- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öylesine bir öykü işte..
Fransa’nın kuzey sahilinde küçük bir şehir. İnsanlar iş telaşı sonrası cafe ve barlarda toplanmış koyu bir sohbete dalmışlardı.Elektrik teknisyeni Cristian bar kenarına oturmuş cafe sahibne heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu.Cafeci Jak ise onca işin arasında teknisyeni nezaketen dinliyor, diğer taraftan iş çıkışı kalabalıklaşan müşterilerine hizmet vermek için uğraşıyordu. Karısı Salina ağır kalçalarını bir hafifletebilse her şey daha çabuk olacak, Jak yorulmayacaktı,f akat..
Garson Mariana ise yılların tecrübesi ile tüm hünerlerini gösteriyor, bedeninin inceliğinin yarattığı çeviklikle hiç bir müşterisine hizmette kusur etmiyordu. Mariana profesyonel bir garsondu. İşini severek yapıp, maaşınıda hakkı ile alanlardandı. Mariana otuz , otuz beş yaşlarında kumral uzun saçlıydı. Maria’nın en dikkat çekici yanı ise görür görmez diğer insanları etkileyen kehribar rengi iri gözleriydi..Marianın güzel yüzü gibi kehribar rengi gözleri de her daim güler ve o gülüşle çevresindekileri etkilemeyi bilirdi.
Müşterilerin çoğu ona takılır ve şöyle derdi
“Mariana gözlerini bir gecelik bana verebilir misin ? Ver ki en güzel düşleri ona bakarken görebileyim”
Mariana bu tür şakaları çoktan alışmıştı. Gülümser iken ince kıvrimlı vişne rengi dudaklarını aralar
“Mersi !” derdi.”Mösyö Mersi !”
Mariana’nın en çok “Mersi !” dediği kişilerden biri de yetmişe merdiven dayayan marangoz Michel.
Marangozun hayatı çalışmakla geçmişti. İşine o kadar çok sadıkdı ki başından bir kaç kez evlilik geçmişti iş yüzünden yürümemişti işte..
Michel her akşam üstleri bara gelir ya bir bira yada cafe söylerdi. Michel başka hiç bir cafeye gitmezdi. Çok kişi bu durumu merak eder
“Heyy ! Usta ! Yarın Sealife’a gidelim mi ?” diye şakadan takılırlardı. Onlarda bilirdi ki yaşlı Michel Jak’ın cafesinden başka bir yerde tek fincan cafe bile içmezdi.Yıllardan beri aynı cafeye gelir bir kaç bardak cafe içer evine çeker giderdi.
Michelin devamlı olarak bu cafeye niçin geldiğini tek bir kişi biliyordu; o da; garson Mariana..Mariana gözlerinin içinde gezinen bir çift gözden ilk anlarda kurtulmak istemiş başarılı olamayınca da her şeyi oluruna bırakmıştı. Bir zaman sonra Marangozun kaçamak bakışlarına o kadar alışmıştı ki yaşlı Michel biraz gecikse bu adamda nerede kaldı diye merak ederdi. Bazan onun geliş yolunu gözler iken
“Heyyy ! Mariana ! Sepet gibi ortada kala kaldın, cafeler soğudu” diye bağıran Jak’ın sesini duyunca kendine gelirdi.
Bugün, yaşlı Kurt yine gecikti, diye düşündü. Ama geleceğinden emin olduğu için gönlü ferahtı. Tabakları yıkamak için mutfak kısmına geçti. Salona döndüğünde Marangoz köşedeki masasına çoktan kurulmuştu bile. O da ne ? Marangozun siması biraz solgundu ama çok güzel giyinmnişti.Mavi gömlek, beyaz kıravat ve lacivert elbiseler içinde bir damat gibi süslenmişti.Mariana gülümsedi. Ona doğru yaklaşıp sıcak bir ses tonu ile,
“Bonju Mösyö !” dedi.”Bugün çok şıksınız”
Michel yanıtlamakta hiç acelesi yokmuş gibi Mariana’nın gözlerinin ta içine bakar iken
“Eee matmazel, bugün biraz zengin görünelim diye düşündüm..”
Mariana evlenip boşandığı halde Michel ona madam değilde hep matmazel derdi. Marangozun “Oooo matmazel !” diye şaşkın bir yüz ifadesi ile gözlerinin içine bakarak söylemesi Mariana’ın da çok hoşuna giden hareketlerindendi.. Mariana bu yaşlı adama önceleri acıyordu.Sonra ona karşı bir yakınlık hissetmeye başladı. Daha sonraları ise müşteriler gittikten sonra derin bir sohbete dalarlardı.
O gün de yine öyle oldu. Marangoz, Mariana’nın gözlerine gözlerini daldıryor ve sonra anlattıkça anlatıyordu. Fakat bir ara “Başım ağrıyor” dedikten sonra saçlarına ak düşmüş başını masaya koydu. Mariana onu rahatsız etmemek için yanından sessizce ayrıldı. Bir zaman sonra onun kapıdan çıkıp gittiğini gördü. Halbu ki marangoz gider iken mutlaka iyi akşamlar derdi.Mariana bu duruma biraz şaşırsa da belki dedi kafası çok dalgın diye düşündü. Mariana, masaları temiz bir bez ile silerken onun oturduğu masanın ayaklarının dibinde bir ıslaklık dikkatini çekti. Mariana hiç üşenmeden eğilip inceledi..ve sonra bir çığlık attı
“Aman Tanrım !” dedi “Bunlar göz yaşları !”
Merak içinde kalmasına rağmen ertesi günü beklemeliydi. Fakat ilk defa marangoz Michel cefeye gelmedi. Daha ertesi gün de gelmedi..Nerede olabileceğini araştırdı.
“Hastanede “ dediler.
Son duyduğu ise Marangoz Michelin ölüm haberiydi. Mariana kolunun birirnin koptuğunu hissetti. Öyle değerli bir dostu kaybetmek onu çok üzmüştü. Fakat ne yazık ki yaşam kaldığı yerden devam ediyordu.Cafeye gelen müşterilerde sanki söz birliği etmişcesine onun oturduğu masaya oturmuyorlardı. İnanılır gibi değil, hiç kimse o masaya oturmuyor.
Bir gün o masaya kocaman bir çiçek demeti geldi. Cafe sahibi ve Mariana bu duruma çok şaşırdı. Öyle ya ölmüş bir adamın masasına kim çiçek gönderebilir ki ? Buketin içindeki bir zarf dikkatlerini çekti. Mariana zarfı alıp üstündeki yazıyı okudu
“Beni cennetinde usanmadan, bıkmadan yaşatan sevgili Mariana’ya..”
Mariana zarfın içini açmaya korktu..Elleri titreyerek zarfı tekrar yerine koyuyordu ki bir kaç resmi giyimli insanın içeri girdiğini gördü. Şefleri;
“Mariana Balenka ?”
Mariana çekinerek yanıtladı
“Benin efendim !”
Şef, Mariana ya sıcak bir gülümseme ile baktı. Sonra da
“Michel’in dediği kadar varmışsınız” dedikten sonra çantasından çıkarttığı resmi bir evrakı okuyup duruma açıklık getirdi.
“Marangoz Michel bu vasiyetini sizin çalıştığınız bu yerde ve bu masa etrafında açıklamamızı vasiyet etmiştir. Bizim görevimiz resmi vasiyetin yerine gelmesidir. Dedikten sonra vasiyeti okudu..ve Mariana’dan imza aldı.Sonrada teşekkür ettikten sonra bardan ayrıldılar.
Resmi görevliler dışarı çıkarken Mariana ne diyeceğini, nasıl davranacağını şaşırmıştı.Birden kendini toparlaması gerektiğini hatırladı. Michel’in oturduğu ahşap sandalyeye yığılır gibi çöktü. Mariana’nın gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Çünkü Marangoz vasiyetinde şöyle diyordu;
“Sevgili Mariana ! Bana herkes “Sen hiç aşık oldunmu?” diye takılırlardı. Ben ise evet aşık oldum derdim. “Kim ve nerede ? “diye sorduklarında ise, içimde derdim. Kahkahalarla gülerlerdi. Sonra bana “Cennete inanır mısın ? “diye sordular. Elbette dedim. Bir gün biri “Cennet nerede ? “dedi. Yine “O içimde..” dedim..Gülüp geçtiler...En sonunda “Sen hiç mutlu oldun mu ?” diye sordular. “Olmaz mıyım” dedim. Kiminle” dediler.”Kendimle” dedim.Gülüp gittiler..
“Sevgili Mariana ben, aşkı, cenneti ve mutluluğu yıllarca o kehribar rengi Güneş gibi ışıyan gözlerinde yaşadım. O gözlerde aşkın en devasası, cennetin en güzeli ve mutluluğun en asili vardı..Ben hayatta iken gözlerini bana bağışladığın için ne kadar teşekkür etsem az..Aşk, ten de değil beyinde yaşanır. Hoşçakal ! Dostun Michel..
Not: Yıllar yılı biriktirdiğim çok az servetimi sana bırakmama müsade edersin herhalde
Marangozun çok az dediği servet ise dudak uçuklatacak kadar büyüktü.
Öykümüz burada bitmedi. Mariana , Michel’den kalan para ile Jak’ın cafesini satın aldı ve onun oturduğu masaya her akşam üstü, Güneş batmadan önce demet demet çiçek siparişi verdi. Çiçeklerin bulunduğu sepetin üstündeki zarfta ise şöyle yazıyordu..
“Bana gözlerinde cenneti yaşatan sevgili Mariana’ya..İmza; Michel”
...............................................
Böylesine bir öykü olabilir mi ?
Niçin olmasın. Dünya o kadar da küçük değil :))
Bir çift kehribar rengi göze bir ömrü adayabilmek, çok güzel bir duygu olsa gerek..
Küçük bir öyküydü işte..
.
Saygımla
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.