- 890 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Ağır Edebiyat
Ayaklarımın üstünde durmaya çalışırken, hangi şeytana ’uyuyorsam’ bugün, bir rüya görüyorum göz kapaklarımın arkasında. Etraflıca sessizliğin fırtınasına ısmarlanan tanıdık ürpertilere sığınmış kaçak bir masal perisi, ’hiç’ yüz vermeden geçip gidiyor önümden. ’Uyku hapını yuttuğum andır!’ diye düşünerek, yavaş adımlarla uzaklaşmak istiyorum gittiği yöne doğru rüzgârın, olmayacağını bile bile. Pencereden dışarıya baktığımda, olabilme ihtimali oldukça zayıf olan şeyleri görüyorum; üç üniversiteli kız, karşı apartmandan taşınmak üzere sokağın ortasında çıkarttıkları eşyalarla birlikte gelecek olan kamyoneti beklerlerken, içlerinden biri damacanada kalan son birkaç damla suyu dikerek içerken, diğer ikisi de yaramaz çocuklar gibi, içlerinden geldiği gibi tekerlekli döner sandalyede birbirlerini iteleyeduruyor olduklarını görüyorum. O sırada sınıftan ve tiyatrodan tanıdığım değerli arkadaşım Çetin’i görüyorum, hiç yüz vermeden geçiyor yanlarından, içinden gülümseyerek. Yani ne hissettiğini belli etmiyor ama gören herkes doğru yanlış içten gülümsediğini tahmin edebiliyor. Ya da öğrenci hali diyerekten anlayış serpiştiriyor düşüncelerine. Ne hissettiyse artık, çok küçük olan o anın, gözlemlenip bu yazıya aktarılacağını hiç düşünmemiştir herhalde. Yani belli oluyormuş meğer her şey, ciddi kalıplı sevinçler, kanka kalıplı aşklar.
Devam etmek isterken rüyama, kâbustan bulutlar çöküyor üstüme. Hangi buharlaşma böyle bir bulut tufanı yaratabilir?’ diye sorarken kendime, cevabını da veriyorum: Uyku öncesi düşüncelerin gözlere ektiği arabulma tohumlarının yarattığı inanılan şeyler uğruna yapılan müthiş hatalardan doğma inanmama bahanelerine yapılmış güçlendirme projeleri. Yağmur yağarken her gün, yapılmış projelerin güçsüzleşip, inançlar karşısında aciz kaldığı gerçeğine sığıyor hayallerim.
Uzak diye avutuyorum kendimi, yıllar var diyorum, zaman hızlıca geçerken. Sanki son anlarını yaşıyorum ömrümün, bilirkişi raporlarına müteakip gâvurca defnedilesi. Define gibi, defne gibi oynanmış kelimeleri atasım geliyor neşeli hallerimden, neşeli hayallerimden. ’Hiç’ anlanmayan bir şekilde, edebiyat okuyorsunuz işte. (Tespit: Edebiyat tersten: tayibe de) ’Edebinize sahip çıkın’ gibi önerilerim oluyor kendime şiddetlice. Sonra da ’Kim tutar seni...’
Üç harften üç kelimem var benim: aşk, hep ve ’hiç’.
Basmakalıp inciten bir de hikâye: ’Hiç’ olur mu öyle şey?
Her karanlıktan bir aydınlık paylaşmak adına...
Not: "Hiç"biri bu sefer.
| 28 Mayıs 2011 | Cumartesi | 16:41| C.EZA.N-E.|