmışlardı ama bir eksikle. Selim İşletme okuyordu ve dersleri iyi olmasına rağmen iktisat dersi başı dertte idi. Vize ve finallerde başarılı olamamış bütün ümidini bütünlemeye bırakmıştı Bu yüzden harıl harıl ders çalışıyordu ve “bir dahaki sefere inşallah” diyerek gelemeyeceğini bildirmişti. Ahmet ve Zühtü diğer ikisine göre birlikte daha çok vakit geçirmişlerdi. Liseden sonra ikisi de Eğitim fakültesini kazanmışlardı.
Koyu bir sohbet vardı çay eşliğinde ama sohbet Ahmet ile Zühtü arasında geçiyordu. İsmail birkaç kez şansını denediyse de sözü bir türlü ele geçiremedi. İş tam kız meselesine gelince İsmail bodoslama daldı.
—Valla bir gün eğitim bitmiş birliğe dönerken Çavuş birden “Takım kıt’a dur” komutunu verdi. Sonra onu “sağa dön, ileri bak” komutu izledi. Ulan birde ne görelim. Karşımızda bir kız. Mini eteği o kadar kısaydı ki neredeyse…
Hemen araya Zühtü girdi. Ulan amma atıyorsun be. Biz askere gitmedik diye kestiğin raconları şimdiye kadar yedik. Ulan içki içtiniz, yüzbaşının arabasının yakıt deposuna şeker koydunuz, Astsubayı gece kim vurdu ya getirerek dövdünüz. Hiç mi bu asker ocağında iyi bir iş yapılmaz. Nasıl Muhammed Ocağı oğlum orası, diyerek ilk kez İsmail’e patladı.
İsmail ve Ahmet önce bir şaşkınlık yaşadılar. Bir an sessizlik içinde kaldı oda. Ve İsmail ayağa kalkarak biraz da kızgın bir tavırla “Tabi ki asker ocağında çok iyi şeyler de yapılıyor. Ama siz ya kızlardan ya da derslerden bahsederken ben sizin havanızı bozmamak için ciddi konulardan hiç bahsetmedim. Bakalım şu anlatacağım olay sana Asker ocağının eksik kalan yanlarını tamamlattıracak mı kafanda?
—Yine ne yumurtlayacak bakalım.
Zühtü’nün, Ahmet’in kulağına yaklaşarak fısıldadığı bu İsmail de duymuştu ve beyaz tenli yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. Ahmet:
—Ya ayıp oluyor beyler. Ne oluyorsunuz oğlum biz kardeşiz, biz arkadaşız lan. Selim bir gün gelmedi birbirinize düştünüz. Ayıp be vallahi çok ayıp, dedi. İsmail:
—Bak, Zühtü. Sen beni bu akşam çok kırdın. Şimdi sözümü kesmeyeceksin. Sana bir şey anlatacağım. Asker ocağı hakkında ondan sonra hüküm vereceksin. Bu anlattığımdan başka bir daha da askerlikten bahsetmeyeceğim, dedi ve başladı konuşmaya:
—Ben bir ara komutan postalığı yaptım. Her ay asker maaşı olarak çok cüz’i bir para verilirdi askerlere. Beş paket birinci cigarası ya eder ya etmez di. Van’ın Gevaş ilçesinden Ömer diye bir er arkadaş vardı. Benim alt devrem. Tertemiz bir yüreği vardı ve çok da çalışkandı. Bu yüzden herkes severdi Ömer’i. Okuma yazması olmadığından çok azda olsa gelen mektuplarını bana okutur, yazılacakları da bana yazdırırdı. Mektuplarından ve onun anlattıklarından anladığım; Evliydi ve iki çocuğu vardı Ama bütün varlığı bu kadardı. Mesela bir karış toprağı bile yoktu. Bildiği tek şey koyun gütmek, bildiğin çoban ha birde damayı çok iyi bilirdi. Üç taşta damaya çıkardı. Çobanlar çok oynarlarmış bu oyunu.
Gözleri, göz kapakları ardında her daim bir hüzün saklardı sanki. Yüzü ise gözlerinin inadına hep gülerdi. Yüreğinin temizliği yüzüne yansımıştı adeta.
Ömer, bir gün beni çağırdı ve “Onbaşım senin çarşıya çıkman eksik olmaz. Bir işim var. Yapabilir misin” dedi. Bende “Elimden gelecek bir şey ise yaparım “ dedim. O vakit cebinden bir sürü bozuk para yanında birde kâğıt çıkararak bana uzattı. “Burada elli üç lira seksen kuruş var. Şu kâğıtta yazılı adrese bu parayı gönderir misin?” Şaşırdım. Bildiğim kadarıyla Ömer’e hiç para gelmezdi. Birde askerdekine para gönderilirdi. Asker kaldık abi deyince bir arkadaş kimse o kişinin askerde kaldığını düşünmez parasız olduğunu anlardı. Askerin para gönderdiğini de hiç duymamıştım. Adrese baktım; Van, Gevaş PTT’si yazıyordu. Karısının ismi de vardı adreste.
—Ömer, sen bu parayı nereden aldın.
— Biriktirdim onbaşım. Bunlar bu güne kadar bana verilen asker maaşı. Ben burada yemeye içmeye para harcamıyorum. Ama eşimin ve çocuklarımın ihtiyacı var. Hiç olmazsa onlar bir eksik giderirler, dedi.
Duraksadım, sonra “peki tamam” diyerek yanından ayrıldım. Yazıhaneye doğru girerken ben ağlamaya başlamışım. İnanın farkında değilim. Bir yandan da kendi paramı saymaya çalışıyorken Selahattin Binbaşı ile karşı karşıya gelmişiz. Selahattin Binbaşı Bölüm Komutanımız. Şaşırdım bir an. Kendimi düzeltip selam vereyim derken, elimdeki paralar yere saçıldı. Kep düştü. İyice panikledim.
—Hayırdır oğlum İsmail, bu ne hal? Memleketten kötü bir haber mi aldın? Yoksa arkadaşlarınla kavga mı ettin, Yoksa başka bir şey mi? Niye ağladın sen.
—Yok, bir şey komutanım. Sağ olun, diyerek selam verdim. Elini omzuma koyarak “Yok, yok gir şu odaya bakayım “dedi ve beni odasına doğru yöneltti. O sırada düşündüm. Ömer’in durumunu komutanıma anlatmalıydım. Beni çok etkileyen o garibanlığı komutanın bilmeye hakkı vardı. O, makamına oturdu ve “seni dinliyorum” dedi. Bende olayı ve Ömer hakkında bildiklerimin hepsini Selahattin Binbaşı ’ya anlattım. Çok hisli anlatmışım galiba. Komutanımın arka cebinden çıkardığı mendil ile gözlerini sildiğini görünce bende makaraları salıverdim. Ayaktaydım ve kafamı önüme eğerek, ellerimle gözlerimi siper ederek ağlıyordum. “Otur oğlum” sesiyle birlikte kapı örtüldü. Selahattin Binbaşı odada yoktu. Korktum. Gözlerimi silip, hemen dışarı çıktım. “Boşaldın mı?” dedi. Özür diledim. Tekrar odaya aldı. Cebinden ikibin lira çıkardı. “Al bunları da o paraya ilave et ve gönder” dedi.
Şaşkınlığım ve sevincim aynı paralelde arttı. Ömer’in ailesine en azından faydası olacak bir para gönderecektim. Şaşkınlığı hemen üzerimden atarak İzin istedim ve doğru Gemlik ilçe PTT şubesine gittim. Şerife Mahralı adına ikibin ikiyüz üç lira seksen kuruşu havale ettim. Çok sevinçliydim. Hiçbir yere takılmadan birliğe geri döndüm. Hemen komutanın huzuruna çıkarak tekmil verdim. “Aferin oğlum. Bundan sonra artık benim postam değilsin. İhtiyaç sahibi eratı tespit ederek bana bildireceksin. Yeni görevin bu” dedi.
—Bu olayı birlik öğrenince eratın er maaşlarını Ömer için verdiler. İnanmazsınız ama bir fon oluştu. Birkaç arkadaşa daha yardım yaptık. Ben teskere alınca görevi bir çavuş arkadaş devraldı. Binbaşım ile birkaç kez mektuplaştık. Bir mektubunda, Ömer’in teskere aldığını, fakat memleketine göndermediğini, çocuklarını Gemlik’e getirerek bir ev tuttuklarını ve eşyalar alındığını yazmış ve ilave etmişti. “Ömer’i de Borusan Boru fabrikasına işçi olarak işe yerleştirdik.”
Sözlerini tamamladıktan sonra İsmail, gayri ihtiyari “baba adamdı şu Selahattin Binbaşım” derken Zühtü, gözlerini silerek İsmail’in boynuna sarıldı ve “Özür diliyorum arkadaşım hem senden hem de Muhammed Ocağından. Binlerce defa özür dilerim.”dedi.
Üç arkadaş kenetlendi ve bir süre öyle kaldılar.
Bu özür, İsmail’in hayatındaki en anlamlı ‘özürdü’ ve severek kabul etti. O günden sonra bir daha hiç tartışmadılar ve arkadaşlıkları daha da kuvvetlenerek devam etti.
YORUMLAR
Ben de bu güzel yazıdan ve sahibinden özürdilerim geç kalmışlığım için...ilk defa bir yazınızı okudum Hasan bey ve gördüm ki, çok başarılısınız...anlatım diliniz sade, içten ve akıcı...soluklanmadan bir çırpıda okudum yazdıklarınızı...ve anlamı bakımından da örnek teşkil edecek, güzel bir mesaj veren bir yazıydı...sözün kısası çok güzeldi ve beğeniyle okudum...içten tebriklerimi,sevgi ve selamlarımı bırakıyorum sayfanıza...her daim saygımla...
Tiplemer inandırıcıydı...
Ders vericiydi...
Anlatım akıcı ve eğlenceliydi de.
Rasim Hocam da beğenmiş ki,
nokta, virgül ihmali görseydim bile söyleyemezdim zaten :)
Öykünün bir güzel yönü de
yazanını kaleminin rehavetten kurtulduğuna inandırmasıydı beni.
Arkası gelecek diye umuyorum, öyle temenni ediyorum.
Güzel kaleminizden nice öykülere o halde.
İçten tebriklerim ve saygımla ustama...
Öyküde böyle diyebilirim, değil mi?
Kıdem meselesi hani...
Biz de yaptık, askerlik.
Kars/Ardahan/Hanak .
Gerçi ben askerlere pasta yaptım sadece ama olsun,
kıyısından, köşesinden de olsa, 18 ay askerlik yaptım sayılır..
Ya... :)
Kalemine, kelamına sağlık tertip.
Beğenim ve saygımla...