- 2952 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Sarı Şemsiye
Tipik bir Nisan günüydü. Bütün gün bulutlarla kapalı bir hava ve hiç dinmeyen bir yağmur vardı. Bütün zaman gündüz havasını aradığım bir gündü. İskandinav ülkelerindeki gibi hep yarı karanlıktı. Güneş sanki insanlara: “bensiz ne haliniz varsa görün” demişti o gün.
Kentin kalabalık bir caddesindeki sakin bir kahvesinde cam kenarında oturmuş kahvemi içiyordum. Aslında yüz kahveyi bir bardak çaya değişmem de, ama hem asma çaylarını sevmiyorum buraların hem de bu tür lüks yerler çay içmenin sanki sıradan bir şeymiş duygusu uyandırıyor bende.
Cama vuran yağmur damlalarının aşağılara doğru akışını izlerken, kahvenin içerisindeki sıcak ve sessiz hava hoş bir duygu yayıyordu bedenime. Çok sevdiğim demli ve karanfil kokulu çayımı yudumlar gibi sade kahvemi yudumlayarak tadını çıkarmaya çalışıyordum.
Bakışlarım camdan akan yağmur damlalarından uzaklaşıp camın ötesindeki yağmurlu, ıslak ve soğuk havaya yöneldi. Bir anda soğuk ve ıslak havayı sırtıma hissettim. Yüzlerce şemsiye, yol boyunca sağa sola koşturuyor gibiydi. Sonu gelmeyen, durmaksızın gelip geçen, yağmurlu, loş karanlık havadan dolayı yanık olan arabaların farları bir ışık seli oluşturmuştu. Dışarıdaki hareketlilik bir karınca sürüsünü hatırlatıyordu bana. Durağan hiçbir şey yoktu. Her şey hareket halindeydi. Sadece… sadece…
Karşı kaldırımda hareket etmeden olduğu yerde duran sarı bir şemsiye ve onun altında tek başına bekleyen bir genç kız takıldı gözüme. Yorgun ve üşüyor gibiydi. Omuzlarını boynuna doğru çekmiş, küçük biçimli burnunun ucu ve kulakları morarmıştı soğuktan. Kocaman gözleri anlamsız bir boşluğa takılı kalmış gibiydi. Korunmaya muhtaçmış gibi bir duygu uyandırdı bende bu genç kız. Üzerindeki kot pantolonu ve gri kazağı bugünkü bulutlu ve yağmurlu havayla uyum içerisindeydi. Dikkati çeken ve hatta tuhaf görünen tek şey başının üzerinde tuttuğu hardal sarısı rengindeki şemsiyesiydi. Şemsiyenin sapına sıkı sıkıya sarılmıştı iki eliyle. Sanki tutunacak bir yer bulmuş da ona tutunmuş gibiydi. Sanırım benim dikkatimi onun üzerine çeken şey bu tuhaf renkli şemsiye olmuştu.
Şemsiyeden kurtulmuş bakışlarımı artık zavallı durumda olan biri hissini veren bu genç kıza yönlendirmiştim. Bütün ilgimi ona yönlendirmiştim.
Her zaman mı bu haldeydi yoksa sadece havanın etkisiyle mi böyle zavallı bir durumdaydı? Kimi veya neyi bekliyordu orada öyle kımıldamadan? Neden evine veya bir kahveye gidip beklemiyor da, kımıldamadan yağmurun altında bekliyor?
Belki de parası yok.
Belki de gidecek yeri yok. Ya da arkadaşı, sevgilisi onu yüzüstü bırakıp gitti. Evliydi belki de.
Hayır, bunun için çok genç görünüyordu. Olsa olsa 16 veya 17 yaşındaydı. Kızlarımın yaşında yani.
Binlerce soru kafamın içerisinde dolanıp duruyordu.
Olduğu yerde bir milim bile kıpırdamadan bir sağa bir sola bakıp duruyordu. Beklediği biri vardı. Ama kimi? Annesini? Babasını? İlk büyük aşkını?
Her kim olursa olsun. Biraz acele etmeli şu zavallı kızı bu soğuk ve yağmurlu havada daha fazla bekletmemeliydi.
Babalık duygusu, korumacılık hissi ve yardım etme içgüdüsü sardı tüm ruhumu. Nasıl yardım edebilirdim bu genç kıza? Hiç kimse bu kızın yardıma ihtiyacı olmadığı konusunda beni ikna edemezdi. Durduramazdı da artık.
Terk edilmiş olabilirdi. Teselli etmeliydim. Bir bardak sıcak çaya davet etmeli, hatta, hatta gidecek yeri yoksa evime götürmeliydim. Kızlarımla anlaşabilirdi. Aynı yaştaydılar.
Onun hakkında senaryolar üretmeye başladım kafamda. Bir trafik kazası gelebilirdi başına. Ya da sabaha kadar burada bekleyip soğuktan ölebilirdi. Git ve onu buraya getir, diyordu bir ses içimden.
Saçmalama! Diyordu diğer bir ses içimde. Sakin ol. Canına tak edince beklemek, çeker gider evine. Evi var mıydı ki? Yoksa Çocuk Esirgeme Kurumundan mı kaçmıştı? Daha güzel bir hayatı hak etmiyor muydu? Neden hep böylelerinin başına gelir en kötü şeyler? Neden hep yanlış insanlar çıkar karşılarına?
Durmadan üzülüp sinirlenmeye başlamıştım.
Böyle savunmasız, masum bir genç kızı kim, nasıl bu kadar burada bekletir? Anne babasını bir geçirsem elime. Ya da o serseri aşığını bir görsem. Hak etmiyorsun diyeceğim suratına, belki de patlatacağım suratını. Ah, zavallı kız! Daha fazla geç olmadan, başına daha fazla kötü şeyler gelmeden kurtul o adamdan.
Oturduğum sandalyede bir sağa bir sola kıvranıp dururken defalarca yanıma gelip başka bir şey isteyip istemediğimi soran garsonu istemeyerek terslemiştim. Oysa saatlerdir sadece bir fincan kahve ile geçiştirmiştim zamanı.
Bir an kopmuştum camın öte yanından. Sarı şemsiye hala orada mı? Aman Allahım! Göz göze geldim genç kızla. Ağlıyor mu yoksa cama vuran yağmur damlaları mı beni yanıltan?
“Şimdi ya da hiçbir zaman!” Diyordu iç sesim bu kez. “Git ve bir şeyler yap.”
Aceleyle kahvenin parasını masaya bıraktım. Pardösümü, atkımı ve şemsiyemi alıp çıktım. Hızla karşı tarafa geçmeye çalıştım. Heyecandan şemsiyemi açmayı bile unutmuştum.
Birden, sarı şemsiye kapatıldı ve genç kız siyah bir arabaya bindi. Bir anda ortaya çıkan küçük siyah araba aynı hızla uzaklaşıp kayboldu ortadan.
Keşke tanısaydım, keşke daha önce çıksaydım dışarıya, dedim kendi kendime. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru kısa sürede iliklerime kadar ıslanınca fark ettim.
Sarı bir şemsiyeydi benim dikkatimi çeken ve o genç kızın varlığını hissettiren. Yeniden kendi gerçeğime döndüm ve siyah-gri renkteki şemsiyemi açarak kurşuni renkteki sokaklara daldım.
Eve gitsem ne olacak ki? Beni bekleyen mi var? Kızlarım kaç yıl oldu uzaktalar benden. Gidecek yerim mi var? Arayıp soranım mı?
En iyisi… En iyisi yarın kendim için bir sarı şemsiye satın alayım. Fark edilirim belki…
YORUMLAR
Kızlarımın yaşındaydı, alıp eve götürsem kızlarımla anlaşırdı demişsiniz iç sesinizle ama siz zaten kızlarınızdan uzaktaymışsınız. Sanırım bu sebepten o şemsiyeyle dikkatinizi çeken kız , kızlarınıza benzediğinden sizdeki Vicdanı uyandırmış ve geç kalmışsınız yine Baba rolüne...:))))
Saygılar.
Hüseyin Akdemir
valla billa ben bir şey demedim.
Bütün suç, ne nasıl söylenmişse öyküde.
Ben sadece oyküyü harflerle bezeyip sayfalara taşıdım.
Neyse, yorumlarden beklediğim de bu zaten. Farklı bakış açılarını yakalamak.
Teşekkürler değerli yorumunuz için.
Saygı ve sevgiyle kalın...
Kim bilir, belki dediğiniz gibi olur biri de sizi fark eder ama o sarı şemsiyeliyi unuta bilirseniz tabii.
Akıcı ve merak uyandıran bir yazıydı tebrik ederim
saygılar
Hüseyin Akdemir
ama farklı olanı görmek, hissetmek, algılamak nerdeyse bir devrim niteliğinde.
Fark etmeli bence.
Farklı olanı fark etmeli.
Teşekkürler Emine Hanım
saygı ve sevgiyle kalın...
Hüseyin Akdemir
fark edildiniz işte :)
saygı ve sevgiyle kalın....