- 674 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yedikule'de Son Dakika
Pâdişah anlatılamaz duyguların içerisindeydi. Şaşkınlık, bozgun, üzüntü, düşmanlık, ihânete uğramışlık gibi duygular, inanılmaz bir hızla beyninden akıp gidiyordu. İşte, ünlü Yedikule zindanlarındaydı. Daha on sekizini doldurmadığı şu hayatta neler yaşamıştı.
İçeride kendisini öldürmekle görevlendirilen yeniçerilerin sesleri geliyordu. Genç pâdişah, yıkılmış bir hâlde, onları duymaktan uzaktı. Pâdişah, bir yandan tahtta, hüküm sürdüğü güçlü günleri düşünüyor; bir yandan Hotin’de Lehistan’la olan savaşta yaptıklarını düşünüyordu. Daha sonra birden aklına yapmak istediği devrim niteliğinde yenilikler geliyordu. Ancak sonra bir şey oluyor, yıldırım hızıyla bu zindana geri dönüyordu.
Yedi yeniçeri, pâdişahı nasıl öldürmeleri gerektiğini konuşuyorlardı. Aslında bu konuşmadan öte bir böğürüşmeydi. Yeniçerilerden biri oğlancı olarak bilinen biriydi. Genç pâdişahın yüzüne bakıp, onunla ilgili hayâllerini anlatıyor, ancak bu tehlikeli hayâlleri duyuyor olmaktan korkan diğerleri, onu sustuyordu. İçlerinden biri başını kesmeyi teklif etti ama bu töreye aykırıydı. Bir diğeri onu susturdu. “Altından kalkamayız. Pâdişah ailesinin kanı dökülmez. Sonra hepimizin kellesi gider”. Oğlancı olan hayalarını sıkarak öldürmeyi teklif etti ise de yine sert bakışlarla susmak zorunda kaldı.
Karar vermişlerdi. Genç pâdişah, daha on sekizini doldurmadan, bunların elinde can verecekti. Ama yok, kolay teslim olmayacaktı. Burada, bu kahrolası durumda da olsa, o bir pâdişahtı ve hayır, savaşmadan teslim olmayacaktı.
Kâtiller, toplu hâlde pâdişahın yanına geldiler. Genç pâdişah, elleri bağlı olmasına rağmen saldırıya geçti. O, uysal bir koyun değildi, bir Osmanoğlu’ydu ve kâtilleriyle vuruşa vuruşa şehîd düşecekti. Artık bu Yedikule, zindan değildi, bir savaş meydanıydı. Pâdişah, kâtiller için kolay lokma olmadığını göstermişti. Ancak o anda ensesinde patlayan bir darbe ile kendini yerde bulmuştu. Zihni, bedenini terk ediyordu. Artık yolun sonuydu. Ağzından dökülen son sözler, Kelime-i Şahâdet olmuştu.
Bütün ömrü, birkaç sâniyeye sığmış ve işte şimdi, gözünün önünden geçiyordu. Pâdişah babası Sultan Ahmed, annesi Mahfiruz Haseki Sultan, tahta çıkışı, ordunun başında sefere çıkışı, yeniçeriler, disiplinsizlikleri, Hacc’a gitmek isteyişi, kafasının içindeki tamamen Türklerden oluşan bir ordu kurma düşüncesi, ayaklanan yeniçeriler, sarayın basılması ve işte, şimdi burası. Ama yeniçerilerin, kendisini çırılçıplak halkın içinde gezdirmelerini, kendisine sirk hayvanı muamelesi yapmalarını hatırladıkça çıldırıyordu. İşte cumâ selâmlığında “Pâdişahım çok yaşa” diyenler, tuhaf gözlerle kendisine bakıyordu.
Genç pâdişahın aklından yıldırım hızıyla bunlar geçerken, boynuna takılan ipten kementten habersizdi bile. Aslında habersiz değildi de, kâtillerinin elinde can verip, şehîd olma düşüncesi, onun zihnini, çoktan bedeninden almıştı. Bu yüzden de ne boynuna takılan kemendi fark etti, ne de kemendin sıkılıp öldürülmesini.
Artık bedeni ile hiçbir ilişkisi kalmamıştı ruhunun. Tepede, kendi cesedine bakıyordu. Ruhu, bir süre havada, cesedine bakarak asılı kaldı. Ruhunu bu dalgınlıktan, kâtillerin sesi uyandırdı.
“Kendini en güçlü sanıyordu. Pâdişah ya, bu devleti ben yönetirim sanıyordu. Yok, öyle. Biz varken, devleti yönetmek, bu tüysüze mi kalmış? Sokaktaki adama sorsan, en güçlü pâdişahtır, ne isterse yapar. Yapamaz, bizim istemediğimiz şeyi yapamaz. Çünkü bu devleti biz yönetiriz. Sesi çıkarırsa, bunun gibi, kesmeyi biliriz.”
Genç pâdişahın ruhundan, tek damla gözyaşı döküldü. Ruhu mânevî idi ama gözyaşı maddî idi. O tek damla gözyaşı da, kâtillerinden birinin kafasına çarptı. Kâtil, kafasına çarpan su damlasının, zindandan damlayan sulardan olduğunu düşündü. “Ulan”, dedi, “bu zindanda yaşanır mı? Her yerden su damlıyor. Hadi gidelim”.
Kâtilleri gittiğinde genç pâdişahın ruhu, cesedinin başında hâlâ ağlıyordu…
Kutlu Altay KOCAOVA
www.kutlualtay.net/yedikuledesondakika.htm
/kutlualtay.net
YORUMLAR
Film tadında bir yazı. Bir dönem öyküsü olmasıyla dikkatimi çekti. Hikaye kurgu mu (!) diye merak ettim.