- 905 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
TAVUK TOPLUMLAR ve ELDE EDİLİR BİR KADIN
“Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur…
“Tavuk toplum”, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!… “Darwin
Yukarıdaki sözler bellek raflarımdan aklıma süzülürken seneler öncesi yazılmış Darwin’in bu sözlerini düşündüm:“Bilim adamı acaba neden, kimlere, hangi şartları göz önünde bulundurup, hangi zamanda ve hangi toplumlara söylemişti?”
Sorulara yanıt beklerken, bir yandan da ülkemin Cumhuriyet öncesini ve sonrasını eş-zamanlı düşünmeye başlamıştım. Öncesi bir kabus, sonrası ise bir yükseliş ve günümüzdeyse felakete doğru hızla düşüşe geçen kanadı yaralı kuşlar gibiydik. Evet, biz uçamayan kuşlar gibiydik.
Hani o çok meşhur, “Stalin’in Tavuğu” hikayesi akla “şıp” diye damlayınca Darwin ve Stalin aynı yıllarda mı yaşamış, sorusu ister istemez düşünce kervanımın yolunu kesmişti. Bir ara yazmadan kendimi alı-koyup evdeki kütüphanemin raflarında tur attı gözlerim. O anda düşünsel yeteneğimle, önceden edindiğim birikimlerimi açıklığa kavuşturma isteği ile yanıp tutuşuyordum.
Keşke tarih bize sevdirilseydi, keşke…keşke…diyorum ve zaman zaman doğru bilgiye erişince de kendi kendime söyleniyorum.
Elime geçirdiğim kabarık bir niceliğe varan bilgi bankası Meydan Larousse’nin sayfalarını karıştırmaya başladım.
Tahmin ettiğim gibi İngiliz doğa bilimcisi ve evrimin tarihçisi, insanlığı 150 sene şaşkınlığa uğratan, on çocuk babası Charles Robert Darwin 1882 senesinde günümüz dünyasından ayrılmıştı.
Rus lider Stalin belki Darwin öldüğünde küçük bir çocuktu, ama insanlığı uzun süre düşünsel ve araştırma alanında tutan İngiliz bilim adamından etkilenmemesi mümkün olamayacağı kanısına vardım.
O tarihlerdeki liderlerin halkını yönetirken totaliter, zalim ve acımasız oluşlarıyla Darwin’in “uçamayan tavuk toplumlara ait sözlerindeki bağıntının; ne kadar doğru olduğu gözle görünür gibiydi.
Peki, bugüne döndüğümüzde de bu totaliter siyasi iradeyi hissedilir derecede de günümüz dünyasında yaşamıyor muyuz?
Ülkem topraklarında ve Ortadoğu’da yabancı mandanın gizli sancısını hissedip kendimi yumurtlayan, ama yumurtası çalınan bir “tavuk toplum bireyi” gibi hissedince adeta üşüdüm…Bosna’yı, Kosava’yı, Azerbeycan’ı, Kıbrıs’ı, Kerkük ve Musul’un emperyalistlerin nasıl zalim bir egemenlik kurduklarına tanık değil miydik? Her ne kadar zaman geçse de üzerinden 30-40 bine varan şehit listesini görmezlikten gelemeyiz. Gül solsa da dikenin acısı uzun süre kalıyor dokunduğumuz yerde.
Ben böylesi tarihin gizemli kulvarında dolanır dururken nedense Latin ozan Ovidus’un tatlı doğa fısıltısıyla soluklandım: ”Dönmez bir daha geri, akan giden sular. Geri gelmez geçen günler, yaşantılar.”
Ve şu can sıkıcı, bunaltıcı başakların boyun eğdiği sarı Temmuz’un son günlerinde şairin “bir aşk sanatıyla” yol alıyorum. Dizelerindeki buruk ekşi bir tadı duyumsayınca, sol yanım kıyım kıyım eziliyor sanki…Roma’nın gri küf kokulu sokaklarında cumhuriyetinin çöküş yıllarında dünyaya gelmiş Ovidus’ın, sürgündeki asi ruhunu hissedince, aşkla bağımsızlığımızı belki de özümsüyordum, kim bilir! Belki de yüreğime formel mantıkla hükmetmek istiyordum.
İmparator Augustus’u öfkelenmesine nedeni sonrası “Aşk Sanatı” adlı eserinin bedelini tam dokuz sene sürgüne gönderilerek ödemiş Romalı şair. Doğa aşığı bilge şairin duygu potama atışlarıyla bir anda farklı iklimlere yolcu oldum. Onun sürgünde geçen yıllarında eşine yazmış olduğu mektuplar, bugün insanlık tarihinde en okunaklı aşk mektupları olduğunu öğrenmenin hazlarındayım.
Latin bilge şairin, kalemiyle o dönemin baskısal siyasi rejimine aşkla bir karşı duruş sergilemiş olması daha çok kadınların ruhuna hitap etmiş, eril ruhun öfkelenmesini sağlamıştır. Buna rağmen toplumun “tavuk toplum” rolünden kurtulmasını dişil egemenliği bilinçlendirerek, az da olsa katkı sağlamıştır.
O dönemin kadınlarına tarihe altın harflerle işlenmiş dizeleriyle bakın nasıl ses olmuştur: Üstelik Roma döneminin egemen eril cinsinin, kadınlar üzerindeki baskısal poligam sex özgürlüğünde ikincil kalan kadınların, özgür duruşlarını kazandırmayı da başarmıştır Ovidus.
“Hiç gecikmeyeceksin
Öcünü almasına “aracılık” edeceksin.
Bulmak istediği ne varsa, O´na
Getireceksin.
Nasılsa unutmuştur mutluluğun
Yüzlerdeki yansımasını.
Nasılsa zincirleri vardır,
Kırmak istediği.
Sen sadece bir “yol” göstereceksin.”
Farklı nahoş duygu renkleriyle bezediği dokuz kitabında; özgür bir tine kavuşmanın yanı sıra, sevgili ilişkilendirmek konusunda Ovidus önerileri günümüzdeki psikiyatriye rehberlik etmesi de oldukça dikkat çekicidir.
Parmennides’in,” Kesin olan bir şey varsa o da; “var olmanın olduğu, hiçliğin ise olmadığı.” sözlerine her ne kadar sıcak baksam da gönlüm Ovidus’un düşüncelerine yakın durmaktadır.
“Elde Edilir Bir Kadın ve Tavuk Toplumlar” adlı araştırma yazımın devamını önümüzdeki günlerde yayımlayacağım.
Ve sevgili eşine kavuşamadan ölen şair ruhun önünde eğiliyorum saygıyla.
Emine PİŞİREN
Edebiyat Galerisi Net
Genel Yayım Yönetmeni