- 520 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SON OK
Anlatılabilir gibi değildi, yaşananlar. Daha birkaç sâniye önce, bir idâm mâhkûmunun idâmı gerçekleştirilecekti. İşte şimdi, koca sultan, bir isyâncının ellerinde can veriyor. Nasıl oluyor bu? İşte Allah’ın kaderi, böyle bir şey. Bir anda can alacakken, can veriyorsun.
O an gözlerim Sultan’a takıldı. Herhâlde o da benim gözlerimi görmüş olacak ki, çok kısa bir ân gözlerime baktı. Aman Allah’ım! Neler anlatıyor, bu gözler? Vücûduna girip çıkan hançer darbelerini görmez olmuştu sanki. Biraz önce bu isyancıyı, kendi elleriyle, o çok sevdiği okuyla öldürecekti. Ama hayatın nasıl işleyeceğini o belirlemiyordu.
Sultan’ın gözlerini gördükten sonra kendime geldim ve hemen Yûsuf el-Harezmî’nin üzerine atılıp, bir gürz darbesiyle öldürdüm. Benim hareketim ile şaşkınlığı üzerinden atan askerlerde, isyancı kâtili, paramparça ettiler. Hemen sultânıma koştum. Yaralarından oluk oluk kan akıyordu. Başını tuttum. Bir elimle de kanayan yaralarından birini kapatmaya çalışıyordum. Bu sırada çadırdaki hekim geldi ve yaralara pansuman yapmaya başladı.
İnanılmazdı. Bir yanda Muhammed bin Dâvûd Çağrı, nâm-ı diğer Alp Arslan, öte yanda da isyancı bir kâtil. Aynı yerde, yan yana birbirlerine düşman olarak can veriyorlar. Nasıl bir kader ki bu, eline verilebilecek, en büyük güç veriliyor ve sonra o gücün eliyle, düşmanın yanında, yan yana, sen onun eliyle, o da senin elinle can veriyor. Allah, böyle kaderi bizlerden esirgesin!
* * *
Biz Malazgird denen yerde Rûm ordularını dağıttıktan sonra pâyitahta geri dönmüştük. Bu arada ata yurdu Mâverânünnehr’i yöneten Şemsülmülk Tekin, bize karşı bir fitne içerisine girmişti. Bunun üzerine Sultan’ın emriyle Tekin’in üzerine sefere çıktık. Bu arada Sultan, önceki zamanlarda Sultan’a isyân eden bir kale komutanının da işinin bitirilmesini istedi.
Böylesine büyük bir ordunun karşısında direnemeyen Yûsuf el-Harezmî adlı komutan hakkında karar verildi. Buna göre her isyancıya yapılan ne ise Yûsuf’a da o yapılacaktı. Ancak bu sefer durum çok farklı idi. Zîrâ Yûsuf’un celladlığını da Sultan, bizzat yapacaktı.
Sultan, çok iyi ok atar ve bu konuda rakip tanımazdı. Yine okçuluğuna güveniyordu. Doğrusu hiçbirimizin de bu konuda şüphesi yoktu. Herkes bu düşünce ile infâzı, Sultan’ın gerçekleştirecek olmasını normal karşılarken, bizler çok ciddî bir hata yapıyorduk.
Ben, Sultan’ın hizmetçilerinden Heratlı Ahmed bin Mustafa, düşünmem gereken şeyi düşünmediğim için, yapılması gereken şeyi yapmadığım için, Sultan “Alp Arslan” Muhammed bin Dâvûd Çağrı’nın şehâdetinde suçluyum. Ben bunları yazana kadar kimse beni suçlamadı ama biliyorum suçluyum. Orada bulunan herkes kadar, bizzat bende suçluyum. İsyancı kâtili aramadığım için, sakladığı hançeri göremediğim için devletlû sultânımı koruyamadığım için suçluyum. Hepimiz bu yüzden suçluyuz.
Meydan hazırdı. Sultan, tahtında oturuyor, isyâncı esirin ellerinin bağlanmasını izliyordu. O sırada Sultan’ı iyi tanıyan ve nasıl kontrolden çıkartabileceğini iyi bilen Yûsuf el-Harezmî, “Ey muhannes[1]! Benim gibi bir adam böyle öldürülür mü?” dedi.
Bu sözler, bir anda ortalığın buz gibi olmasını sağlamıştı. Herkes Sultan’ın ne emir vereceğini beklerken, ortalık Sultan’ın “Serbest bırakın şunun” sözüyle inledi. Bir anda etraftaki hizmetçiler, isyancı esirin ellerini çözmeye başladılar. Bu arada Sultan’da yayı ve okunu eline almış, yayı germiş, hazır hâlde bekliyordu.
Yûsuf el-Harezmî, serbest kaldıktan sonra son sözünü söyledi. “Haydi, vur beni”. Artık Sultan, okunu fırlatmıştı. Ama o da ne, Yûsuf, kendini yere atıp, oktan kurtulmuştu. Hepimiz şaşkındık ve bu şaşkınlıkla donmuş gibiydik. Gözümüzün önünde bir esir, belinden çıkardığı hançeri ile Sultan’a doğru koşuyordu. Sultan gözlerine inanamıyordu ve o an böğrüne saplanan hançer ile ortalık kapkaranlık oldu.
Hançer, Sultan’a saplandı ama sâdece onun değil, hepimizin hayatı karardı. Bir sâniyede defâlarca hançer girip çıktı. İşte o an, ilk olarak ben kendime geldim ve Yûsuf’u öldürdüm.
* * *
Haber kısa sürede yayılmıştı. Ortalığı kargaşa kaplamıştı. Koskoca sultan, bir esir parçasının hançeri ile can vermişti. Olacak şey miydi bu? Rûm’un dev ordusunu dize getiren, bütün Mâverânnehr’e ve Türkistan’a hâkim olan ve emîr’ül mümînin hâlife hazretlerinin koruyucusu koskoca Alp Arslan, böyle mi can verecekti?
Ben, onun hasta yatağında bu sözleri söyleyip ağlarken, bir aralık gözlerini açtı. “Her nereye yönelsem ve hangi düşman üzerine yürümek istesem daimâ Allah’tan yardım dilerim. Dün bir, tepeye çıktım, ordunun azâmetinden ve askerlerimin çokluğundan dolayı altımda yer titriyordu. Kendi kendime: ’Ben bütün dünyaya hükmeden biriyim, bana hiç kimsenin gücü yetmez’ dedim. Bu yüzden Allah Teâlâ beni yarattıklarının en zayıfı karşısında âciz bıraktı. Allah’tan mağfiret diler ve bu düşüncemden dolayı beni affetmesini niyâz ederim. Kendini üzme. Hiçbirinizin suçu yok. Allah’ın kaderi böyle tecelli etti.”
Bu sözlerin ardından Kelime-i Şehâdet getirdi ve gözlerini kapadı. Bizler bir yüce sultânın ölümüne ağlarken, o ölümüne değil, yaptıklarının güzelliklerine sevinip, gülerek kapadı gözlerini. Hemen sonra da güçlü bir rüzgâr bizleri selamladı ve Sultan’ın rûhunu yanına katıp, dönmemek üzere aramızdan ayrıldı.
Kutlu Altay KOCAOVA
www.kutlualtay.net/sonok.htm
[1] Muhannes: Kadın gibi davranan erkek. Korkak erkek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.