- 656 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ BEY -6-
“Yok canım, koca başhekim, böyle bir şey düşünmez. Üç kuruşa tenezzül etmez. Belli ki benimle kafa buluyor.”diye düşünürken:
Başhekim, Rıza’nın aldırmaz tavrına karşı;
−Rıza Efendi, çay kahve de ister misin?
−Yoh, begim sagolasan, ben kalkim artık, dedi. Yavaşça ayağa kalktı. Gitmek için bir adım atmıştı ki;
−Rıza Efendi, devamlı aynı sözü söyletme bana. Ortak bir iş yaptık, ortaklık kurallarına uy, payıma düşeni ver, işinin başına dön.
Rıza Efendi, gitmek üzere kapıya doğru yönelmişken geri dönüp, masanın ucuna kadar geldi:
−Başhekimim, sen essahdan para isteyen benden? dedi. Bunu söylerken yüz hatlarındaki sinirler, keman yayı gibi gerilmişti.
Abdi Bey, bu soru üzerine yüzüne en sert ifadeyi kondurarak:
−Seni inandırmak için istersen bir de yemin edeyim bari, dedi.
Oturduğu koltukta yarım daire yaparak masaya doğru abandı.
–Ne demek essah mı? İşim gücüm yok da bir odacıyla eğleşmek için zaman mı öldürmeye çalışıyorum. Hadi daha fazla laubali olmadan payıma düşeni ver, sonra da işinin başına dön, dedi.
Kürt Rıza, işin ciddiyetini nihayet anlamıştı. Başhekimin son sözüyle bütün sinirleri ayağa kalktı. Vücudunun her zerresi davul derisi gibi gerildi. Sanki lav püskürecekmiş gibi gözlerinin içi kıp kızıl oldu. Öfkesi o kadar kabarmıştı ki, karşısındakinin kim olduğunu bile unutmuştu.
−Sen ne deyesen toktor beg? O para benim alın terim. Sizler gölgede, koltuklara kurulmuş keyif çatarken, ben Güneş’in altında türbinlere çıkıp inmekten anam ağladı. Ben alın terimi kimselere yedirtmem, dedi.
Başhekim, bu çıkışı hiç beklemiyordu.
− Son sözün bu mu?
− Evet doktor beg, son sözüm bu, dedi. .
−Vay be Rıza Efendi! Demek, ben kimseye zırnık koklatmam.” diyorsun öyle mi? Peki, öyle olsun. Yalnız bu kabadayılığın bedelini pahalıya ödersin, bundan da haberin olsun. Kapıyı göstererek, “ Hadi, defol git.” dedi.
Rıza Efendi, alı al, moru mor bir şekilde dışarı çıktı. Kimselere görünmeden lavobaya girip, elini yüzü yıkayıp kendine gelmeye çalıştı. Bir süre aynaya baktı.
“Bu kadar düşüklük, bu kader paragözlülük olunmaz ki. Sen koca hastanenin başhekimisen. Benim gibi bir garibanın üç kuruşuna ne demeye göz dikersen? dedi aynadaki suratına karşı. Biraz sakinleştikten sonra, lavaboyu terk edip, işinin başına döndü.
Abdi Bey, mahiyetinde çalışan bir hizmetliden almış olduğu mağlubiyeti hazmedemedi. Hemen personel şefini çağırdı. Personel Şefi Turgut, elindeki işi bırakarak ceketinin yakasını yolda düğmeleyip, kravatını düzelterek başhekim odasının kapısının önüne geldi. Yandaki aynada saçına başına bir düzen çekti. Başhekim, memurların kılık ve kıyafetlerine çok önem verirdi. Paspal giyinenleri, üstüne başına bakmayanları, traşsız dolaşanları, fena halde azarlar, herkesin içinde rezil ederdi. Azar yememek için son rötuşu da yaparak kapıyı tıklatıp içeri girdi.
− Beni emretmişsiniz efendim.
Abdi Bey, sanki işi aceleymiş, bir yere gidecekmiş gibi hemen söze başladı.
−Personel subayı, dedi. (Askeriyeden edindiği alışkanlıkla personel şefine, personel subayı diyordu.) Hizmetlilerden Rıza Karlıdağ, memur olduğunu hiçe sayarak, iş haricinde ticaretle uğraşmaktadır. Memurun kanununa muhalefet suçundan savunmasını alıp, sonucu acilen bana getir, dedi. Elindeki kağıdı ona uzattı.
Turgut,
− Baş üstüne efendim, diyerek ayrılıp odasına geldi.
Başhekimin bu konulardaki titizliğini bildiği için vakit geçirmeden Rıza Efendiyi çağırttı. Rıza, kanadını düşürmüş bir vaziyette gelip personel şefinin karşısına dikeldi. Hiçbir şey demeden öylece bekliyordu. Turgut, ne söylemesini gerektiğini tasarlamaya çalışırken, bir taraftan da adamın hal ve hareketlerini kontrol ediyordu. Karşısında perişan bir vaziyette duran adamın haline uygun bir söz aradı ama bulamadı. Hiçbir şey söylemeden başhekimin istediği savunma yazısını eline verdi. Rıza, yazıyı okuduktan sonra,
−Nedir bu, kurbanın olam? dedi. Telaş içerisinde.
Turgut karşısındakinin telaşını yatıştırmak için esprili bir cevap verdi.
−Yanlış bir yerde yanlış bir iş yapmışsın. Onun için savunman isteniyor.
Rıza Efendi, şefin savunma sözü üzerine daha da telaşlandı. Soruları bir bir peşine sıraladı.
−Ne yanlış işi, ne savunması, neyi savunacağım, nasıl savunacağım bilmem ki ben?
−Heyecanlanma Rıza Efendi, sakin ol. Önemli bir şey değil. Otur hele şuraya.
Rıza Efendi’nin heyecanı yatışacak gibi değildi. Gösterilen yere otururken;
−Benim amirime, memuruma, devletime, milletime bir yanlışım olmaz, dedi. Gözleri doldu.
−Biliyorum Rıza Efendi. Sen dürüst ve çalışkan bir insansın. Şimdi söyle bakalım bana, bu günlerde başhekimle aranda bir şey geçti mi?
Rıza Efendi, etkisinden henüz kurtulamadığı o tartışmayı hatırladı.
−Şimdi anlamışam davayı. Başhekim ister bu savunmayı öyle degil?.
− Aynen öyle.
Rıza Efendi, biraz rahatlamıştı.
−Madem savunmamı alacaksan, meseleyi anlatayım da dinle. Dinle de haksızsem kesen kellemi, dedi. Olayı başından sonuna kadar hiçbir ayrıntıyı atlamadan anlattı.
Turgut, hikâyeyi dinledikten sonra, ne demesi gerektiğini düşünmek için bir süre düşündü.
−Sert kayaya çarpmışsın Rıza Efendi, hem de çok sert bir kayaya. Masadaki oturuş pozisyonunun değiştirerek gözlerini Rıza Efendi’nin üzerine odakladı. Yüzüne ciddi bir ifade kondurdu.
–Bak Rıza Efendi, kulağına küpe olsun diye söylüyorum. Memur ticaretle uğraşamaz, bunu hiçbir zaman aklından çıkarma. Eğer ek bir iş yapıyorsan, yaptığın işi cümle âleme ifşa etmeyeceksin. o işi amirin gözünün önünde hiç yapmayacaksın. Sen şimdi diyeceksin ki, “ Ben amirimden izin aldım.” Şunu iyi bil ki; amirler, tehlike ve menfaat ortamında kendisini ve çıkarını korumak için emrinde çalışanları gözünü kıpmadan harcarlar. Belki içlerinde istisna olanları vardır, onların da hakkını yemeyelim. Bizim başhekime gelince, o hiç affetmez, Konuşmasına burada ara verdi. Biraz düşündükten sonra; Bana kalırsa git, özür dile, istediği parayı ver.“ dedi.
Rıza Efendi’nin teklife karşı tepkisi sert oldu.
−Ne olacaksa olsun begim, geriye dönüş bizim kitabımızda yazmaz, deyip kestirip attı.
−O zaman yapacak bir şey yok. Şu yazının altına olayı aynen yaz, yarın bana getir.”dedi
Rıza Efendi, biraz üzgün, biraz sinirli bir vaziyette odayı terk etti. Öğle paydosunda bir köşeye çekilip kâğıdı önüne aldı, uzun süre kâğıda bakarak düşündü. Sonra kalemi eline aldı, ilk cümleyi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.