ÇÜRÜMÜŞ ÇOCUK MASKESİ DERİNLİĞİ / Mine Köker
Günün ortasında hava karardı. Yağmur atıştırmaya başladı ardından. Telefon elinde arayıp aramamak arasında kaldı. Sonra numaraları çevirdi.
“Nasılsın? Nerelerdesin?”
Diye sordu karşındaki ses.
“İyiyim, yağmur başladı”
Dedi kadın.
“Evet. Yağmura elimi uzatıyorum, damlaları yakalamaya çalışıyorum”
“Kaçan her damla yakalayamadığımız anları anlatıyor”
Dedi adam.
“Doğadaki dışavurumu”
Dedi kadın.
“Ne zaman görüşeceğiz”
Dedi adam.
“Yarın. Daha fazla damla kaçırmak istemiyorum”
Dedi kadın.
Telefondaki ses güldü.
“Tamam, görüşmek üzere”.
Dedi.
Elindeki küçük paketle birlikte metronun merdivenlerinden aşağıya indi. Yirmi dakika sonra evdeydi. Treni beklerken insanları süzdü. Küçük bir kız çocuğu gözüne ilişti. Sevimli burnu, kırmızıydı.
“Hasta olmuş”
Diye düşündü.
Annesi elinden sımsıkı tutmuştu. Belli ki! Sıkılmıştı küçük kız. Tutsak gibi hissediyordu kendini kavrayan ellerden. Anne, sahiplenerek kavramıştı küçük çocuğu. Kız üzgündü. Gelen trene bindiler. Tren hareket ettiğinde oturan annesinin kucağında uyuklamaya başladı.
“Kendimi hissettim onun uyuyan yüzünde. Hiç geçmeyecekmiş gibi gelen zamanın, sonuna geldiğimde, parçalanarak kırılan bir yaşam bulmuştum bedenimde. Trenin içi buzlaşmış, kaskatıydı. Buzdan heykel gibi ayakta dikildim. Tünelden hızla fırlayacakmışçasına çantamı sıktım. Maskemin öbür yüzünü çevirdim. Öbür yüzdeki derin çizgiler aktı. Suratı kirli insanın; terlemesinden oluşan görüntü, yapış yapış çizgilerimi gizlendiği yerden gün ışığına çıkardı.”
İneceğim istasyona gelmiştim. Hızla kendimi metrodan aşağıya attım. Kalabalığa karıştım. Saat sekiz olmuştu. Annem yemeğe bekliyordu. Ama canım yetişmek için acele etmek istemedi. Yavaşça, yürüyen merdivenlere doğru adım attım. Çocuk, annesinin eline sıkıca yapışmış, yanımdan geçti. Evine doğru giderken onu hapseden parmaklar etten duvardı. Parmaklıklara sürünerek gider gibiydim ben de. Akşamın serin yüzü, sevgilinin nefesiydi. Üşütmüyordu, rahatlamıştım. “
“Yolda, pastanenin önünden geçerken duraksadım. Ve hızla içeri girdim. Ayçöreği aldım. Yürürken kenarlarından koparıp ağzıma atıyordum. Çok keyifliydi. Hafiften fırtına çıktı. Rüzgar, yüzüme vururken benim aklım, sevdiğim bir şarkının dizelerindeydi. Hızlı adımlarla çocuk bahçesinin içinden yürüdüm. Bomboştu bu saatler de. Parkta oturan birkaç yaşlı dışında… Çocuk, park ve yaşlanmak. Farkın; başlangıç noktası ve son noktası arasında gidip gelmişti zaman. Bir parkta başlayıp, bir parkta son bulmaktaydık. Maskeleri çıkarma zamanı… Yüz, bir çocukken hassastı, bir de maske çıkarıldığında… Sıvadığımız şeyler ne kadar koruyacaktı bizi? Bu kadar dayanıklı mıydık?”
Eve gelmişti bu düşüncelerle. Asansör? Merdivene yöneldi. Birinci katta, bağrışmalar duydu.
” Karı koca kavga ediyorlar”
diye iç geçirdi. Çocuğun yüzünü seçebildi bu gürültü arasında. Yüzünde, kireç rengi maske vardı. Hissetti. Katı kurallar, bu maskeyi takmıştı ona. Oysa çok erkendi. Çocuk, anlamlandırsa da yaşadıklarını kendi odasında, ödevlerini yapmaya başladı. Kavgalar süresince de odasından çıkmadı.
Kadın, kapının anahtarını çevirdiğinde çocuğun kendi hayatını yaşadığını biliyordu. Yapacak başka ne olabilirdi onun için?
Anne;
“Yemek hazır, patates salatası da yaptım, seversin”
Dedi.
Kadın;
“Teşekkürler, birkaç çatal alayım”
Dedi.
Aç olduğunu hissedemedi. Oysa sabah kahvaltısı ile duruyordu. Açlığını hissetmek istemiyordu belki. Aç insan ruhunun, tokluk basamaklarında oturmuş kendini dinliyordu.
Annesi suratını asmış, koltuğuna oturdu. Kadın da masaya… Birbirlerine baktılar. Bakışlarında; soru vardı.
“Bir şey yok, sadece yorgunum”
Dedi kadın.
Gözlerini kaçırdılar. Anne; çocukluğundan kalma bir saflıkla bakıyordu şimdi. Maskesiz… Kadın, içindeki sevgiyi duyumsadı annenin. Ve boylu boyunca kucağına uzanmak istedi. Çocukluğundan kalma bir istek kapladı onu. Gülümsedi.
“Çok güzel her şey, eline sağlık”
Dedi.
Gülümsedi anne. Yaşamında; onu mutlu eden şeydi bunlar. Kımıltısız bir mutluluk. Ötesi yoktu.
Kadınsa yarının peşindeydi. Onun için mutluluk adamdı. Yakaladıkları damlalar, hayatın kendisine dönüşerek yok olacaktı. Tanımsız zaman aralığında, devam eden bir döngüydü bu. Kadın, bu döngüden korkuyordu. Çünkü kısa sürerdi mutluluklar. Herkes gibi bilincindeydi. Korkarak yaklaşıyordu döngüye. Hep kaybedilirdi sonunda. Kumardı. Kumarda kaybedilirdi hep. Karşısındaki, kazanmanın aç duygusuyla onu yok edebilirdi. Bu yüzden sıkıntılıydı işte.
Sıkılsa da bunları yaşayacaktı. Yaşam, soluk yüzünde onun için bir renk yaratmıştı. Rengin soluğunu duymuştu o. Değişik tonda ki, bu armoni de kendi rengi de vardı. Bazen açık, bazen de koyu…