- 755 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SAVAŞ ÇANLARI ÇALIYORLAR
Komünizmi bırakan Rusya, ikinci dünya savaşı sonrası Yalta konferanslarıyla tayin edilen nüfuz alanlarını kaybediyor. Polonya ile başlayan doğu Avrupa fiyaskosu, Batı Almanya’nın Doğu Almanya ile birleşmesinden sonra iyice gün yüzüne çıktı. Eğer medeniyet algısı, sanayileşmek, toplumsal zenginlik kriteri Gayri Safi Milli Hasıla ise, kapitalist ülkelerin komünist ülkeleri geçtiği anlaşıldı.
Kapitalizme karşı Rusya nüfuz alanındaki sol birliğin direkleri sayılan, Irak, Libya, Cezayir, Tunus, Mısır çöktü. Arap baharı sloganı ile çökmesi beklenen, Kuzey Yemen, Suriye kuyruklarını dik tutmaya çalışan, hastalıklı, zayıf, can çekişenler gibi hareket ediyorlar. Can havliyle halkının üzerine, etrafındaki ülkelere saldıran ülkelerin, sonuçta varacağı yer, ne yazık ki Amerikan şirketlerinin istediği yerdir.
Rusya ve Çin, ideolojik kaygıları bir tarafa bırakmış, tamamıyla çıkara endeksli tutumlarıyla dünya sahnesinde yer alırken, özellikle Çin ucuz sanayi mallarıyla bütün dünyayı sallıyor. Her ne kadar Amerikan’ın son dönemlerindeki fütursuzca saldırılarına karşı güçlü olmayan tepkiler gösterseler de, sonuçta bir zamanlar ekonomik, askeri, ideolojik destekledikleri ülkeleri yalnız bırakmak işlerine geliyor. Çin kendi parasından çok Amerikan Doları ile dünya ekonomisini sallarken, Rusya Çin gibi olmasa da pek geri kalmıyor.
Anlaşılan o ki, artık ikinci dünya savaşının arkasındaki dünya yok. Hele 19.asra damgasını vuran ve 20.yüzyılın ortalarında dünyayı sallayan sol rüzgârlar eskisi gibi esmiyor. Aslında ikinci dünya savaşını başlatan Almanya, Rusya’daki sol (komünizm) rüzgârına ciddi darbe vurmuştu. Eğer Amerika gelip Almanya’ya karşı Rusya ve Avrupa lehine savaşa girmeseydi, ikinci dünya savaşı arkasındaki dünyanın görüntüsü daha farklı olabilirdi. Komünizmin can simidi Amerika, yardım elini uzattığı Rusya ile birlikte dünyayı paylaşmanın zevkiyle tepede gülüp oynarken, nüfuz alanlarındaki bölgeler ideolojik savaşlar nedeniyle bir türlü kendilerine gelemiyorlardı.
İster Amerikan nüfuz alanında olsun, ister Rusya’nın nüfuz alanında olsun, nüfuz alanlarına giren hiçbir ülke gelişemedi. Amerika, Rusya, Çin nüfuz alanlarındaki ülkelere yapmadığını bırakmadılar. Sanki kendi çöplükleriymiş gibi, modası geçmiş sanayi ürünlerini, silahlarını satarak, kara paralarını aklayarak, kendi güçlerini artırdılar. Nüfuz alanlarındaki ülkelerin siyasi bağımsızlıkları kuyrukları çengelle sarsılmaz şekilde bir yere bağlanmışlara benziyordu. Bir kabadayının yanındaki fedailer konumundaki nüfuz alanlarındaki ülkeler, fedai olmanın ötesine hiçbir zaman geçemediler. Fedailerin ise kaderleri belliydi. İhanet etmek, ihanete uğramak… İran devriminden sonra Rusya’nın fedaisi, parayla ihanet edip Amerikan’ın fedaisi olmaya karar verdiğinde büyük oyuna geldiğini anlamamıştı. Tarihsel bir gerçek vardır. Patronuna ihanet edip, başkasına fedailik yapanlar asla hayat bulamazlar. Saddam ihanetini hayatıyla öderken, dünya patronlarının hayatlarındaki değişimler, fedaileri yakından ilgilendirmeye başladı.
Arap baharı, toplumların kendi ivmelerinden kaynaklanan bir özgürlük hareketi olmaktan çok, sanayi ülkelerinin tüketici sınıf aramalarının sonucuydu. Bir ülkenin kaynaklarında hem üretim, hem tüketim gücü varsa büyük patron Amerikan’ın, Rusya’nın, Çin’in ilgi alanına giriyordu.
Çin ve Rusya eski adetlerini bırakmış, ülkeleri pazar olarak görürken, Amerika eski anlayışla ülkeleri işgal etme politikasını sürdürüyor. İşgal deyince eski mantıkla askerlerin ülkeyi işgali olarak düşünmeyin. Amerika önce ülke içindeki ayrılıkçı güçlerle işbirliği yapıyor. Sonra askeriyle onları desteklemek için ülkeye girerek işgal ediyor. İşgalden sonra uyduruk seçimlerle ülkenin başına fedailerini halka seçtiriyor. Atadıkları yöneticiler Amerikan şirketlerine sınırsız haklar tanıyor. İşler düzene girince Amerikan askerleri ülkeyi terk ediyor. Bu film Amerikan’ın sürekli oynadığı işgal filmi olarak hala geçerliliğini koruyor.
Türkiye baştan şanslı olarak, ikinci dünya savaşının hemen arkasından Amerikan nüfuz alanına girdi. Böylece Rusya’da meydana gelen değişimlerden olumsuz etkilenmedi. Hatta Rusya’nın kapitalizme doğru açılmasından dolayı da, lehinde gelişmeler sağladı. Özellikle turizm sahasında Rus turistleri kabul eden Türkiye oluşmaya başlayan yeni Rus burjuvazisinin gözdesi oldu. Eğer ikinci dünya savaşından sonra Türkiye’de Rusya’nın nüfuz alanına girmiş olsaydı, bugünkü kaderi, Libya’ya, Irak’a, Cezayir’e, Tunus’a, Suriye’ye benzeyecekti.
İran’da meydana gelen 1979 halk devrimi, Amerikan politikalarına karşı yapılmış devrim olarak öne çıktı. Şia inancıyla devletini oluşturan İran, çıkar dünyasının ortasında yalnız kalmayacağını anlamıştı. Açıktan İran’ı destekleyen ülkelerin yanında, el altından İran’ı destekleyen ülkeler daha çok Amerikan politikalarına taş koyuyorlardı. Görünürde Rusya, Çin İran’ı destekliyorlar. Ancak İran’ın asıl desteği Avrupa’dan geliyor. Devrimin başından itibaren Avrupa ile ilişkilerini iyi düzeyde sürdüren İran, özellikle Avrupa Birliği serüveninde Avrupa’nın gözdesi durumunda. Zira Avrupa birliği bir açıdan, Amerikan’ın Avrupa’daki egemenliğine karşı başkaldırış olarak da değerlendiriliyor.
İngiltere kendine karşı özgürlük mücadelesi verip Amerika’yı kuran insanların çocuklarıyla iyi ilişkiler içinde. Bunun nedeni, ikinci dünya savaşında gücünü kaybetmesinin karşılığında Amerika’yı karşısına alacak güce sahip değil. Sinsi İngiliz siyaseti güne damgasını vuruyor. Amerikan işgallerinin yanında yer alarak sıcak paylar alma savaşındaki İngilizler, büyük Avrupa hayalindeki Avrupa birliğine tam bağlılık göstermeyerek Amerika’ya güven vermeye çalışıyor. Yarın bu güvenin ne olacağı meçhul.
48 devletten oluşan, aralarındaki ilişkiyi güçlü çıkar endeksine bağlayan Amerika’nın geleceği tartışılabilir. Hiç umulmadık bir zamanda Rusya’nın darmadağın olduğu gibi, bir anda Amerika’nın da dağıldığını duyabiliriz. İkinci dünya savaşından sonra doğan çocuklar olarak hayatımızı etkileyen iki güçten biri artık bugün yok. Belki ömrümüz bitmeden Amerika’nın da başına türlü belaların geldiğini görebiliriz. Rusya başına gelen belalar nedeniyle egemenliği altındaki bütün ülkeleri bir bir kaybetti. Neredeyse Kuzey Asya’nın tamamını, Avrupa’nın doğusunu kaplayan SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) bugün yok. Yarın Amerika’yı oluşturan 48 devletin başına gelecekler bilinmiyor.
Bölgede Müslüman ülkelerdeki uyanış ve Avrupa’nın tekliğe doğru adımları güç kazanırken, uzaktaki Çin ideolojik kaygılardan öte ticaretinin peşinde. İran, bir milyara yaklaşan Müslüman topluluğu içinde Şia düşünüşüyle hareket ederek etkisini yitiriyor. Eğer İran’daki devrime benzer bir devrimi Sünni toplumlardan birinde gerçekleşmiş olsaydı, Ortadoğu’nun bugünkü hali daha başka olurdu. İran’daki Şia devrimi bile bütün Müslümanları bu kadar etkilemişken, Sünni dayanaklı bir devrimin nasıl etkileyeceği tahminin dışında değil.
Ortadoğu’da var olan iki güç, İsrail ve Amerika, çıkarlarıyla toplumları germeye çalışırken, kendine bağlı üçüncü gücü oluşturmaya çalışıyor. KÜRDİSTAN, bütün Kürt toplumlarının bir araya getirilebileceği büyük bir devlet. İran’dan, Türkiye’den, Irak’tan, Suriye’den kazanılan topraklar üzerinde, Amerika tarafından birleştirilmiş, bütünleştirilmiş Kürdistan. Herhalde bir elli yıl Amerika ve İsrail lehine hareket etse onlar için yeterli gelecek. Zira günümüzde her on yıl büyük değişikliklere gebe iken, elli yıllık zaman Amerika ve İsrail için hayli iyi. 1980’lerin başında yazılıp çizilmeye başlayan büyük KÜRDİSTAN devleti, Amerika tarafından kurulacak. Amerika KÜRDİSTAN’I gerçekleştirerek, kendine karşı nazlanan, ikide bir karşı çıkan ülkeleri de hizaya getirmiş olacak. Bir taşla üç beş kuş vurmayı hedefleyen Amerika, görünen o ki, sonuca doğru gidiyor.
Bir zamanların radikal solcuları Kürtler, Irakta Amerikan yandaşı olarak devletlerini kurdular. Aynı şekilde Türkiye’de bir zamanların radikal solcuları olan Kürtler, oluşturdukları PKK ile Amerikan’ın tam desteğini alarak sonuca doğru gidiyorlar.
Suriye, İhvanı Müslim’in kaynaklı özgürlük hareketi ile sarsılırken, son günlerde Suriyeli Kürtlerin şiddetli hareketleriyle sarsılıyor. Böyle giderse, Suriye’de Amerika’nın tercihi ihvan kaynaklı Sünni Müslüman özgürlükçüler yerine, Kürk kaynaklı toplumlar olacaktır. Böylece aşağı yukarı otuz yıldır planladığı KÜRDİSTAN hayalinin gerçekleşmesinde bir bölüm daha halledilmiş olacaktır. IRAK KÜRDİSTAN devleti, SURİYE KÜRDİSTAN devleti… Bunlar başarıldığında geriye İRAN ve TÜRKİYE’DEKİ KÜRT DEVLETİ kurmak kalıyor. Amerika için İRAN zaten düşman. Orayı karıştırarak oradaki Kürt toplumuna devlet kurdurma çalışmalarını canla başla isteyecektir. Ancak Türkiye İran gibi değil. Türkiye ikinci dünya savaşından beri Amerikan’ın dostu olarak öne çıkıyor. Herhalde bu durum Amerikan’ın Türkiye üzerindeki politikalarının hızlandırılmasında büyük rol oynayacak.
İran Şia anlayışını devlet edinerek kimliğini belirlemiş bir ülke. Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Irak, Suriye, ideolojik açıdan kimliğini belirlemiş değiller.
Özgürlük hareketi ama hangi özgürlük?
Anlaşılan o ki, Saddam’a, Esad’a, Mübarek’e, Kaddafi’ye karşı özgürlüklerin kimliği önemli değil. Önemli olan sonuçta ortaya çıkan bütün bu ülkelerde kazanan Amerika olacak. Şimdi buralarda, demokrasi barış adı altında kimliksiz toplumlar üreterek, Amerika’ya bağlanmak özgürlük kabul ediliyor.
Bir ülke, güçlü bir ülkenin, siyasi anlayışlarıyla, yasalarıyla şekillenecek. Güçlü ülkenin direktifleriyle hareket edecek. Yer altı yer üstü zenginliklerini güçlü ülkelerin şirketlerine verecek. Kılığından, kıyafetine kadar bütün yaşamını güçlü ülkelere benzetecek. Sorumsuzca harcayan tüketici sınıf haline gelecek. Ülkesinde tüketici sınıf olmaktan başka hiçbir lüksü kalmayacak. Bütün bunların adı özgürlük, barış olacak… Bu filmi birinci dünya savaşından sonra da görmüştük. O zamanlar İngiltere vardı egemen güç olarak. Birinci dünya savaşından sonra işgalci ülkeler yenilen Osmanlı topraklarında göstermelik devletler kurdular. Kurulan her devleti bir şekilde kendilerine bağladılar. Her devlet işgal eden ülkelere bağlanırken, kurtuluş hareketi olarak tarihe adını yazdırdı.
Aynı film bugünde sahneleniyor. Güçlü ülkelere bağlı yönetimler, güçlü ülkelerin talimatları doğrultusunda devrimler yaparak ülkelerini inşa ederken, adını BARIŞ, DEMOKRASİ, CUMHURİYET, KURTULUŞ olarak tarihe yazdırıyorlar. Ama işin özünde, ülkelerine yabancı şirketler egemen oluyor. O şirketleri koruyan yasalar çıkarılıyor. Yasaları denetleyen siyasiler ülkeye nezaret ediyor. Güçlü ülkelerin nezaretinde kontrol altında tutulmak üzere, zayıf ülkelerle, ekonomik, siyasi, askeri paktlar oluşturuluyor.
Elbette bağımsız, özgür olmak kolay bir şey değil. Hele güçlü bir ülkeye bağlı olarak bağımsız olmak hiç kolay değil. Çünkü güçlü ülkeler çıkarını gördüğü anda anında zayıf ülkeleri satıyorlar.
Irak’ta Saddam Rusya ve Amerika tarafından satıldı. Mübarek, Kaddafi, Rusya tarafından satıldı. Esat satışa çıkarıldı, ha bugün, ha yarın satış neticelenecek.
Peki Türkiye?
İngilizlerin nezaretinde geçirdiği tek parti döneminin arkasından ikinci dünya savaşından sonra Amerika’ya terk edilmedi mi?
1974 yılında, Ecevit ve Erbakan’ın dünya siyasetini anlamadan Kıbrıs’a çıkartma yapmalarının arkasından, Amerika’nın önderliğinde bütün dünyada yalnız kalmadı mı?
Kıbrıs savaşının hemen arkasından, uygulanan ekonomik, askeri ambargolar nedeniyle bir sente muhtaç bırakılmadı mı?
1980 yılında Amerika’ya sözler verilerek darbe yapılmadı mı?
Bugün 1980 yılında darbe yapanlar yargılanıyor. Dün darbecileri yargılayanların hemen her biri CİA tarafından yönlendirilip ülkeyi karıştırarak, darbeye zemin hazırlamadı mı?
AMERİKA Türkiye’de, İran’da, Irak’ta, Suriye’de yaşayan Kürtlere KÜRDİSTAN sözü verdi. Şimdi ne olacak?
Görünen siyasetteki gibi yok böyle şey deyip geçiştirecek miyiz?
Yoksa Irak’ta nasıl Kürt devleti kuruldu ise, Suriye’de, İran’da, Türkiye’de kuruluşu seyredip, sonra bütünleşerek KÜRDİSTAN ilan edildiğinde, eyvah mı diyeceğiz?
Sorguları, bu ülkelerde yaşayan bütün topluluklara aittir.
Çünkü sonuçta, bu ülkelerde yaşayan her türlü etnik kökendeki toplumlar, Amerika’nın güdümüne gireceklerdir.
Ancak yarış başkaysa bir şey diyemem. Etnik köken. İdeoloji sahipleri biz daha iyi Amerika’ya hizmet ederiz. Bize bir devlet kursunlar bak onlara nasıl taparız iddiası varsa orasına karışmam. Şu anki devletler Amerika’ya yeteri kadar hizmet ediyorlar.
Ama bir gerçek var. Her hizmet eden toplum birbirini yiyor.
Bugün Türkiye’yi yönetenlerin, Amerikan’ın Ortadoğu’daki veya diğer Müslüman ülkelerdeki olaylar karşısında, çıkar savaşı vererek “BENDE PAY İSTERİM” mantığındaki siyaseti, yarın ne olacak?
Öyle görünüyor ki, Suriye’de Esat’ın işi bittiğinde sıra büyük ihtimalle Türkiye’ye gelecek. Türkiye’deki etnik, siyasi, ideolojik, dinsel güçler Amerikan çıkarları doğrultusunda harekete geçirilecek. Türkiye’deki potansiyel ayrılıkçı fikirler Amerika’nın gözdesi olacak. Önümüzdeki günler, ülkemizde meydana gelecek fikri, ideolojik, etnik, dinsel silahlı çatışmalara gebe. Belki sıralama şaşırtılabilir. Kuzey, güney yemen veya Afrika’nın herhangi bir ülkesi gündeme gelebilir. İran öne çıkarılabilir.
Ortadoğu’da, dünyada gittikçe nüfuzunu artıran İran’a karşı ciddi önlemler almanın gerektiği tartışılıyor. Türkiye hangi nedenlerle olursa olsun, haklı veya haksız İran’la dostluğunu sürdürüyor. Bu yönde Amerikan politikalarını öteliyor. Elbet Amerikan’ın hesaplarında Türkiye’nin bu tavırlarının hesabını sorma vakti vardır.
Ülkelerine demokrasi, özgürlük diye Amerika’yı çağırarak, Amerikan’ın ticari, siyasi, askeri nüfuz alanına giren ülkelerin özgürleşmesi tartışılır. Çoğu fakir olan bu ülkeler, şimdiki standartlardan daha yüksek ekonomik düzeye ulaşacaklar. Amerikan şirketleri böyle istiyor. Değilse fakir toplumlar Amerikalı iş adamlarının işine gelmez. Amerikan şirketlerinin açtığı şirketler iş yapmak zorundadır. Her türlü yiyecek, içecek, giyim üzerine açılacak satış yerlerinin ful dolması gerekiyor ki, Amerikalılar kazansın. Bunun oluşabilmesi için, fakir toplumların cebine para, kafasına çağdaşlık putu, aklına özgürlük, vicdanına sorumsuzluk yüklemek gerekir. Hayatlarını içkiyle, fuhuşla, uyuşturucuyla, kumarla, eğlencelerle, tatillerle süslemek gerekir.
Sağcısıyla, solcusuyla, Müslüman’ıyla ülkelerinin gerçek bağımsızlığını arzulayan her kurum, kuruluş, halk, grup, cemaat, fraksiyon her neyse, Amerikan işgalinin mantığını kavramak zorundadır. Aralarındaki çatışmaları bırakarak ülkelerini Amerikan şirketlerine yağma ettirmemeleri gerekir. Kendilerini Amerikan’ın, Amerika’da dereceye bile girememiş siyasetçilerine yönettirmemeleri gerekir. Ordularını Amerikan ordularının gözetiminden kurtarmaları gerekir. Silahlarını Amerika’dan almamaları gerekir. Çünkü hiçbir güçlü silah, silahı satan ülkeye karşı çalışmaz, çalıştırılmaz. Özgürleşecek ülkeler kendi uçaklarını, füzelerini, silahlarını, gemilerini üretmeleri gerekir.
Gerekirler o kadar çok ki…
Buna rağmen, bir özgürlük yalanına, kurtuluş masalına inanmışlar olarak uyumaya devam ediyoruz.
İngiliz SHELL şirketi, Türkiye’deki kuruluşunu Cumhuriyetin kuruluşuyla kutluyor. Görmezden geliyoruz. Aklımıza hiçbir zaman nasıl oluyor da İngiliz Petrol şirketi Türkiye’deki yaşını Cumhuriyetle kutluyor demiyoruz. Ne alakası var demiyoruz.
Sonra, Irak’a bakıyoruz. Bu günkü Irak’la birlikte, Irak’taki Amerikan şirketleri de kuruluşlarını kutluyorlar.
Libya’ya bakıyoruz. Bu günkü Libya ile birlikte, Amerikan, Fransız şirketleri de kuruluşlarını kutluyorlar.
Yarın yeni Suriye’nin kuruluşuyla, Suriye’deki Amerikan şirketleri kuruluşlarını kutlayacaklar.
Yarın KÜRDİSTAN’IN kuruluşuyla birlikte kuruluşlarını kutlayan Amerikan şirketleri olacak…
Fedailer ne kadar bende pay isterim dese de, alacakları pay ihanetten başka bir şey olmayacak.
Bütün bu yorumlara karşılık şöyle diyebilirsiniz. Bir toplum içindeki her grubun, etnik, siyasi, ideolojik, dinsel fark etmez. Ayrı bir devlet kurma hakkı vardır.
Türklerin devleti varsa Kürtlerin niye olmasın? ŞİANIN devleti varsa Sünnilerin niye olmasın? Sünnilerin varsa Alevilerin niye olmasın?
Diyebilirsiniz… Bu fikirlere Amerika çok seviniyor. Birlikte yaşamasını beceremeyen topluluklar benim dostumdur diyor. Duymuyor musunuz?
Egemen güçleri en çok korkutacak şey, ülkelerdeki, her türlü etnik, siyasi, ideolojik, dinsel gurupların, birlikte yaşamayı öğrenmeleri, kışkırtmalara gelmemeleridir. Tabi bunun oluşabilmesi için ön koşul, ülke içindeki hiçbir etnik, siyasi, dinsel, ideolojik grubun diğerleri üzerinde egemenlik kurmaması. Kurduğu egemenlikle, diğerlerinin dilini, kültürünü, yaşamını, dinini, müziğini, sanatını yasaklamaması… Her gruba eşit hakların verilmesidir.
YORUMLAR
Yerinde gözlemler ve doğru yorumlar. 2.Dünya savaşına kadar Türkiye'yi İngilterenin güdümünde göstermek pek gerçeklerle örtüşmüyor...(bunu iddia etmek Atatürk dönemini küçümsemek ve 2.dünya harbine İngilterenin talebine rağmen sokulmayışımızı küçümsemek anlamına geliyor) Diğer yorumlar ise nispi olarak değişse de doğruları yansıtıyor. Tebrikler. Saygıyla
MEHMET ÇOBAN
Her dönem gibi Atatürk dönemi de ele alınıp incelenebilmeli. Lehinde ve aleyhindeki gelişmeler tartışılabilmelidir. Dogmatik tarih, sadece yalanlar üzerine kurulur. Gerçek tarih ise her zaman eleştirilmeye, incelenmeye açıktır. Zira gerçekliğin korkusu olmaz.
Hayatı boyunca Atatürk dönemine karşı çıkan solun şairi Nazım'ı anlamak gerekiyor. Niçin 1925-1938 arasında 11 kez mahkemelerde yargılandığını, neredeyse her yıl mahkeme kapılarında süründüğünü, 1938 yılında vatan hainliğinden 28 yıl 4 ay ceza aldıığını düşünmek gerekiyor.
1. Dünya savaşı sonundaki gelişmeleri, petrol dünyasındaki paylaşımları, İngilizlerin misakı milli sınırları içinde kalan petrol haklarını nasıl kullandıklarını anlamak gerekiyor.
Sorulması, sorgulanması gereken konular Atatürk dönemi diyerek örtülürse, tarih gerçekleriyle "galiplerin gerçekleri örtüp insanları kandırdığı" bir dayatma metin olmaktan öteye gitmez. Böyle bir metinin gerçeklerle ilişkisi de olmaz.
Bilim, asla dogmaları kabul etmez. Aklın bilimin yolunda yürüdüğünü iddia edenlerin, hiç bir konuda dogmalar yaratmaması gerekir.
Atatürk dönemine yönelik sorgular üretmek, o dönemi küçümsemek değil, aksine gerçeğini anlamaya çalışmaktır.
Tekrar teşekkürlerimi sunuyor, petrol tarihiyle ilgili 19 ve 20. yüzyıldaki savaşlarını irdelemenizi öneriyorum.