- 720 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Muhannet -11-
Bağyurdu karakolunun bahçesi daha önce bu kadar kalabalık askeri bir de seksen ihtilalinde görmüştü.Merkezden gelen otuz kişilik takviye kuvvet ile karakol yüzelli kişilik kadroya ulaşmıştı.Sırtını yasladığı Nif dağının eteğinde çam ağaçlarının arasında güzel bir yerdeydi karakol.Yüzbaşı Bahri,bu karakola geleli sekiz ay olmuştu. Evli ve iki çocuk babası yiğit bir askerdi. Oğlu Semih ondört,kızı Dilara on yaşlarındıydı.Eşi Zeynep, ilkokul öğretmeniydi.Görev yaptığı her okulda öğretmenliğin haricinde yaptığı yardım etkinlikleri ile yörenin sevgilisi haline gelirdi.
Yüzbaşı Bahri, Yozgat’ın Boğazlıyan İlçesindendi.Babası da askerdi.Annesi köklü ve varlıklı bir ailenin kızıydı.Operasyon öncesi annesini arayıp helallik almıştı.Rahmetli babasının ruhuna ithafen duasını yapmış,eşi ve çocuklarını öpüp koklamış öyle evden çıkmıştı. O sabah göreve geldiğinde; içinde garip duygular taşıyordu.Karakola her zaman ki gibi erken gelmişti.Denetlemesini yapmış, makam odasına geçmişti.Teğmen Hasan ve Başçavuş Rıza’dan son bilgileri aldı.Evvelinde belirledikleri plana göre; onar kişilik mangaları ilgili noktalara monte edecek,sonra, en uygun anı bekleyip çeteyi çökerteceklerdi. Aldığı istihbarata göre; Hamdi ve çetesi geçtiği köylerden zorla topladığı adamlarla beraber yaklaşık kırkbeş kişi olmuşlar...Bulundukları karakola Nif dağından dört ayrı koldan patika geçiş vardı.Hamdi ve çetesinin avantajı yöreye ait patika ve kestirme yolları avuçlarının içleri gibi bilmeleriydi.Bu koza karşılık Yüzbaşı Bahri, karakola bağlı köylerden yöreyi iyi bilen kişileri operasyona dahil etmişti.Bu kez Hamdi’nin kurtuluşu yoktu.Yapılan içtima sonrası asker dağlara doğru yola çıkacaktı.Operasyona,At, katır ve eşekler de dahil edilmişti.Yaklaşık on gün sürebilirdi operasyon. En ufak dikkatsizlik ve tedbirsizlikte zaiyyat verebilir,ocaklara ateş düşebilirdi.Karşı taraftanda ölü ve yaralı olsun istemiyordu.Lakin,bu zor görünüyordu.
***
Kadir,hoca efendiden ayrıdıktan sonra,içine yayılan uhrevi rahatlıkla kuşlar kadar hafif olduğunu hisseti.Etrafa daha bir canlı bakıyor,sağını solunu gülen gözlerle kolaçan ediyordu.Bütün cümle kuşlara,dağlara taşlara selam vermek istiyordu.Gördüğü her kişinin boynuna sarılmak,ağlamak devamlı ağlamak istiyordu.Sabah evden çıkarken ne haldeydi şimdi ne halde olduğunu yargıladı içinde...."Allah’ım sen nelere kadirsin!" dedi sonra.Derinden bir nefes aldı ve aynı iştiyakle dışarı verdi.Birden aklına Hülya geldi. "Aman Allah’ım! sabahtan beri meraktan ölmüştür" diyerek adımlarını sıklaştırdı. Bulunduğu sokaktan geçerken, koşar adımlarla giden bir kadın gördü."Kim bilir ne derdi vardır garibin?" dedi kendi kendine.Siluete doğru ilerleyince, koşanın Hülya olduğunu anladı.O henüz Kadir’i görmemişti.Kadir, ellerini açarak ağzına götürüp bağırmaya başladı;
"Hülya! Hülya ! Gız,böyle nereye goşeyyon!" Kendinden habersiz ve heyecanla koşan Hülya,duyduğu sesle aniden durdu.Sağa sola baktı.Bağıran Kadir idi.Ona doğru koşarak geldi ve boynuna sarıldı.Bu hamleyi beklemeyen Kadir,Hülya’nın ellerini boynundan ani bir hareketle açtı ve;
"Gızım bi gören olur,burası göççük yer.El alemin diline düşürecen fesubhanellah!" diyerek itirazını dillendirdi.Bu duruma hoşnut olmayan Hülya,omuzlarını küçük bir çocuk gibi silkeledi;
"Ossun be Gadir’im bir kerelikte töre bozulsun ne olur.Sevincime ver gari" dedi.
Korktuğunun başına gelmemiş olması ve Kadir’in canlı canlı bakan gözleri içine su serpmişti Hülya’nın.Köy meydanına doğru geldiklerinde,bir hareketlilik olduğu gözlerinden kaçmadı.Sokakta oynayan çocuklar, yukarı doğru koşuyorlardı. İyice hızlandılar,kahvehanelerin bulunduğu yöne doğru geldiklerinde ahalinin birbirleriyle sesli sesli tartıştıklarını gördüler.Kadir,Hülya’ya;
"Sen eve git ben geliyorum" dedi.Hülya yeni bulduğu kocasının hemencecik ayrılmasına gönlü razı değildi.Yüzünü buruşturarak;
"Çar çabuk gel olur mu?" dedi.
"Tamam ! Tamam! gelirim" dedi. Sonra,koşar adımlarla Kahveci Hamdi’nin yanına gitti.
"Selamunaleyküm Hamdi ! Nassın?" dedi. Hamdi, Kadir’e doğru baktı ve heyecanlı bir şekilde sordu;
"Olum! Nerdesin allesen? Kadıncez sabahtan belli seni ara duru"
Kadir,olayı dallandırmadan konuya girdi.
"Neler oluyo Hamdi,bu hareketlilikte ne?" Olayı küçümser şekilde tavır alan Hamdi;
"Ne olcek,Yüzbaşı Bahri her zaman ki gibi eşkıya peşine gedeyyo,millete de hay gerek. Onları gonşuvereyyolar.Bu sefer merkezden biraz daha asker getirtmişte,yok şölede yok bölede...boşşverrr"
Kadir,birden ayağa kalktı.Koşar adımlarla karakola doğru gitti.
Kahveci Hamdi,aniden koşarak giden Kadir’in peşinden bağırdı.
"Nereye len böyle? Gıçına nişadır sürülmüş it gibi koşuvedin birden"
Kadir,son sürat gözden kayboldu.Geriye dönüp cevap vermeye gerek duymadı.Duruma bozulan Kahveci Hamdi kendi kendine konuştu;
"Bu çocuğa bişeyler oleyyo ya hadi hayırlısı Allah’tan!"
***
Şadiye, yediği son dayağın acısını unutamıyordu.Bu yenilir yutulur gibi değildi. Hele en son vurduğu tokat....Hamdi’ye iyi bir ders lazımdı.Alt dudağı patlamış,sol gözü mosmordu.İnsan içine çıkacak gibi değildi."Boyu devrilesice!" dedi kendi kendine. Elindeki bardağı hırs ve kin ile yere fırlattı;"Ne zaman ne yapacağı belli olmuyo ayının.Ayı nolcek !"dedi.Ayağa kalktı bir ileri iki geri gitti.Sonra,aynaya baktı.Kendi haline acır vaziyette,elini patlamış dudağına götürdü.Canı yanınca "uff!" dedi. Aynaya doğru iyice eğildi,gözleri kan çanağı gibiydi.Hırsından saatlerce ağlamış, önüne ne geldiyse vurup kırmıştı. Lakin,öfkesinin önüne bir türlü geçemiyordu.Hamdi’ye karşı,hıncı iyice artmıştı.Bir şeyler yapmalıydı.Hamdi’ye esaslı bir ders vermeliydi.Kafasını öne arkaya doğru salladı.Somyada duran çiçekli yemenisi aldı,başına örttü.Kapıyı ani bir hareketle açtı ve dışarı çıktı.
Devamı Var
YORUMLAR
Boğazlıyan ah !
Nevşehir Kozaklı'da Askerlik Şubesi Başkanıydım bir zamanlar.
Boğazlıyan'a sık sık giderdim.
Sonra İstanbul'da Boğazlıyan'lı bir usta ile tanıştım."Kirkor Amca" Menderes zamanında büyük inşaatlarda çalışmış bir memleket evladı.
Bizim köyde "nahiye "iken bir karakol vardı. candarmanın başında biz "Uzman çavuş" olurdu.
Köylüyle iyi anlaşırlardı. Düğünlerde mermi atanı duymaz, uyaroğlu olurdu.
Eşkiya eskiden vardı. O zaman "Baskın" yaparlarmış. Bir de "sargı" . Dedem on altı yıl dağlarda eşkiyalık yaptı,anlatırken aklımda kalan kavramlar bunlar.
Çok teşekkür ederek saygılarımı sunarım değerli yazara.