- 551 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ BEY -3-
“Siz bilirsiniz doktor bey, ne gerekiyorsa onu yapın.” diyerek teslim olmaktan başka çare bulamıyordu.
Bazı hastalar, hemen teslim olmayıp, başka doktorlara, kimisi İzmir, Ankara, İstanbul’a, giderek hastalığının önemini, aciliyetini öğrendikten sonra karar verseler de, Abdi Bey için onlar birer istisnaydı.
Abdi Bey’in ameliyata karar verdiği hastalar o kadar çok olurdu ki, çok defa gece yarılarına kadar ameliyat devam ederdi. Gece geç saatlere kadar çalışmasına rağmen yine de sabah erkenden hastanede olurdu. Onun uyku diye bir problemi yoktu. Poliklinikte, ameliyathanede, hemşirelere; “ İçeri kimseyi almayın 15 dakika uyuyacağın,” der, kafasını masaya kor, uyur, gerçekten 15 dakika sonra uyanıp işine devam ederdi. Çoğu insan uyumak için dakikalarca mücadele verdiği halde, o başını bir yere dayadığı anda uykuya dalıyor, dediği saatte de uyanabiliyordu. Bu yüzden onun için gece gündüz fark etmiyordu. Her sabah bütün meslektaşlarından önce hastaneye gelir, koğuşları dolaşarak:
−Nasılmış benim hastalarım, der. Hepsiyle ayrı ayrı ilgilenmeyi ihmal etmezdi.
Hastaların hepsinin ağzından aynı laf:
−Allah senden razı olsun doktor bey, sayende çok iyiyiz.
−İyi olacaksın tabi. Safra kesen, safra kesesi değil, sanki taş ocağı. Çıkan taşlarla köyde bir ev yaparsın artık. Hazır açmışken apandisitini aldım, fıtığını da diktim. Böylece fazlalıklardan kurtulmuş oldun, hadi geçmiş olsun, dedi. Fazladan yaptığı ekstra işleri hastaya hatırlatmayı ihmal etmedi.
Hasta, iç organlarını arıyormuşçasına elini karnının üzerinde dolaştırdı. Aradığını bulamamış gibi yüzünü ekşitti. Durumu fark eden doktor, hemen hastanın yanına yaklaşıp moral takviyesine başladı.
−Bir haftaya kalmaz ayaktasın. Hiç korkma, eskisinden sağlam olacaksın. Turp gibi olacaksın, turp, dedi. Onun gönlünü aldıktan sonra başka bir hastanın başına geçti
− Seni çok iyi gördüm, kalkıp gidecek gibi bir halin var.
− Şey doktor bey, diye şikâyetini anlatacaktı ki, sözünü kesti:
− Öyle acele etme yok. Bir hafta bizim misafirimizsin. Hem bu sayede evdekiler de kıymetini anlamış olurlar, fena mı? diye espri yaptı.
Hasta, şikâyetini anlatmak için tekrar teşebbüse geçmek üzereyken, o başka bir hastanın başucuna varmıştı bile. Hasta, meramını doktora anlatamadı. Zorla doğrulmuş olduğu yatağa, yarı dolu çuval gibi kendini bırakıverdi. Doktor, diğer hastaların başında da birer ikişer dakika kalarak moral takviyesinde bulunup çekip gitti. Kimi memnun, kimsi kırgın doktorun arkasından bakakaldılar.
* * *
Abdi Bey’in ameliyat alanında falsoları da olmuyor değildi.
Köyden gelen bir hastaya apandisit teşhisi koymuştu. Hasta, derdini anlatmak için ne kadar uğraştıysa da fayda etmedi, edemezdi de. Zira Abdi Bey’in ne hastalarını, ne de başkalarını dinleme diye bir derdi yoktu. O, muhatabını karşısına alır, yapılması gerekenleri komutan edasıyla anlatır, karşısındakinin fikrini zikrini almadan çekip giderdi. Hasta, doktorun emrivaki konuşmasından bir fırsat bulup da derdini anlatamamıştı. Meramını anlatmak için arkasından koştuysa da muvaffak olamadı. Ne olduğunu anlamadan kendisini ameliyathanede buldu. Son ümidi sedye görevlilerindeydi. İdamlık mahkûm gibi, ağlayıp, sızlayarak:
“Ağabeyler, gardaşlar, doktor beni dinlemedi, bari siz dinleyin. Ne olur bi dinleyiverin bu garibi. Bende apandis yok, ben apandis ameliyatı oldum, apandisim alındı. Kulunuz köpeğiniz olam, bırakın beni gideyim.” diye sedye üzerinde ne kadar debelendiyse de para etmedi. Zira iki kişi onu sıkı sıkıya bastırıyordu. Hasta sedyeden kalkıp kaçmak için mücadele ederken, birisi burnuna bir pamuk tutmuştu; geri kalanını hatırlamıyordu.
Doktor, büyük bir şevkle masanın başına geçip, dudaklarını yaladı. Her ameliyat öncesi olduğu gibi, yine şarkılar mırıldanmaya başladı. Ameliyat yapmaktan sonsuz bir zevk alıyordu. İşine öyle konsantre olurdu ki, gözü başka bir şeyi görmez, başka bir şey düşünmezdi. Şu an yine aynı duygular içindeydi. Masayı özenle hazırlattı. Hastayı getirmeleri için askeri bir emir uçurdu. Görevliler, hastayı sedyeden masanın üzerine alırlarken O da avının üzerine atlayacak şahin gibi hazır bekliyordu. Hemşire, hastanın ameliyat bölgesini açtı, temizleyip sterilize etti. Artık her şey hazırdı. Doktor, elindeki bıçağı büyük bir zevkle apandisit bölgesine çaldı. Bıçağı çalarken yüzünde öyle bir mutluluk ifadesi vardı ki, görülmeye değerdi. Açılan yerden içeri doğru bir hamle yaptı. Kestiği yere elini atar atmaz yüzünün şekli değişti aniden. Belli ki bir aksilik vardı. Yıllarca bu işi yapıyordu. Hele ki apandisit ameliyatı, onun için çocuk oyuncağı sayılırdı. Öyle ki; zorda kalsa, karanlıkta bir odada el yordamıyla yapardı bu işi. Ama bu seferki öyle değildi. Daha işin başında görmesi gereken şey ortalıkta yoktu. Parmakları ile kesilen yeri iyice açıp genişletti, yoktu işte. Yüz hatları gerildi. Sinirlendiği zaman kırmızı olan yüzü temelli kızarır, burnunun ucu şalgam gibi kıpkırmızı olurdu. Yine öyle oldu. Canı iyice sıkılmıştı. Burnundan soluyordu. Askeriyede edindiği alışkanlıkla bağırdı.
−Nerede ulan bunun apandisti?
Doktorun bu tepkisine karşılık hemşireler ve görevliler, ne diyeceklerini bilemeden bir süre birbirlerinin yüzüne bakakaldılar. Herkes adeta donmuştu. Sanki odada çocukların oynadığı “tıp” oyunu oynanıyordu. Sessizlik uzun sürmedi. Ayten Hemşire, daha fazla dayanamadı, makarayı koyuverdi. Arkasından diğerleri kıkırdayarak gülmeye başladılar. Gülüşmeler kısa sürede kahkahaya dönüştü. Kahkahaların perdesi gittikçe yükseliyordu. Bu arada doktoru da göz hapsinde tutmayı ihmal etmiyorlardı. Öyle gülüyorlardı ki, gülmekten gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Gülüşmeler, öyle bir hal aldı ki, gülmekten hastayı da doktoru da unutup kasıklarını tutarak, yerlerde yuvarlanmaya başladılar. Abdi Bey, odada olanlardan habersiz, hipnoz olmuş gibi, masada yatan adama bakıyordu. Nice zaman sonra, kahkaha seslerini fark edip, uykudan uyanırcasına kendine geldi. Olayın şokunu atlattıktan hemen sonra otoritesini konuşturdu.
−Kesin be! Ne olmuş yani? Apandisti yoksa kabahat benim mi? diyerek suç bastırmaya çalıştı.
Bu azardan sonra herkes ciddiyetini takınıp işinin başına geçti. Yoktan yere kesilen bölgeyi dikmeye başladılar. Ayten Hemşire, dikiş esnasında gülmemek için ne kadar dişlerini sıksa, ne kadar dudaklarını ısırsa da, arada bir kıkırdamaktan kendini alamıyordu. Doktor, yapmış olduğu falsonun suçluluğu içinde onun bu halini görmezlikten gelmek zorunda kalmıştı.
* * *
Abdi Bey, parayı çok seviyordu. Onun için hasta demek, para demekti. Para kazanmak için meslek kariyerini bile tehlikeye atmıştı.
Aynı köyden üç kişiyi peş peşe apandisit ameliyatı yapınca, bizim doktor maden bulmuşçasına öyle bir sondaj yapmaya kalktı ki, akıllara ziyan. Ameliyat yaptığı hastaları odasına çağırdı:
–Sizin köyde tehlikeli boyutta apandis salgını var. Köydekilere söyleyin, vakit kaybetmeden derhal ameliyat olsunlar. Apandis patlaması çok tehlikelidir. Eğer hasta, zamanında doktora yetişemezse Allah muhafaza, anında gider.
Bu açıklamayı yaparken yüzünde öyle bir acıma ifadesi vardı ki, anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı.
Abdi Bey, yürekleri dağlayan açıklamasıyla, apandisti salgın hastalık olarak, Tıp Literatuarına sokmuş oluyordu.
Adamlar, köye gidip doktorun söylediklerini anlatınca köy ikiye bölündü. Evde odada, bağda bahçede, tarlada tapanda, herkes bu meseleyi konuşuyordu. Birisi:
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.