- 609 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ BEY -4-
“Yahu saçmalamayın, apandis bulaşıcı bir hastalık değil ki, salgın olsun.” diyene öteki:
“Sen doktordan iyi mi bileceksin? Adam, Gülhane gibi bi yerde doktorluk yapmış, koca doktor, yalan mı söyleyecek? “ diye karşı çıkıyordu.
Tartışmalar, köy halkı içerisinde sürüp giderken, askerlik görevini sıhhiye olarak yapan bilge kişilerinden İğneci Bekir Emmi, tartışmaları duydukça kendi kendine gülüyordu.
Bekir Emmi, askerde öğrendiği sıhhiyelik mesleğini, askerlikten sonra da devam ettirmek zorunda kalmıştı. O yıllarda ulaşım zor, devletin imkânları kısıtlı, sağlık ocağı, ebe, hemşire yok. Hastalar, doktorun verdiği iğneleri vurduracak kimseyi bulamıyordu. Köyde ve çevre köylerde tek sağlıkçı oydu. İş onun üzerine kalmıştı. Askerden terhis olurken bu görevi devam ettirmesi için komutanları tarafından sıkıca tembihlenmişti. O da bu işin bilincindeydi. Köyde ve komşu köylerden gelenlerin iğnesini yapıp yolluyor, gelemeyecek durumda olan hastaların bizzat ayağına kadar gidiyor, görevini ifa ediyordu.
O yıllarda bir kere kullanılıp atılan plastik enjektörler de yoktu.
Bekir Emmi, işe başlamadan önce madeni tabaka kutu içerisinde taşıdığı camdan yapılmış enjektör ile çelik uçlu iğneyi, kendi kutusunda, 3-5 dakika su içerisinde kaynatırdı. Bu yöntemle enjektörü sterilize etmiş oluyordu. Kaynama işi bitince, şırıngayı ve iğneyi özel maşası ile sudan çıkarır, temiz bir bez üzerine koyar, sonra iğnesini takar, şırıngayı boş olarak birkaç kez pompalayarak içeride kalan su ve havayı boşaltırdı. Daha sonra ilacı çeker, şırınga içerisindeki hava boşluğunu alır, ayarını yapar, hastanın kalçasındaki kaba etinden iğneyi yapardı. Hasta yakınları ve meraklı komşular, bu olayı büyük bir hayranlıkla izlerdi. Bekir Emmi, meraklı bakışlar arasında işini yapmanın gururu ile arkasına yaslanır, hastaya gerekli talimatları vermeyi de ihmal etmezdi. Hasta yakınları, azdan çoktan bir şeyler vererek onun gönlünü hoş etmeye çalışırdı. Çok gariban olanlardan bir şey almaz, onların da hayır dualarını alırdı. Aldığı paraların bir bölümü ile sağlıkla ilgili kitap ve dergiler alır, bilgisini geliştirmeye çalışırdı. Sadece sağlıkla ilgili kitaplarla yetinmez, dini konularda da kitaplar alır okurdu. Bu havalede kitap okuyan belki de tek kişi oydu. Okuduğu kitap ve dergiler sayesinde sağlık konusunda bir hayli bilgiye sahipti. Köyde ve çevre köylerde hasta olanlar, önce ona gelirdi. Hastaların şikâyetlerini dinleyen Bekir Emmi, basit olanları kendi yöntemiyle tedavi eder, uzmanlık gerektirenleri de doktora gönderirdi. O yıllarda, adı iğnecilikten köy doktorluğuna terfi etmişti. Dini bilgiler yönünden donanımlı olduğu için de “Hoca” unvanını almıştı. Bir zamanlar o yörede, Dr. Bekir Hoca diye anılır olmuştu. Devir değişmiş, imkânlar çoğalmış, büyük köylere sağlık ocakları açılmış, bu ocaklara ebe ve hemşireler atanınca O’na da pek iş kalmamıştı. Bu yüzden olsa gerek, Dr. Bekir Hoca unvanı unutulmaya yüz tutunca, yeni nesil onu İğneci Bekir Emmi olarak tanımıştı.
Çoğunluğu gençlerden oluşan bir gurup, apandis tartışması ile ilgili olarak İğneci Bekir Emmi’yi ziyaret ettiler. İçlerinden lisede okuyan Selahattin:
–Bekir Emmi, sen eski sağlıkçılardansın, bu konuda mutlaka bir bilgin vardır. Apandis salgın bir hastalık mıdır?
Bekir Emmi, yetmişini devirmiş, güngörmüş, devran sürmüş bir pir-i fani olmuştu. Fakat sağlığı ve zekâsı yerindeydi. Oturduğu sedirin üzerinde sakalını eliyle sıvazladı. Misafirlerin hepsini karşıdan görecek şekilde oturma pozisyonu aldıktan sonra:
–Evlatlar, köydeki bu tartışmayı ben de duydum. Duyunca da hayret ettim. Madem sordunuz söyleyeyim. Benim bildiğim kadarıyla apandis kalp gibi, böbrek gibi, ciğer gibi herkeste olması gereken bir organdır. Bu organlarımız hasta olduğu gibi apandisimiz de hasta olabilir. Nasıl safra kesesi iş görmeyince alınıyorsa, apandisimiz de iltihaplanırsa ameliyatla alınır. Eğer iltihap patlar, vücuda yayılırsa hasta ölebilir. Biz böyle duyduk, böyle biliyorduk. Bizim zamanımızdaki ilimle şimdiki ilmi farklı diyorlar. Her şey hızla değişiyor. Organlar mı değişti, tıp mı değişti onu bilemiyorum. Ama şunu iyi biliyorum. Yaratıcı, yarattığı bütün mahlûkatı, kâinatı var ettiğin günden itibaren nasıl yaratıyorsa, bu gün de aynı şekilde yaratıyor. Onun sisteminde hiçbir değişiklik olmaz. Dün öyle idi de bugün böyle değil. Varın gerisini siz düşünün, dedi.
Gençler, alacağını almış olarak Bekir Hoca’ya teşekkür edip ayrıldılar. Bu ilmi ve dini açıklamaya rağmen köydeki tartışma yine de bitmedi. Günler içerisinde başka köylere, kasabalara derken, haberin kaynağı olan şehir merkezine kadar ulaştı. İş, dönüp dolaşıp Abdi Bey’e dayanınca, Abdi Bey’in tepkisi çok sert oldu.
“Olur mu öyle şey? Böyle bir münasebetsizliği hangi doktor yapar?” diyerek söylediği sözü inkâr etti. Türk Milleti olayları tez unutuyor. Bu olay da zaman içerisinde unutulup gitti.
* * *
Abdi Bey’in hastalardan para alma yöntemi de meslektaşlarından farklıydı. Hastadan hem para alır, hem de hastayı kendine minnettar bırakırdı. Abdi Bey’in hastaları, genelde kasaba ve köylerde sosyal güvencesi olmayan garibanlardı. Bunların hastane paraları, ilaç ve tedavi giderleri 200- 300 milyon ( o zamanki para birimi ile) lirayı bulur, hasta bu parayı ödeyemez, elinden senet alınırdı. Hasta, senedin zamanı yaklaşınca Abdi Bey’i bulur, parayı tedarik edemediğini anlatırdı. Abdi Bey, askeri usul hastayı karşısına dikeltir, babacan bir tavır takınarak;
“ Cebinde ne kadar para var?”
Hasta, bu yakın ilgi ve alakadan da cesaret alarak, gelirken yolda hazırlamış olduğu planı uygulamaya koyar.
“Doktor bey, cebimde otuz milyon var. Aha şu da köye dönüş param.” diye cebinden çıkarttıklarını gösterir.
Abdi Bey, köylü kısmının para konusunda ne kadar cimri olduğunu bildiği için:
“Hadi hadi, der. Hastaya güven veren bir gülümsemeyle. Bir de öbür ceplerine bak bakalım. Şunu yüze tamamla da 225 milyonluk senedi yırtıp atalım.”
Hasta, bu kadar indirimi duyar da durur mu? Hiç itiraz etmeden, siftine siftine koynunun bir yerlerinden esas cüzdanı çıkarır. .
“Çocuklara urba almak için ayırmıştım emme, bu daha önemli.” der. Cüzdandan çıkardığı paralarla yüzlüğü tamamlayıp getirip masanın üzerine bırakır.
Doktor, parayı alınca hastanın gözleri önünde senedi yırtar.
“İşte bu kadar, hastaneye borcun morcun kalmadı. Hadi bakalım, gönlün hoş olsun, doğru köyüne. Eğer varsa kendi evinizden, yoksa başka birisinden bulabilirsen, gelirken temizinden tazesinden yağ ile peynir getir. Parasıynan ha.” diye uğurlar.
Hasta, doktorun ellerine sarılarak:
“Allah senden razı olsun doktor bey. Allah, seni başımızdan eksik etmesin”.
Hasta da duanın bini bi para, uçarcasına köyün yolunu tutar. Her gittiği yerde doktorun reklâmını yapmayı ihmal etmezdi Bu arada 100 milyon Abdi Bey’e; İşlem fakir hasta muamelesi. Hasta memnun, doktor memnun, devlet baba sağ olsun.
Köylü vatandaş, doktorun isteği üzerine, hafta günü yağ, peynir, çökelekten oluşan bir torbayı getirip, muayenehaneye bırakır. Doktorun, usulen sorduğu para teklifine:
“Ne parası doktor bey, sözü mü olur bu gadarcık şeyin. Bu da bizim size bir hedayemiz .”
Abdi Bey, işi sağlama bağlamak için:
“Olur mu ? O iş başka, bu iş başka, der. Yalancıktan elini cebine atarken, köylü vatandaş:
“ Vallaha olmaz doktor bey. Sizin yaptığınız babalığın yanında bu ne ki? Afiyetle yeyin, der. Kapıyı açıp dışarı çıkar.