- 830 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ BEY -7-
yazmakta bir hayli zorlandıysa da, arkası kolay geldi. Olayı başından sonuna kadar hiç atlamadan yazdı. Sayfanın önü arkası dolmuştu. Önündeki kâğıda sadece savunmasını değil, içindeki öfkesini de dökmüştü. Yazdıklarını birkaç kez okudu, bazı yerlerini düzeltti, kâğıdı katlayıp cebine koydu. Akşam evde kâğıdı açıp, yeniden okudu. Sabahleyin gelir gelmez Turgut Bey’in odasına girip, zarfı teslim etti. Turgut, savunmayı okuduktan sonra:
−Güzel olmuş, hiçbir ayrıntıyı atlamadan yazmışsın. Bravo sana, bayağıda iyi kelam etmişsin. Dedikten sonra arkaya yaslanıp Rıza’nın gözlerinin içine bakarak; “Gerisi başhekimin insafına bağlı” dedi. Kâğıdı zarfa koydu, ağzını kapadı, öğleden sonra götürüp başhekime takdim etti
Turgut, odayı terk eder etmez, başhekim hemen zarfı açıp, içindekini okumaya başladı. Okurken, ağzının yarısıyla gülerek;
“Vay uyanık vay, nasılda kendine acındırmış. Bana karşı gelmek neymiş, göreceksin.” Kâğıdı katlayıp zarfa koyarken: “Yine de iyi savunma yapmış. Akıl hocası kimse, iyi akıl vermiş, dedi.
Aslında karar belli idi. Prosedür gereği savunması istenmiş, o da yazmıştı. Başhekim, hiç bekletmeden kararı yazıp, personel şefine iletti.
Personel şefi, iki gün sonra Rıza Efendi’yi odasına çağırttı, karşısına oturttu.
−Rıza Efendi, dedi üzgün bir ifadeyle. Başhekim sana kınama cezası vermiş.
Rıza Efendi, ceza lafını duyar duymaz, yerinde hopladı.
−Ne demek olur bu, kınanacak ne iş yapmışam ben kurban? Sen biler misen bunun nasıl bir ceza olduğunu?
−Telaş etme, ağır bir ceza değil.
Masanın çekmecesindeki yönetmenliği çıkarıp okuduktan sonra Rıza Efendiye döndü.
–Bu cezaya göre sen üç ay döner sermayeden pay alamayacaksın.
Kürt Rıza, tam ağzını doldurmuş küfür edecekti ki, gözleri şefin bakışları ile karşılaşınca vazgeçti.
− Anlamışam şefim, üç kuruşu bu garibana çok görmüş. Onun olsun, belki doyar..
Boynunu büküp hüzünlü bir şekilde dışarı çıktı. İçeride söyleyemediği o sözü dışarıda söyleyerek rahatladı.
Abdi Bey için kınama, uyarma cezası vermek rutin bir işti. Günde en az üç beş kişinin savunmasını ister, onlara uyarı, kınama cezası verirdi. Bu işi öyle ileri sefalara götürürdü ki, duyanlar, kulaklarına inanamaz; “ O kadar da değil” diye hayret ederlerdi. Mesai haricinde bekâr bir hemşireyi çarşıda Mercedes arabaya binerken görmesi üzerine hemşireden savunma istemişti. Onun nezdinde kişinin özel bir hakkı yoktu.
* * *
Abdi Bey’in güreş merakı şehir merkezini aşmış, köylere, kasabalara kadar ulaşmıştı. O’nun başhekim forsundan faydalanmak isteyenler elbette çıkacaktı.
Bademli Köyü muhtarı, yanına dernek başkanını da alarak Abdi Bey’i ziyarete geldi. Muhtar, komşu köyden Abdi Bey’in babasının en yakın dostu olduğu için çekinmeden kapısını tıklattı. Abdi Bey, muhtarı görünce yerinden kalkıp;
−Vay Ramiz amca, hoş geldin, Safalar getirdin” diyerek samimi bir şekilde kucakladı, yanındakinin de elini sıkıp, oturmaları için yer gösterdi. Önce hal hatır sordu. Arkasından çaylar söylendi. Odada dostane bir hava vardı. Muhtar, bu samimi ortamı fırsat bilip, görgüde de kusur etmemeye özen göstererek, konuya girdi.
−Başhekimim sizin güreşlere olan tutkunuzu bilmeyen yok. Doktorlukta olan şanınız gibi güreşe olan merakınız da il sınırlarını aşıp, ta İzmirlere, İstanbullara kadar ulaşmış, diyerek söyleyeceği söze öncesinden bir perdah çekti. “Köyümüzün tanıtımı, köy derneğimizin güçlenmesi için sizden örnek alarak, bir etkinlik de biz yapmayı düşünüyoruz. Becerebilir miyiz, yoksa elimize yüzümüze mi bulaştırırız bilemiyoruz. Bu konuda bize yardımcı olur musunuz diye kapına geldik.”
Muhtarın güreşten, pehlivandan söz etmesi Abdi Bey’in yaralarını depreştirmişti.
−Ne demek, Ramiz Amca, sen benim baba dostumsun. Sana yardım etmeyeceğimde kime edeceğim. Güreş, bizim ata sporumuz. Bu sporu yaşatmak, benim için milli bir görev. Devletimiz futbola verdiği desteğin onda birini bile ata sporumuza göstermiyor. Bu sporun yaşaması, ancak böyle organizelere kaldı, dedi. İç geçirerek.
− Allah senden razı olsun, doktor bey. Bizi kırmayacağınızı, eli boş göndermeyeceğinizi biliyordum. Dedi muhtar. “ Bizim yapacağımız şölen, öyle sizinki kadar şaşaalı olamaz. Zaten gücümüz, o kadarına yetmez. Biz, yöremizin pehlivanlarını davet etmeyi düşünüyoruz.
− Ramiz Amca, karar tabi ki sizin. Fakat ben derim ki, onların içinde şöyle isim yapmış bir iki pehlivan olursa vatandaşın ilgisi daha fazla olur. Biraz büyük düşünmekte yarar var. Büyük işin geliri de yüksek olur. Öyle değil mi Yusuf Bey? Dedi dernek başkanına.
−Haklısınız doktor bey. Yavan çorbaya kimse kaşık çalmıyor.
−Bravo, güzel bir söz, sevdim seni. Tam benim kafadansın, diye iltifatta bulundu.
Muhtar, kendisinin bir kenara itilip, karşılıklı iltifatlaşmalardan hoşlanmamıştı. Hemen araya girdi.
−Kimleri çağıracağımızı, nasıl bir yol izleyeceğimizi daha sonra gelip konuşuruz. Biz müsaadenizi isteyelim. Çarşıdaki işlerimizi halledip, minibüse yetişmeliyiz.,deyip ayağa kalktı, başkan da onu takip etti. Doktor, onları kapıdan uğurlarken:
−Ramiz Amca, gönlünü ferah tut, işi bana bırak, gerisine karışma, dedi. Sırtını sıvazladı. Yusuf’a da göz kırptı.
Muhtar, şehir zaferini köylülerle paylaşmak için, köye varır varmaz ahaliyi köy odasına topladı. Başhekimle yaptığı görüşmeyi allandıra pullandıra anlattı. Arada bir de; “ Öyle değil mi başkan?” diye dernek başkanına da onaylattı.
Haziran ayının ilk haftası, Pazar günü, şölenin yapılması için köylü kararını vermişti. Muhtar, kararın neticesini, takip edilecek yolu öğrenmek amacıyla, dernek başkanını yanına alarak başhekimi ikinci defa ziyaret etti.
Başhekim, organizenin şeklini, çağırılacak güreşçileri, verilecek ödülleri, basılacak afişleri, bilet fiyatlarını, biletleri kimlerin ve nerelerde satabileceğini, misafirlere yapılacak izzet ve ikrama kadar, her şeyi anlattı. Kendisinin de yüz bilet satacağının sözünü verdi.
On gün sonra muhtar, matbaada bastırmış olduğu afişlerle biletleri alarak hastaneye geldi. Başhekim, afişleri inceledikten sonra;
−Güzel olmuş. Bunlardan en az yirmi tane şehrin muhtelif yerlerine, yakın köylerin köy meydanlarına, kasabalara üçer beşer tane astır. Reklam şart. Ne kadar çok reklam, o kadar katılım, tamam mı?
−Tamam, doktorum anladım. Poşetten biletleri çıkardı. Aha bunlar da biletler. Dediğiniz üzere size yüzlük bir deste bırakıyom. Sormak ayıp olacak emme bunların parasını ne zaman alabilirim, dedi çekinerek.
−O kolay muhtar emmi. Korkma, parana bir şey olmaz. Güreşe iki üç gün kala gelir alırsın. Gelemezsen şenliğe gelirken ben getiririm.
Muhtar, büyük bir işi başarmanın huzuru ile doktora minnetlerini arz ederek hastaneden ayrıldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.