- 1278 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Wel Fecri, We Leyalin Aşr
“Ey iman edenler!
Oruç sizden öncekilere olduğu gibi sizlere de yazıldı, belki bu sayede takvaya erersiniz.” Bakara/183
Ayeti Kerimede buyurulduğu gibi bizden öncekilere farz kılınan oruç, “zamanlar üstü bir hüküm olarak tüm semavi dinlerin ortak noktalarından biri”dir. Bizden öncekilere de farz kılınan oruç aynı zamanda insanın ruhunu güçlendirmesidir. Kişi, oruçta bedenini aç bırakarak, dilini daha da muhafaza ederek dayanıklılığını/mukavemetini arttırır. Bu ruhun güçlenmesi ve dolayısıyla zorluklara tahammül göstermesi, sıkıntıları göğüslemesi demektir.
Biz bu yazıda oruç-Ramazan-Kur’an ilişkisi üzerinde duracağız. Herhangi bir ayda oruç tutulabilirken, ilahi takdir gereği Ramazan ayına denk getirilmesinin başka sebebi olmalıydı. Kur’an-ı Mubin orucun farziyeti ile ilgili ayetten 2 ayet sonra bunu açıklıyor:
“İnsanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir.” Bakara/185
Ayeti Kerimede anlaşılacağı gibi oruç ibadetinin Ramazan ayına denk getirilişi Kur’an’ın ilk olarak bu ayda indirilmeye başlanmasıyla alakalıdır. Bu sebeple Ramazan ayına “Kur’an ayı” da deniliyor. M. İslamoğlu “Oruç, Kur’an’ın doğum kutlamasıdır” diyor. Kur’an, yeryüzü halkının iki cihan saadetini sağlamak için bütün varlık alemini yoktan var eden Allah cc. tarafından indirilmiştir. Allah, vahyini/Kur’an’ını indirmeye başladığı bu geceye “bin geceden daha hayırlı” Kadir gecesi/leyletül Kadr ismini vermiştir.
Kur’an bu gecede indirildiği için.
Şimdi Kur’an öncesi Mekke’nin içinde bulunduğu içler acısı durumu hatırlayıp Vahyin hangi ortama indiğine ve Peygamberin (as.) o yıllarda ne kadar acı çektiğine bakalım. Tabi, Kur’an’ın inmeye başlandığı bu ayın kadr u kıymetini kavrayalım.
Mekke’nin asırlardır süren içler acısı durumu akleden herkesi derinden üzüp çare arayışlarına sevk etmişti. Zalimlerin, müstekbirlerin (büyüklenenler) mazlum ve mağdurlara (mustaz’af) reva gördükleri insanlık dışı muamele Muhammed as. için dayanılır gibi değildi. İnsanlara merhameti gördüğü manzara karşısında kat be kat derinleşiyor, derinleştikçe de omuzlarına devasa bir çaresizlik yükü iniyordu.
Ne yapmalıydı ki bu vahşete son verebilsin? Bir şeyler olmalıydı, daha önceleri çaresiz kalanlara elini uzatan Allah, Mekke halkına da desteğini gönderecek miydi? İnsanların adeta iliklerine nüfuz etmiş olan ihtiras, mal çoğaltma yarışı, kabile gücüne tapma anlayışı vahşileşen bu insanları nasıl ve ne ile adam edebilecekti?
Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek ölüme terk edecek kadar insanlıktan çıkmış bu halkın islah olmaması halinde daha ne dayanılmaz acılar yaşanacağını kestirmek zor değildi Hicaz’da.
Bu dertlerin tesiriyle sessizce çıkıp Sevr Mağarasına gider ve Rabbinin eşsiz şefkatine sığınırdı Muhammed el Emin. Gider Sevr Mağarasında tefekküre dalar, Rabbine yakarır, oradan Mekke’yi, içler acısı durumunu temaşa ederdi. Her gidişi bu minvaldeydi.
Son gidişi başka bir sancılıydı. Günlerce dualarla, taatle İbrahim’in Rabbine yalvarırdı. Musa’yla İsrail oğullarını kurtardığı gibi vahşete doymayan halkını da kurtarsın diye inim inim inleyerek Allah’a yalvarırdı. Diri diri toprağa gömülen bebelere acısın diye sancılarından elaman ettiği karnına bir elini dayayıp diğer eliyle göğün kapılarını zorluyordu;
Peki, bu vahşi gidişata “mucizevi” bir müdahale olmazsa 20 yıl, 50 yıl sonra bu bölge ne’ce olacaktı? İnsanlık göz göre göre ateş kuyusunda (vahşete) boğuluyorken nasıl duyarsız kalabilirdi? Sağında oturan amcasının çocuklarını hangi vahşi savaş veya ihtiras öldürecekti? Komşusu, çocukluk arkadaşı ve amcası Ebu Leheb’in çocukları nasıl bir vahşet sonucunda hayata veda edeceklerdi? Muhammed el-Emin bütünüyle akraba olan Mekkelilerin birbirlerini nasıl boğazlayacağını düşündüğünde dayanılmaz sancılarla kıvranıyordu?
“Ey bebelerin sahibi (el-Malik)! Ya sen kurtarırsın bu zalim kullarını ve çocuklarını, ya da hiç kimse.
Ey mazlumun Rabbi! Ya sen acırsın bu halkına, ya da çocukları büyüdüğünde bugünleri aratacak vahşilikler baş gösterecek. Ne olur acı bize” feryatları mağaradaki her zerreyi duaya mecbur ediyordu; çevredeki kayalıklar, taşlar, böcekler, geceler, nebatatla beraber…
Mekkelilerin segiledikleri vahşetten dolayı çektiği “doğum sancıları”, Muhammed Mustafa’ya adeta “çare O cc. başkası değil” inancını/anlayışını zerk ediyordu damla damla…
Muhammed-ül Emin, Sevr’de yaşadığı son on gündeki acılarla tarihte yaşanmış ve yaşanacak bütün acıları kendisi çekiyor gibiydi. Naçar kalmıştı Muhammed Mustafa, tükenecekse nefesim tükensin, peki, ya kalanlar ne olacak diyordu. “Melekler, bir yandan Muhammed Mustafa’nın imdat çığlığına nasıl ve ne zaman cevap verileceğini merak ederken, bir yandan da Rasul-i Ekrem olacak insanın yaşadığı ızdırabın bir an önce dinmesi için dua ediyorlardı.”
İnsanlık ailesine, ama özelde “Mekke ve çevresine” acilen bir çare gönderilmeliydi. Bu çare ancak ve ancak herşeyin Malik’ince mümkün olabilirdi. Sevrin kutlu misafiri de bunun bilinciyle bir Mekke’ye kahır dolu bakışlarla bakıyordu.
Tahammülü imkansız sancılarla kendinden geçen Muhammed Mustafa gözlerini açtığında Mekkeyle göz göze gelir ve “çare” diye inliyordu. Özellikle vahyin nüzulundan önceki son on gece dayanılmaz acılarla geçiyordu. İlahi hitabın inişi yaklaştıkça sancılar da artıyordu.
Maksadını mübarek hitabın sahibinin bileceği o son “on gece”nin dayanılmaz sancılarını Kur’an Fecr Suresinde “o on geceye andolsun” ilahi ifadesiyle nazarı dikkatimize sunuyor. Kur’an pek çok Mekki Surede (Mekke’de nazil olan sureler) yeminlerle başlar ve yeminlerle devam eder. Yeminler pek çok farklı şekilde tefsir ediliyorsa da bizim esas alacağımız mana yeminlerin “şahitliği” anlamıdır.
Fecr suresindeki yeminlerle konuya açıklık getirebiliriz.
Vel Fecri, ve leyalin aşr.
Fecre andolsun, ve o on geceye.
Buradaki “fecr”in vahyin indiği ilk sabah vaktine giriş olduğunu pek çok müfessir ifade etmiştir. O zaman “leyalin aşr/on gece” de vahyin inişinden önceki Muhammed Mustafa’nın (as) Sevr Mağarasında yaşadığı ve sonunda vahyin nazil olduğu on gecedir diyebiliriz.
Vel Fecri, (o) sabahın ilk vakti şahittir, dünya hangi gecelerden sonra bu fecr vaktine erişmiştir. Öyle sanıldığı gibi kolay olmadı, bunun öncesinde sizin yerinize çekilen acılarla dolu yıllar vardı. Mekkelilerin kurtuluşunu arzu ederek kendini üzüntüden mahv eden “birileri” vardı.
Onun son on gece neler çektiğine o “on gece” şahit.
Fecr anının şahitliği,
Karalıkların yarılıp, nurlu sabahların çıkması,
“Cahiliye karanlığını yarıp çıkan vahyin nurlu sabahı” M. İslamoğlu
Belirsizlikler sonrası vahyin yol göstericiliğiyle ‘belirlenen’ istikametin doğuşu…
O “on gece” sonrası “alemlere rahmet” müjdesi geldi. Nitekim Kadir Suresinde “bin aydan hayırlı gece” dediği Kadir gecesinin de bulunduğu Ramazan ayının son on günü, bu yemin edilen/şahitliği ifade edilen “leyalin aşr/on gün” olduğunu söyleyen alimler (haddim olmayarak) isabet etmişlerdir diye düşünüyorum.
Bu surenin girişiyle Rabbimiz sanki;
“Ey vahyin inişinden önceki o on gece!
Siz söyleyin; Rasulum Muhammed Mustafa (as) neler çekti?
Onun ne acılar yaşadığını siz anlatın, çünkü bu yaşananların şahidi sizlersiniz” der gibi.
Devamı gelecek cumaya, inşaallah…
Devam edecek…
Twitter: @ahmetay_
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.