- 4260 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İnat Ve Gurur
Elmas Şahin
Sevdiği kadınla kavga etmiş, onu incitip yaralamıştı, nefes alamayacak kadar kötü hissediyordu, içindeki pişmanlık yiyip bitiriyordu genç adamı. Kendini sokağa atmıştı, sol yanının acıdığını, yüreğinin sıkıştığını hissetmişti, sağ elini kalbinin üzerine koyarak bir süre daha yürümüştü nereye gittiğimi bilmeksizin.
Gözlerini açtığında bir hastane odasında tüplere bağlı olduğunu görmüştü. İki ay ölüm kalım savaşı vermişti. Sevdiği kadının “seni asla affetmeyeceğim, senden nefret ediyorum, bana yalan söyledin, seni pislik, adi, yalancı” sözleri kim bilir kaç kez rüyalarına girmiş, kulaklarında çınlamıştı yalnız soğuk gecelerde.
Sevdiği, canı bildiği kadını nasıl böyle incitmiş, ona nasıl kıymıştı, ona neden yalan söylemişti, bir anda her şeyi kendi elleriyle neden yıkmıştı? Onun umutlarını, hayallerini, düşlerini gerçekleştirmek isterken bir anda her şeyi tuzla buz etmişti, neden?
Bir hafta olmuştu hastaneden çıkalı, sevdiği kadının artık üzülmesini, daha fazla acı çekmesini istememiş, her şeyi unutup yeniden başlamak için defalarca kapısını çalmış af dilemişti. Gözlerindeki acıyı, nefreti, kini gördükçe kahroluyor, onu bu hale getirdiği için kendisine lanetler okumuş, bir kez daha sevdiğinin kapısını tıklatmıştı. Yaşama sevincini yok ettiği biricik papatyasını yeniden hayata bağlaması geriyordu, bunu ancak ben başarırım diye düşünmüştü. Onu ne kadar sevdiğini, özlediğini söylese de, iki yıldır tanıdığı kadının ne kadar inatçı olduğunu biliyordu öyle de olmuştu. Aldığı karşılık “ben seni sevmiyorum, hiç özlemedim, sen benim dünyamı kirlettin, fazlalıksın sen” sözleriyle karşılaşmıştı işte. Onu yeniden yaşama döndürmek için kendi gururunu kırmış, çekinmeden karşısına çıkmış, onun eriyip gitmemesi, solmaması için yüreğindeki sevgiyi dile getirmişti genç adam, ama ne söylese boştu, anlamıştı şimdi, bir duvar vardı önünde: inat ve gurur.
Bir gün sonra yine de “Son bir şans ” diyerek sevdiğinin kapısını çalmayı düşünmüştü genç adam, onu çok seviyordu, çok özlemişti “Küçük Papatyası”nı. Eskisi gibi olmak için neler vermezdi ki? Ama olamayacağını anlamıştı, hiç bişey eskisi gibi olamayacaktı, “Yalan” aralarına girmişti, adam telafi etmek istedikçe her şey ters tepmişti. “Haklı, ben onun dünyasında fazlalığım gidersem mutlu olacak, dönerek her şeyi mahvettim, keşke ölmüş olsaydım” diyerek iç geçirmiş gitmeden son şansını demek için kapısını usulca çalmıştı sevdiğinin.
Yalan söylediği için onu artık affettiğini, nefret etmediğini söyleyivermişti genç kadın, ama inat edip sevdiğini, özlediği, ona ihtiyacı olduğunu söyleyememesinin, karşısındaki adamın yüreğini nasıl yaktığını görememişti genç kadın, belki de görmüştü ama şu inat ve gurur yok muydıu? Hata yapanın karşısında ezilmek, küçülmek istememişti, cezasını çekmeliydi genç adam, ama bilmiyordu ki en başta söyleyemediği, yüreğine gömdüğü, gizlediği gerçek duyguları kendi içini yakıp kül edecek, yiyip bitirecekti küçücük yüreğini bunu hesaba katmamıştı, belki de katmıştı ama işte şu inat yok muydu?
Artık pes etmişti genç adam, anlamıştı sevdiği kadın inat edecek, kendisi de gurur yapıp gidecekti başka şansı kalmamıştı. Ölümünü kabullendiğinden habersiz, çıkıvermişti sevdiği kadının karşısına, ömür boyu içinde taşıyacağı acı bir pişmanlıkla dönüp gelmişti, papatyasını yeniden yaşatmak ümidiyle. Ama anlamıştı şimdi açtığı yara hiç kapanmayacaktı, o yaşadığı sürece de sevdiği kadın acı çekecekti. Geriye tek şey kalıyordu: ÖLMEK !
Gecenin ılık meltemi yüzüne vururken ilk vapura binmişti sessizce, hırkasını ayağının ucuna bırakarak güvertenin arka ucuna oturmuş dalmıştı ufuklara, sevdiği kadınla yaptığı son konuşma aklından hiç çıkmıyordu. Gözlerinden yaşların süzülmesine engel olamamıştı, silmemişti de, rüzgarın kurutmasını beklemişti iç geçirerek. “en doğrusu bu galiba, başka şansım yok” demişti küçük papatyasının o gece söylediklerini tek tek hatırlamıştı gecenin zifiri karanlığında .
Adam: “Eğer sana iyi gelecekse, beni ölmüş bil ve belki o zaman daha iyi olursun, böyle kötü olacaksan ve bunun sebebi ben isem, giderim.”
Kadın: saçma, gerçeği biliyorken mi? Ölmediğini bildiğim halde seni ölü kabul edemem
Adam: o halde ölürüm ben de
O gece adam kendine lanetler okuyup durmuştu, sevdiği kadının artık inadını kırıp “gitme, ölmeni istemiyorum” sözlerini bile duymamıştı, “keşke dönmeseydim, geldim ve mutsuz ettim onu, dönmem ona iyi gelmedi daha beter oldu. Ölmüş olsaydım toparlanmış olacaktı ve hayatta olmam ona iyi gelmedi, gelmeyecekte, ben bunu bilmeliydim, böyle bir hatayı nasıl yaptım?”
“En iyisi gitmek” diye mırıldanmıştı genç adam önünde uzanan uçsuz bucaksız maviliklere dalarak gitmeden önceki son sözleri titreyen dudaklarıyla mırıldandı bir kez daha: “ölmüş olmamı tercih ettiğin belli iken benim burda kalmamın anlamı yok ..lanet olsun bana sana bunları yaşattığım için... Ben anladığım anlayacağımı, üzmeyecem seni kalıp da, merak etme kirletmeyeceğim dünyanı daha fazla, fazlalık etmeyecem yemin ediyorum ölmesini istediğin kişi istediğin şeyi yapacak yeter ki sen mutlu ol, bu seni mutlu edecekse ben bunu yaparım böyle huzur bulacaksan eğer, çünkü ben telafi etmeye gelmiştim, madem bu işe yaramayacak o halde artık öldü olarak kabul et gittiğim yerde seni özleyecem hoşça kal.”
Martıların sesiyle irkildi bir an, vapur sanki ölü bedenini taşıyordu uzaklara, çok uzaklara, her şey bitmişti artık, bu kez de o gurur yapacaktı. Ne sevdiği kadın, inadını bırakacaktı ne de o, gururunu terke edecekti.. Son kez ayrılmadan söyleyivermişti sevdiğine sevgiden yana bir iki söz.. ama yine olmamıştı, bu kez de o gurur yapmıştı, hırkasını alıp çıkmıştı sessizce gecenin kızıl karanlığına bilinmeyene doğru.
Adam: benim için çok önemlisin, sen benim küçük papatyamsın
Kadın: senin için önemliyim öyle mi? Hiç belli olmuyor boş versene. Kavruldu papatya solmakla kalmadı yandı bitti kül oldu..
Adam: belli olmuyor mu? Geldiğimden beri güzel şeyler diyorum sen söyleme bana öyle şeyler diyorsun, iyi davranıyorum ters tepiyor, papatyam diyorum soldu papatyan diyorsun ne desem dalga geçiyorsun, sana yaklaşmaya çalışıyorum uzaklaştırıyorsun
Kadın: çok belli
Adam: nasıl davranacağımı bilmiyorum, seni özlediğimi bile doğru düzgün söyletmedin bana? Ben seni öyle çok özledim ki ..
Kadın: iyi
Adam: afedersin ben kimim di mi? saçmaladım işte kusura bakma, ben kim seni özlemek kim, haddimi bilmem lazımdı..Afedersin, tutmayım peki seni hadi yat sen, uyu ben de gidiym.
Kadın. asil ben kimim!
Adam: İyi..
İyi geceler.
“İyi” cevabının şokuyla irkilmişti genç adam, aynı karşılığı vermişti gurur yaparak. Artık söyleyecek söz kalmamıştı, biri ne kadar inat ediyorsa diğeri de o kadar gurur yapacaktı. Öyle de olmuştu. Ilık rüzgâr yüzüne vururken yanağından düşen bir damlayı usulca sildi papatyasının son sözlerini yüreği yanarak hatırlamıştı gece bitmeden önce.
Kadın: sana da iyi geceler beni çok kızdırdın bugün, bugün yaptıklarımın hepsi ofkeden tamam mi! İçimde bir şeyler acıyor, boş ver bugünü yaşanmamış say unut gitsin dediklerimi kalmanı istiyorum ben inat ettim özür dilerim bende seni özledim .. kalbim acıyor, geçmiyor acısı..
Adam: benim içim hep acıyor hiç geçmedi ki. artık hiç bişeyin önemi yok, boş ver iyi geceler.. kalbi acıyan sadece sen değilsin, unutursun geçer yakında, inat etmeye devam et sen, ben kimim ki deymez bişey söylemene
Kadın: ben seni çok özledim, özür dilerim yaptıklarım için, seni seviyorum özlüyorum da bunu unutma kalmanı istiyorum.
Adam: boş ver söylemek zorunda değilsin, gitmem lazım iyi değilim ben, iyi geceler.. ben de herşey için üzgünüm.. Unut gitsin
Kadın: kendine iyi bak görüşürüz yarın. İyi geceler.
Denizin koyu karanlığına dalmıştı gururunu yanına alan genç adam. Vapurdaki yolcular tek tek inerken o ise hiçbir durakta inmemişti, nereye gidiyordu, “son durakta” inerdi belki de. “Son durak neresiydi?”
Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü, çok pişman olmuştu yaptıklarına, telafisi yoktu, son şansını da kaybetmişti, dönüşü yoktu artık. Ardında ne bıraktığını ya da neler götürdüğünü asla bilmeyecekti. Yüreği kararmıştı üzüntüden, başı dönmüş sendelemişti vapur yalpalayarak ilerlerken. Tutunmuştu kenarına titreyen parmaklarıyla. Bu kez de o gurur yapacaktı, inada karşılık gurur. Vapur son durağa yaklaşırken ayağa kalkmaya çalışmış, ama dengesini kaybetmeye engel olamamıştı, vapurun sarsıntısıyla Marmara’nın soğuk sularında kayboldu genç adamın bedeni. Kimse görmemişti, kimseler bilmiyordu arka güvertede yalnız bir adamın yaşadığı iç çekişmeyi, istediği ölüme şans eseri gittiğini kimseler bilmiyordu.
Kaptan vapuru yanaştırmıştı son iskeleye, yolcu var mı diye etrafı kontrol etmiş ve arka uçta yerde duran hırkayı bulmuştu. “Birisi unuttu galiba, kimin acaba?” diye elini hırkanın cebine atmış kimlikte yazan isme bakmıştı merakla “Seven Kalpler“ yazıyordu üzerinde