Kim bilir?
Belki seversin diye bir asma altı bulup oturdum dün gece. Kimsecikler yoktu yanımda belki, belki tüm geçmişim boca ediliyordu üstüme; anlayamadım…
İki kedicik nerdeyse beni anlamışçasına bakıyorlardı yüzüme, açlık güdüsü ile değildi bu süzüşleri, şefkat istemiyle de ilgisi yoktu sırnaşmalarının; hayata dönmem için küçük dokunuşlar, içli bakışlardı bunlar. Küçük yaşlarımda onlara yaptığım eziyetleri unuttuklarını bile sandım bir ara.
Balıkçıların eski ahşaplardan çakıp derlediği divanlarda daldı gözlerim. Suyun sahile vuruşu o yılları getirdi. Askılı kemerli kısa şort, üstünde pötikare kısa kollu gömlek ile sakin bir çocuk, oltanın ucunda titreme olsun diye sabırsızlanır oldu. Kocaman gülüşlü bir bıyık adam saçlarını okşadı. Gözyaşı anlamsız aktı geceye…
Bir ıslık seni çağırdı, bizim şarkımız bu olsun istedim, öyle herkesin bileceği çok ünlü bir bestecinin değil, öyle çok büyük orkestraların değil, öyle büyük bir şairin değil; sadece bizim şarkımız olsun istedim. O an aklıma gelen, sözleri bağrımı delen bir melodiyi ıslıkla söylemeye başladım. Ben sen oldum ya başım ondan döndü sanırım.
Belki seversin diye sardalye söyledim mangalda. Çok bir mezesi yoktu amcanın ama birine benzeyen gülmesi vardı, dünyayı çözmüşçesine de yürüyüşü…
Rakı dışında içki seçeneğimiz yoktu. İzni olmadığından gizlice veriyordu o da güvendiği müşterilerine sadece. Buz isteyen bir yeniyetmeyi kovmaktan beter etti, arkasından da epey söylendi bu deli bıyıklı adam. Gitar çalmamı istediler ben olmaz dedim. Size bugün ıslık çalacağım. Bizi çok özledim ya gözlerim ondan karardı sanki.
Aşkı aramakla geçecek ömür
Bulup bulmamak da önemsiz hani…
Belki seversin diye klarnetçiden bir şarkı istedim, iç titreten acımasız bir şarkıydı bu. Kimseler bilmez ne denli yaktığını beni, kemana rica ettim hiç elleşmedi, darbukacı saygılı çocuk sustu dinledi. Havasına girince ne de güzel çalıyormuş öttürdü mübarek, şenlendi gönlüm acının etkisiyle, ağlamak böyle zamanlarda güzel.
… (kim bilir devamı gelir mi) o şarkı hangisi kim bilir?
Karşı bankta bir güzel çift sarmaş dolaş idi, koklaşıyorlar güzel oluyorlardı.
Onlara bakınca kimi gördüm, nerelere gittim…
Düne gülmekle diniyor sızı
Benzeri olsa da olur olmasa da…
Belki seversin diye bir şiir okuyorum, destansı, çok gerçek dizelerle vuruyorum meyhanecileri, bu kez gitar yok melodi yok; ritim var mimik var acı gerçekler var…
‘’Kirvem hallarımı aynı böyle yaz’’…
Mecit gelip yanıma oturuyor, ne yaptın abey diyor. Deldin geçtin bağrımızı.
Benim canım acımıyor sanki donuk manasız gözlerle giden tekneye bakıyorum. Miço oluyorum sana gelebilmek için, güvertede uyumadan sabahın sen olmasını diliyorum.
Umut hayat adlı motorun mazotu, toprak bandıralı bu küçük gemi ile yaptığımız yolculuğun sonlarına doğru hayallere dalmak doğal. Yanılsamalar, kırılmalar, ufalanmalar olgunluğun yapı taşları.
Biriktirilen ne?
Ertelenen ne?
Üretemiyor zamane insanı, sosyalliği yeniden tanımlayıp sahte hayatlara yelken açıldı beri; iç bükey gelişiyor ve kabuğuna siniyor.
Belki seversin diye dalından koparıp küçük yuvarlak kırmızı üzümleri yedim. Ne kokuyorlardı biliyor musun?
…(kim bilir devamı gelir mi) ne kokuyordu kim bilir?
İrkiliyor gece simsiyah bağırıyor iki kumru, aşılı neşeler doluyor belli belirsiz masama; ben kaybolmanın girdabında ışıksız kalıyorum.
Belki seversin diye gözlerimi kapıyorum, ılıkmış kanım, gülümsüyorum. Parmaklarım kızıl figürler çiziyor resmine, hayır bu kez okşamıyorum.
Kuruyor dudaklarım, beş parasız olduğum geliyor aklıma, ilk kez rahatlıyorum. Bileklerimi sarıyorlar biraz önce gözyaşlarımın ıslattığı masa örtüsüne.
Keşke Gülizar’da olsaydım diyorum, siren çalıyor.
Ben gidiyorum…
Ben duruyorum.
Ya da her şey gidiyor kim bilir?
Temmuz sonu 2012
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.