- 1477 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MEDRESE KAPISI ÖNÜNDE
Çemberlitaşta bulunan büyük medresenin ihtişamlı kapısının önünden günde binlerce kişi geçerdi. Çoğu Osmanlı olan Türk, Arnavut, Çerkes, Kürt, Abaz, Boşnak, Rum, Arap ve diğer milletlerden insanlar bu kapının önünden geçip işine gücüne giderdi. Büyük medrese denilen bu yer artık medrese değildi. Al-i Osman burayı o muhitin esnafına vermiş, esnafta teşkilatlandıktan sonra teşkilat işlerini burada yürütür olmuştu. Fiyat ayarlaması, çırak eğitim işleri, esnafların kar ve zararlarının tespiti gibi işler burda yapılırdı. Ramazanda da her gün bir esnaf burada iftar verirdi.
Havanın güzel olduğu bir ilkbahar günüydü. Yine kalabalıktı Çemberlitaş. Herkes kendi işindeydi. Her şey normaldi. Büyük Medresenin kapısının önünde her gün orda bulunan simitçi kör Yakup, Boyacı Zenci Yasef ve Dilekçi Tavşan Recep ve tavşanları vardı. Her gün Büyük Medresenin kapısında ekmek parasını kazanan bu insanlar medresedeki esnaf teşkilatına üyeydi, ancak bir sorumlulukları yoktu. İftar vermezlerdi, teşkilatın giderlerine katılmazlardı. Çünkü onların kazandığı anca kendilerine yetiyordu. Teşkilat zaten onlara yardım etmek için üye yapmıştı onları teşkilata.
Kör Yakup Rum annenin ve Yahudi bir babanın çocuğuydu. Asıl ismi Jacop’tu. Çocukluğu zenginlik içinde geçmişti Jacopun. Babası zengin bir tüccardı. Jacop büyüyüp delikanlı olunca bir hocayla tanışmış ve hayatı tamamen değişmişti. Hocanın sohbetlerinden çok etkilenen Jacop Müslüman olmaya karar vermişti. Ailesi bu kararına çok sert çıkmasına rağmen Jacop kararından dönmemişti. Hocanın kendisine sahip çıkacağını düşünerek evinden ayrılmıştı. O günden sonra da ailesiyle bir daha görüşmedi. Başta hocanın yanında güzel bir hayat süren Jacop önce ismini değiştirdi. Artık Yakup olmuştu. Hocanın yanında ilmi de gelişiyordu. Ancak hocanın Yakup’a olan ilgisi diğer müritleri tarafından iyi görülmüyordu. Sonuçta Yakup bir Yahudi dönmesiydi. Ve ne olduysa Hocanın ölmesiyle oldu. Önce ağır hakaretlere uğradı sonra da yavaş yavaş şiddete maruz kaldı ve sonunda da tarikatten de ayrılmak zorunda kaldı. Çalışmak zorundaydı. İlmi kuvvetliydi, bir çok iş de gelirdi elinden ama Yahudi dönmesi olduğu için girdiği her işte sıkıntılar yaşadı. Sonunda bir tezgah aldı ve simit satmaya başladı. Ama hayatı iyi gitmedi. Sol gözünde bir hastalık vardı ve günden güne kötüye gidiyordu. Ve zamanla sol gözü görmez olmuştu. 30 lu yaşlarında bir gözü kör olmuştu. Gel zaman git zaman bu körlük onun lakabı olmuştu. Alınmazdı bu lakaba. Demek isteyen desin derdi. Şimdi ise 50li li yaşlarındaydı ve Büyük Medresenin önünde satış yapmaya başladığından beri hayatı bir düzene girmişti.
Zenci Yasef aslen Sudanlıydı. Büyük dedesi Yasef daha küçükken Payitaht’a bir iş için gelmiş olmasına rağmen çok sevdiği payitahtan bir daha ayrılmamıştı. Yasef’in babası olan oğlunu da yanına aldırmıştı. Yasef de çocukluğundan beri İstanbuldaydı. Yasef 15 li yaşlarındayken dedesinin iş yeri yanmış ve maddi durumları bu olaydan sonra kötüye gitmeye başlamıştı. Yasef de eğitimine ara verip boyacılığa başlamıştı. O günden beri de boyuyordu önüne gelen her ayakkabıyı.
Tavşan Recep doğma büyüme İstanbulluydu. Onun hikayesi arkadaşları gibi acıklı sayılmazdı. Hayatında bir düşme yaşamamıştı çünkü. Nasıl geldiyse öyle geçiyordu hayat onun için. Gençken baba mesleği olan dilekçiliğe başlamış ve hayatını böyle sürdürmüştü. Büyük Medresenin kapısında çalışan bu üç adamında karısı ve çocukları vardı. Onlara bakabilmek için her gün durmadan bu kapının önünde çalışmak zorundalardı.
Dilekçi Recebe iki tane genç kız gelmiş, tavşana dilek çektirmek istiyorlardı. Yüzlerini birisi pembe diğeri ise mavi tülbentle kapatmıştı. Kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Dilekçi Recep’te tavşanlarını övüp ’ neyse durumunuz onu çeker benim yavrularım yalan yoktur onlarda’ diyordu. Genç kızlar kendi aralarında bu sözlere gülüyorlardı. Tavşanlardan biri, iki tane dilek çekmişti. Dilekçi Recep aldı kağıtlarını eline okumaya başladı.
Esmerdir uzun boylu, seni izler pehlivan vücutlu, artık sende onu gör, bul mutluluğu
İlk maniye kızlar epey gülmüştü. Dilekçi Recep ikinci maniyi de okumaya başladı:
Kaskaradır gözleri, aslında ister seni, ama güzel nazlı olur, nazını çekersen sever seni
Bu mani bir kızdan ziyade bir erkeğin manisi olduğu için kızlar ilk başta şaşırmış sonra birbirlerine bakarak gülüşmeye devam etmişlerdi. Bir müddet güldükten sonra Dilekçiye parası verdiler. Dileklerini çeken tavşanın başını okşayıp yollarına devam ettiler. Kör Yakup hemen Tavşan Recep’e sataştı:
Bre tavşancı yaptığın birşey yok ama kızlar sana gelir güler işve yapar ve gider. Biz burda simit satar karın doyururuz bizim böyle müşterimiz olmaz nedendir?
Tavşan Recep gülerek cevap verdi Kör Yakup’a:
İnsanların yemek aş kadar hayale de ihtiyacı var. Hele hele böyle körpe kızlar. O yüzden bana gelip benim güzel tavşanlarımdan isterler hayallerini
Yakup ’ee iyi bakalım’ dedi içinden. Zenci Yasef de müşterisinin ayakkabısını boyamaktaydı. Bu arada kızgın bir şekilde Halıcı Pehlivan Ali Medreseye doğru geliyordu. Normalde her geldiğinde Kör Yakupla, Zenci Yasefle ve Tavşan Receple muhabbet eden Pehlivan Ali ok gibi geçti yanlarından. Şaşkındı üçü de. Müşterisi az önce gitmiş olan Zenci Yasef konuşmaya başladı:
Çok sinirli görünüyordu. Başkanla tartışacak sanırım.
Pehlivan Ali gençliğinde uzun bir dönem pehlivanlık yapmış birisiydi. Yaklaşık 15 yıldır da halı satıyordu. Teşkilatın en etkili isimlerindendi. O gün çok sinirliydi ve zenci Yasef’in dediği gibi Başkanla tartışacak gibi görünüyordu. Dilekçi konuştu bu sefer:
Ne alıp veremediği var ki Yörükle
Yörüğün asıl ismi Ahmetti. Soyu Türkmen yörüklerine dayanan Ahmet 60 lı yaşlarda bir adamdı. Sürekli yörük olan soyundan bahseden Ahmet’e zamanla Yörük denmeye başlanmıştı. Aslında Yörük ve Pehlivan en aşağı 10 yıllık arkadaştı. O yüzden bu duruma Tavşan Recep şaşırmıştı. Kör Yakup cevap verdi Tavşan Recepe :
Para, mevki işi dostluk dinlemiyor işte. Yörük teşkilata başkan olduktan sonra Pehlivan bunu çok kıskanmış sanırım. Yörüğünde başkan olduktan sonra işleri açıldı, daha çok kazanmaya başladı. Pehlivanda bunu göstererek Yörüğün Başkanlığı kullanarak daha çok kazandığını dillendirmiş, yaymış esnafın içinde. Dedikodu işte çığ gibi büyümüş. Herkes yok Yörük rüşvet alıyor, yok kendi belirlediği fiyatın üstünde mal satıyor demeye başlamış. Tabi biz burda pek bişey duymuyoruz bende geçen kahvede duydum. Baya kavgalıymış bunlar. Sabah gelirkende ’dün gece Yörük kahvede Pehlivana yumruk attı’ demişti bizim hamamcı Kabak Andrea. Onun içindir bu siniri. Allah vere de kötü bişey olmasın içerde. Gürültüleri de gelmeye başladı bak
Tavşan Recep de Zenci Yasef de çok şaşırmıştı bu duruma. Gerçektende gün boyunca kapısında çalıştıkları yerde neler oluyor haberleri olmuyordu. Sabah gelip akşam gidiyorlardı. Dedikodular çok geç gelirdi onlara. Bu şaşkınlıktan içerden gelen seslerin etkisiyle çıktılar. İçerde şiddetli bir kavga oluyordu herhalde. Girip ayırmak istediler önce sonra vazgeçtiler. Ama pür dikkat gürültüyü dinliyorlardı. Hatta bu esnada gelen müşteriler ilgi görmeyince yollarına devam etmişlerdi. Sonra aniden içerdeki gürültü kesildi. Üç arkadaş bu durumu hiç hayra alamete yormadı. Mutlaka bir şey olmuştu. Ama hareket edip de içeri giremiyorlardı. Zaten Pehlivanda kapıdan görülmüş ilk baştaki sinirli haliyle üstlerine doğru geliyordu. Başı eğikti. Süsecek bir boğa gibi. İlk Tavşan Recep gördü Pehlivanın elindeki kanı. Çok korktu kafasını eğdi Pehlivan geçerken. Üç arkadaş Pehlivanın arkasından uzun uzun baktıktan sonra Tavşan Recep konuşmaya başladı.
Bre Zenci bre kör! gördünüz mü elindeki kanı girip bakalım mı içeriye ?
Zenci Yasef direk kalkıp hareketlenmişti kapıya doğru. Kör konuştu bu esnada:
Gördüm gördüm. Hadi acele edelim Yörüğü öldürdü galiba.
Hızla medreseye girdi Zenci, Kör ve Tavşan. Yörüğün kapısını açıp içeri giren ilk Zenci Yasef oldu ve kaldı yerinde. Arkasındaki Tavşan Recep ve Kör Yakup zorla girdiler odaya ve onlarda dondular. Yörük Ahmetin sol kaburgasının üstünde büyük bir kısmı vücuduna girmiş bir bıçak vardı. Kendine gelen Zenci Yasef:
Zabite haber verelim hemen, hemen
Kimin zabite haber vereceğini belli olmamasına rağmen o heyecanla Tavşan Receple Kör Yakup ikisi birden çıktılar dışarı. Yasef biraz daha oda da kaldıktan sonra medresenin avlusuna çıktı. Tavşan Receple Kör Yakup çoktan gitmişlerdi zabit bulmaya. Zenci Yasef de gökyüzüne baktı derin bir nefes aldı. Şoku üstünden atmak istiyordu. Bir cinayete şahit olmuşlar, engel olabilecekken sadece seyirci kalmışlardı. Vicdanı yanmaya başlamış, acı vermeye de başlamıştı....
Ahmet BAYRAM
YORUMLAR
AhmetBayram
İşin içine hem öykü hem de Tarih girince işte dedim tam benim okuyacağım türden bir yazı...Nitekim de öyle oldu. Bir solukta okudum. Kendi adıma tadına doyadamadım..Hatta keşke devamı olsa,bu karakterler başka hikayelere de karışsa dedim. Takdir sizin elbette. Tek kelmimeyle ben mükemmel buldum,
Ellerinize sağlık...Selam ve sevgilerimle.
AhmetBayram
çok ilginç bir içerik ... mekan ve dönem seçimi daha da ilginç... okurken, bu dönemi ve mekanı seçmek için özel bir neden var mıyı yokladım, sadece öyküyü güçlendirme adına kullanıldıklarını anladım... üç satıcının dramı ve yaşadıkları olay ve özellikle şahit oldukları olay ise oldukça günceldi... bu güzel öykü için ve özellikle de ÖYKÜ YAZARI OLDUĞUNUZ İÇİN tebrik ederim...Saygılar