MAZİDE KALAN SEDA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Fırat kenarında, Çevlik taşının hemen üzerindeki kuyunun tahta kapağındaki ağaca, daha Ramazan’ın ilk günü birkaç ip birden bağlanmıştı. İçinde ne olduğunu merak edip, ipleri yukarıya kadar çekerek yokladığımda; kırmızı file içerisinde kocaman bir karpuz, bir metal su testisi ve plastik kapaklı bidonda yarma çorbası olduğunu gördüm.
Kuyunun dibine biraz daha dikkatli bakınca, salınan bidonlar arasında, içerisinde, mahalle delikanlılarının, mübarek aydan önce kuyuya soğuması için bıraktıkları nevalelerden, kazara düşürüp de bir daha alamadıkları, su içinde bir iki şişenin metal kapakları parlıyordu.
İlk günün iftarına yakın, mahallenin çobanı dâhil, tiryakiliği olan bazı büyüklerimiz orucun rehaveti ile barut gibiler. Sinek uçsa, vızıltısından bahane yaratıyorlar. Onların akşam akşam hışımlarına uğramamak için, ötelerinde berilerinde dolaşmaz, mutat işimiz olan tavukları, her zamankinden önce içeri koyar, inekleri iştahlı iştahlı otlamalarına aldırmadan, hemen ahırdaki yerlerine bağlanırdı.
Her zaman, büğelek tutan danaları bir şekilde getiren yaşlı çobanımız, Ramazan’ın ilk günü hayvanların yarısını dağda koyduğundan, üç beş kişi bir olup, hayvanları aramaya gidip bir gözeden su içerek iftarımızı açardık. Buz gibi su, bal tadındaydı sanki.
Çok önceleri, Ermenikli Bekçi Ali’nin haznesine barut hakkını fazla koyduğundan, parçalanan iftar topundan sonra, ikinci dünya savaşından kalma düşman saldırılarını haber vermek için kullanılan sirenin, yani “Canavar Düdüğünün” sesi ile orucumuzu açardık. Yani, uzaklarda duyulmayan ezan sesi, nükleer saldırı sireni ile uzun uzun çaldırarak bildirilirdi. Daha sonra, teknolojiye yenik düştü, bu nostaljik ses.
Çarşı camisine takılan akü ile beslenen ampuller yanar, ardından hoparlörden okunan ezan ile iftar yapılırdı. Siren sesini sadece 10 Kasımlar da duyar olmuştuk.
Çarşıda ise, Ramazan’ın gelişini, Kahveci Mahmut’ un çay ocağının kapanışından anlardık. Şehir parkının, ağaç sandalyelerinin hepsi toplanır, karşı sıradaki esnafların çay söylemek için kullandığı ipin ucundaki küçük çan zil de çıkartılırdı. Ocak tarafındaki camın kenarına, koli kartonuna “İftardan sonra açığız” yazılı bir yazı iliştirilirdi. Sükûnet ve uhrevi hava hemen ilk sabahtan her yeri kaplardı. Ramazan dolayısıyla tuzu kuru olup işine geç gelen esnaflar bile erkenden işlerine gelirlerdi. Her sabah birbirine çay ikram edenler yine o sabah “Komşu, ipi çek de iki çay gelsin” diye birbirine takılırlardı.
Eski orman binasının üstünden çıkartılan ve yıllarca parkın altında, duvarın dibinde duran, uzun çam tapan ağacının üzerine belli bir saatten sonra, öğlen ezanına kadar muhabbet müdavimleri gelir, kendi aralarında birbirlerine sohbet yaparlardı. Çoğu zaman bir fakir fukaraya, hastaya yapılacak yardımların kararı burada alınırdı.
En çok konuşulan mevzu, mera sınırı ve sulama suyu sırası idi. Beklimliler hep susuzluktan yakınır suyun başında olan Pörhenkbaşılılar bunu hiç kabullenmezdi. Sonunda orta bulunur, sahur zamanı, su gevarı çevrilerek sulama suyu hep Beklim’e doğru akardı. Mera sınırını çizenler bile işin içinden çıkamamış, bu sorunu bir türlü çözememişlerdi. Soğuk sulara kadar, bütün hayvanlarımızın gitmesinde bir mahsur yoktu, bildiğim.
Ramazan ayında, en işlek iş yapanlar fırıncılar, kasaplar ve manavlar idi. Kasap dükkânlarında et kesimi iki katına çıkardı. En semiz çebiçler ve kısır koyunlar kesilmiş, perde ile gölgelendirilmiş dükkânın tahta vitrinine asılırdı. Buzdolabı olmadığı için çok ince bir ayarda kesilen etler belli bir saatten sonra tükeniyordu. Boğazına düşkünlüğü ile bilinenler, erkenden, daha işine gitmeden kasap dükkânına uğrar, fırına vermek için kâğıt kebabı, güveçlik et ve ramazana özel her evde bir kez yenmesi gereken boş siparişi verirlerdi. Boş, her hayvanda iki tane olduğundan, yetişemeyenlere sonraki günler için sipariş alınırdı. Sahurda, köftesiz sofraya oturmayan olmadığından, öğlene kadar kol ile çevrilen et makinesi, köftelik et için hiç boş kalmazdı.
Manavlar ise, erkenden dükkânının önünü süpürdükten sonra, rakiplerinin tezgâhlarını yoklatır, mevsime özel en değme sebzeleri bulundururlardı. Kaşık kavunu, seyrek salkım, Memedoğlu ya da öküzgözü üzümü seveni çok olduğundan onları satmak ayrıcalıktı. Her manavın önünde sepet içerisinde üzerine eşek arıları üşüşmüş birkaç üzüm sepeti bulunurdu.
Her zaman, erken ekmek çıkartmak için gece yarısı işe giden fırıncılar, Ramazanda öğlene kadar yatmanın tadını çıkartır, öğlen sonrası fırınlarda tatlı bir telaş başlardı.
Her gülümseyişinde, pala bıyıkları altında altın dişi görünen Fırıncı Baki Dayı, belediye ile Ramazan öncesi muhakkak pide fiyatı krizi yaşar, ardından Pülümür meşesi ile pişirilen o mis kokulu pideleri çıkartırdı. Herkesin isteğine göre yumurtalı, susamlı pide yapar ama kendisi, sadesini yerdi.
Lokantalarda, paça için alınan kelleler, Ramazan dolayısıyla kasapların elinde kaldığından, özenle soyulup yağlı kâğıda sarılarak fırına atılır, iftara yakın, fırından çıkartılan kızarmış kağıt içindeki kelleler ortalığa kebap kokusu yayar, nefisleri daha da zorlardı.
Koca yer sofrasının ortasında, kubbeli tabak içerisinde, tereyağlı bulgur pilavına ilaveten soğukluk olarak, iftara çok az kala kuyudan çıkartılan karpuz ve ayran çorbası muhakkak olur idi. Kemah Kalesi’nin taş bedeninde akseden akşam ezanı duyulur duyulmaz, herkes iftarını açar, ardından kaysılı kasefeler, cevizli burmalar ile tamamlanırdı.
Teravi sonrası uzun uzun sohbetlerle geçen gecelerde hatıralar yenilenir bayrama gelecekler beklenirdi hasretle..
Gidememenin hasretiyle bu hatıralarımın yazılacağı günleri hiç düşünememiştim..
Faruk KÜÇÜKTAŞ 2012©
YORUMLAR
Yureginize saglik hocam...bu yaziyi ucunu kez okuyorum,uzun yillardir gurbette olsamda cocuklugumda kisa sure hatirladigim ramazanlara goturdu..gecmisi hatirlamak bir parcada olsa can yaksada biliyorumki bunun adi o gunlere ozlem...kaleminiz,yureginiz hic susmasin..saygilarimla
KEMAH_LI
Yaşanmışlıklar canlanmış sayfada,
Faruk Bey, anıları öyle güzel resmetmişsiniz ki, bir an kubbeli bakır sahandaki bulgur pilavından kaşıklamak istedi canım.
Tebrik ederim, saygımla...
KEMAH_LI
Saygılarımı sunuyorum ..Hürmetlerimle..
Yaşanmış hikayeler ve çekilen hasretler...
Her şeyi nasılda işlemişsiniz, nakış nakış...
Hep beraber yaşadık o kasabada ve hep beraber oturduk ortadaki sofranın başına, bağdaş kurarar.
Afiyet ola- hoş ola- daim ola...
KEMAH_LI
Belli olmaz inşallah bir gün gider de bizlere yazdığınız özlemle dolu bu satırları bire bir tekrar görerek yaşarsınız da yine bizlere oranın havasını suyunu toprağını yazarak bizlerde okuyarak bir nebze yaşamış gibi oluruz, selam ve saygılarımla...
KEMAH_LI
Mazide kalacak ve bir gün gelir unutulmaya mahkum olacak tüm dün yaşadıklarımız o doğal, kimyası bozulmamış sevgi ve dayanışmaların...
Daha dün gibi hatırlarım çok yıllar önce köyün çeşmesine karpuzları koyup akşam iftarda afiyetle yerdik. O sıralar köyde elektrikler yoktu bazen köyün 2 km ötesinde bulunan TRT personellerin evlerinden buz alırdık...
Güzel bir anı yazısıydı ve dünlerimizi bir kez daha anımsatarak güne gelen bu elit eserin yazarını yürekten kutlarım
Sagılarımla
KEMAH_LI
Sayın Kemahlı,
Hep dedim, diyeceğim; siz çok dokunaklı yazıyorsunuz. Bunu kasten yapmadığınızı düşünüyorum. Cümlelerinizin doğal dokusu böyle.
Kaleminizin hayranı olduğumu bilin istedim.
Teknik mi, imla mı? Yazılanlar öylesine sarmaladı ki; yazı teknik olarak nerede göremedim bile.
Saygılar çokça.
KEMAH_LI
Duygularımın işte..Sizeçok teşekkür ederim..Değerli vaktini ayırıp okuduğunuz için ..Hürmetlerimi saygılarımı sunuyorum üstadıma...
Aynur Engindeniz
Bu çalışmaları kitaplardan okumak isterim.
Tekrar saygılar.
Yazınızı okurken toprak kokusu geldi burnuma!
Hani şu özleme sarılı kahverengi dağların göğe bakan gözlerinde olan kokudan :(
Bir de içimi sızlatan "muhabbet müdavimleri" terimindeki yiten güzelliklerimiz geldi aklıma...
Sahi! Çok mu geç kaldık geçmişe...
Kesinlikle kutluyorum... Saygılar...