HAYATIM BİR ROMAN (2)
HAYATIM BİR ROMAN
KÖY ÇOCUKLUĞUM (2)
Hayatımda köy çocukluğumun ayrı bir anlamı, ayrı bir yeri var
Yıllar geçmesine rağmen halen unutamadığım, anılarını taze yaşadığım hayat izlerim var.
Güneşin çocuklarıyız elbet, güneşten kızarmış tenleri, buram, buram toprak kokan bedenleri, umuda yelken açmış hayalleri, aydınlık menzili gözetleyen gözleri, mangal gibi yüreği olunca insanın, hayatı da bir o kadar maceralı ve renkli olur.
Evimizin en sevimli, elbebek, gül bebek büyütülen biraz sıska, biraz cılız, kara kuru bir torunuydum.
Babam gurbette olduğu için, hem duygusal yönden hem manevi yönden, maddi yönden ilgi görüyordum
Sanırım mayıs ayıydı, koyun kuzu lar meralara ortak bırakılırdı, bizimde 15 e yakın kuzularımız vardı, köy çobanı hastalanmıştı kuzuları o gün köyün karşısındaki ormanda otarmak bana kalmıştı.
Annem lavaş ekmeğin üzerine taze tereyağını sürdü dürüm yaptı evimizde bulunan mataranın içinde taze günlük ayran bez torbanın içine koyarak omzuma elime de bir değnek kuzuları kattı önüme köyümüzün altındaki dereye kadar eşlik ederek ilk çobanlık görevimi bana devretti ve toprak evimize tekrar geri döndü
Bende karabaş köpeğimizle beraber kuzuları köy ormanının olduğu yamaca götürdüm hayvanlar otlamak için yayıldılar, bende bir ağacın dibinde oturdum, can sıkıntısından elimdeki değnekle toprağı eşeliyordum.
Kuzularımızın içinde bir tane çok güzel şirin mi şirin bir kuzumuz vardı, çok şirin olduğu için annem kuzunun kafasına kına yakmıştı ve adını da kınalı kuzu koymuştu.
OLDUM OLASI KURTLARI, TİLKİLERİ, TAZILARI HİÇ SEVMEDİM
Hayatım boyunca kurtları, tilkileri, tazıları hiç sevmedim, hep nefret ettim, halende nefret ediyorum bu iğrenç mahlûklardan, diğer ormandaki vahşi hayvanları severim bu saydıklarım hariç, birde omurgasız hayvanları sevmem
Elimdeki değnekle toprağı eşelerken, hayvanlarda bir ürkme hissettim, bir korku, bir panik ardından karabaş havlamaya ve bir yöne koşmaya başladı bir telaş içinde ayağa kalktım sağa sola bakındım birde ne göreyim, bir kurt kınalı kuzumuzu kapmış boğazından ormanın içine karıştı kayboldu koştum peşine çocukluk aklımla yakalayamadım oturdum hüngür, hüngür ağlamaya başladım
Çok korkmuştum, rengim bembeyaz kesilmişti adeta mezardan çıkmış gibiydim
Evdekilere ne diyecektim, yaşadığım korkuyu bir ben birde Allah biliyor
Şimdi kurtlardan neden nefret ettiğimi tahmin etmişinizdir
Gözyaşları içinde topladım kuzuları köye döndüm evimize yaklaşınca sesimi yükselterek ağlamaya başladım annem tandırda ekmek pişiriyordu önündeki siyah fırfırlı unlu peştamalı ile büyük telaş içinde ne oldu oğlum neden ağlıyorsun diyerek bana koştu
Anne, anne kınalı kuzu diyordum, ne olduğunu hıçkırıklar boğazıma düğümlendiği için anlatamıyordum
Önce koştu sarıldı bana sakin ol ağlamadan anlat bakalım kınalı kuzuya ne oldu
Olacakları tahmin etmiş olacak ki annem, yoksa yoksa kayalardan mı düştü kurt mu kaptı oğul ne oldu söyle, kınalı kuzuyu kurt kaptı ormana kaçtı boğazıma düğümlenen hıçkırıklarla anne ,zor diyebildim.
Ey vah kınalı kuzumu soyğa nasıl götürdü lanet olsun ona ve onun gibilere bula, bula benim kınalı kuzumun canına mı kıydı, Allah kahretsin onu söylenerek beni götürdü içerdeki damda ibrikteki suyu ve leğeni getirerek yüzümü yıkadı, peşkirle kuruladı
Ağlama, üzülme yavrum artık seni kuzu çobanlığına yollamayacağım
Yarın köy korucusuna söylerim kınalıyı yiyen o zalim o hain kurdu takip etsin bulduğu anda öldürsün ona kendi elimle bir yün kazak bir çift yün eldiven örer veririm
Sen yaşadıklarını unutmaya çalış hemi güzel yavrum
Hiç unutulur mu anne bak yıllar sonra aynı günlere yani çocukluğuma giderek o günleri bir daha yaşadım çünkü o gün yaşadığım bu dehşet olay çocukluk kafamda iz bırakmıştı
İşte bir günlük kuzu çobanlığım bana oldukça pahalıya mal olmuştu
KAĞNI ARABASI İLE TERCANA YOLCULUĞUM BİR BAŞKA GÜZELDİ
Sanırım beş yaşındaydım, çok hastalandım, yüksek ateş kusma, ishal beni perişan etmişti, zayıf cılız çelimsizdim, hepten düştüm, aşırı su kaybı beni mezardan çıkmış gibi gösteriyordu
Hemen kağnı arabası hazırlandı, içine bir yün döşek yorgan yastık atıldı köyde benim gibi komşumuzun Kemal diye bir çocuğu daha vardı benim gibi, hasta onda alarak
Doğan ve sarı süslü isimli öküzlerimizin boyunduruğu üzerinde doktora gitmek üzere annem amcam ve kemalin annesi babası yola koyulduk yün yatak içinde Kemal ile bir birimize bakarak gülüşüyorduk
Yokuşa dayanan oküz arabasından çıkan mazı sesleri çok hoşumuza gidiyordu bir yandan da Hüseyin amcam yokuşu sorunsuz çıkalım diye öküzleri kamçılıyordu dehhh dehh doğan dehhh dehhh süslü diye sesleniyordu. Kemal ile benim keyfine diyecek yoktu sanırım 7 saat içinde tercanın devlet hastanesine vardık oküzleri ve kağnı arabasını hastane bahçesinin bir köşesine bıraktık hayvanları yemledik ve bir ağaca bağladık acil kapısından amcamın sırtında içeri girdik
Önce bizi kırmızı şeritli beyaz kepli bir hemşire karşıladı, yer gösterdi çocukların nesi var üzerlerini soyun ben dr beyi hemen çağırayım dedi ve gitti
Dr geldi aman da aman bunlar ne şirin çocuklar, hemşire hanım hemen ateşini alalım
Bir yandan da Hüseyin amcamdan rahatsızlığım hakkında bilgi alıyordu ilaç yazdı hemşire hanıma hemen bir penicilin yapalım dedi ve ilk iğneyi orada oldum iğne canımı yaksa da o manzarayı görmek şehri görmek bize keyif verdi
Köyünüzde sıhhiye varmı? dedi dr evet askerde sıhhiyelik yapan reşit diye biri var dedi ona iğneleri yaptırırız dr bey dedi
Hastane bahçesine kağnı arabamızın yanına geldik araba mazısı dibinde bir örtü serdik
Ağaçlar gölgesinde amcam gitti manavdan hengür iri siyah üzüm fırın ekmeği aldı oracıkta karnımızı doyurduk tekrar köyümüze dönmek üzere kağnı arabası eşliğinde yola koyulduk
Şehir dönüşü de muhteşemdi yol kenarında tarla biçen çifçi tanıdıklar yahu Hüseyin uğurlar ola nereden geliyorsun amcamın cevabı şeherden hasan efendi şeherden hayrola böyle yataklı yorganlı bizim şu cemal yeğen cırcıra yakalanmış ateşi çok yüksekti onu doktora götürdük
Kardaş o zaman azıcık eğlen bir ekşi coruklu soğuk ayranımızı içinde öyle gidin hava çok sıcak susamışınızdır elbet
Peki hasan ağa sağ olasın var olasın kardaş makbule geçti vallahi coruklu soğuk ayranınız Halil İbrahim bereketi göre sofranız haydi kalısağlıcaklar
Allah işinizi rast getire gardaş güle güle Hüseyin gardaş ne demek biz aynı köylüyüz aynı canız bir tas ayranın lafımı olur dedikten sonra biz tekrar köye dönmek üzere yolumuza devam ettik
Hava kararmak üzereyken köyümüzün meydanından geçtik köy çobanı köy sürüsünü getirmiş köy çeşmesinde su vererek hayvanları ahırlarına gönderiyordu
Her hayvan barındığı ahırı biliyordu ve kendi gidiyordu, hayvan sahipleri sadece izlemekle ve onları mera dönüşünde sağmakla kalıyordu
KÖYÜMÜZÜN RENKLİ SİMALARI (3)
Hasan Çavuş, Mustafa Çavuş Kali giller, İskender efendi Mehmet Hanefi (köy hocası)
Zeyne GINC (küfürbaz Zeynel) Harsa Bostancı Usive Tü (köyün en yalancı en palavracı adamı)Kerim Amca taş ustası, Alesim(Ali amca) köyün en iyi ağaç ustası marangozu Alekor, kıba kor köyün renkli şakacı simaları Medet amca köy bakkalı, Alirıza amca köy bakkalı Kueş dede köyün ehlibeyit hocası Durse meme durs köyün varlıklı ailesi Hacı Kamer Mehmet Turan köyün zengini Yusufziya Akyüz Köyün en yürekli cesur adamı, İbe Kem köyün celebci adamı ,Binaliye Tirke, Musto Leşk, İmo tank, Meme Pop köyün yörenin belalı çete adamı rüşvetle besleniyorlardı köy köy dolaşır erzak para hayvan toplarlardı vermeyen köylünün ya otlarını yakarlardı yada küçükbaş hayvanlarını kaçırırlardı
Yörenin asayişini jandarma sağlardı, jandarma karakolunu bir şekilde kafaya alırlardı yanıltırlardı köylünün şikâyetine meydan vermezlerdi çok uyanıklardı, şikâyete gidecek köylüyü de bir şekilde gözdağı verip korkuturlardı
Köyümüz zaza köyüydü, zazaca konuşurlardı, Türkçe konuşurlardı zazaların kökeni Türkmen boyları zazalar ibadetlerini cemlerini Türkçe yaparlardı, azaerlerin gelenek ve görenekleri zazalarla çok örtüşüyor, aynı kültürden beslenmişler
Köylerimiz Alevi köyü hersene sonbaharda dedelerimiz Tünceli Hozat’tan gelirlerdi cem ayinleri düzenlenirdi köy odasında saz çalınır mersiyeler okunur Türkçe dua ederlerdi bu ceme dualara bende zaman, zaman katılırdım. Yaradanla telepati yoluyla manevi bağ kurardım maneviyatımı yaşardım
Alevilikte kul ile Allah arasına kimse giremez kul Yaradana yönelir yalvarır yakarır şefaat dilerdi
Alevilikte, eline beline, diline sahip olmak kesin bir kural manevi duruşa yönelen esastır
Kul hakkı gözetmek olmazsa olmazlardandır, yalan, dolan zina hırsızlık kesinlikle haramdır suç işleyenler görgü ceminde dede tarafından dara çekilir sorgulanır suçlular düşkün sayılır ve toplumdan ihraç edilirdi toplum içine alınmazdı
Arazi uyuşmazlıkları hariç kimse kolay, kolay adli vaka için polise jandarmaya gitmezdi herkes herkesin hakkı hukukuna riayet ederdi biri birilerinin hakkını gözetlerlerdi
Köyümüzde Atatürke Cumhuriyete, Ayyıldızlı şanlı bayrağımıza büyük iteat ilgi hayranlık vardı, hatırlarım köy odasında hemen, hemen her evde Hz Ali ve Atatürk’ün resmi türk bayrağı duvarlarımızın ve odalarımızın en mütena köşesini süslüyordu
Köyümüzün iki derslik bir mektebi vardı bir, iki, üçüncü sınıflar bir sınıfta dört beşinci sınıflar bir sınıfta okutuluyordu İsmail çakır Kenan Öğretmen birde köyümüzden yetişme Mustafa öğretmenimiz vardı çok saygın beyefendi bilgi donanımlı bilge insanlardı, köy enstitülerinden yetişmiş yöreyi gelenekleri görenekleri çok iyi biliyorlardı köy halkı ile çok güzel anlaşıyorlardı. Köy haklıda köyümüzün öğretmenlerine büyük saygı ilgi, alaka gösteriyorlardı
Köy öğretmenlerinin ekmek ihtiyacını her gün bir köylü karşılıyordu, köy muhtarı organize etmişti her gün gerek tandır gerek saçta pişen ekmeklerden öğretmen evine ekmek giderdi, çökelek (lor peynir taze tereyağı, bal)giderdi
Köyümüzde elektirik yoktu okulda ispirtolu lüküs ,gaz lambası evlerde durumu iyi olanlarda ispirtolu lüküs gaz lambası fakirlerde tenekeden yapılma fıskıye kullanırdı
Kışın ısınmak içinde tezek, yani büyük baş hayvan gübresi kalıplara basılır kurutulurdu kışında saç sobalarda yakılırdı, ekmek yapmak için saç altına yâda tandıra çalı çırpı yakılırdı (tandır ekmek yapılan kırmızı topraktan yapılma fırın)yemekler 3 ayak dediğimiz üstü yuvarlak üçayak üzerne kaynak yapılmış demir üzerinde altına odun atılarak üstünde yemek pişirilirdi o zaman aygaz yoktu çay hafif yemekler ispirtolu ocak üzerinde yapılırdı
KÖYÜMÜZÜN YEMEKLERİNDEN SÖZ EDELİM BİRAZ
Olmazsa olmazlardan un yumurta tereğıdan yapılan bazen içli bazen sade yapılan ketemiz var içli kete içine un helvası katılarak yapılırdı, ayranla içine buğday konularak pişirilen nanae bol soğan kırmızı ve acı pul biberle yahnisi yapılan, pişen ayranlı yayla çorbamız vardı,
Tereyağlı bulgur pilavımız vardı, içli bulgur köftemiz yine hamurdan oluşan saç altına atılıp üzerine ateş közü atılıp pişen gömmemiz 5 kilo undan yapılan büyük ekmek içi oyulurdu içinden çıkan ekmek içi ufak ufak doğranır ayranla dövülürdü yine büyük ekmek içine konulur üstüne bal tereyağı dökülür yanında ibriş maşrapalardaki ayranla keyifli yenilirdi
un helvamız vardı tereyağı bal karışımı hamurdan kesme ayran çorbamız eriştemiz bal, çökelek (lor) taze tereyağı lavaş ekmek kahvaltı sofralarımızın vaaz geçilmezlerindendi
MİLLİ VE DİNİ BAYRAMLARIMIZ ÇOK GÜZEL ÇOK RENKLİ GEÇERDİ KÖYÜMÜZDE
Milli bayramlarımız köy okulumuzun köy meydanındaki şaşalı görkemli heyecanlı kutlamaları ile geçerdi kutlamaların her kelimesinde hep Atatürk yalnız Atatürk ve İnönü vardı, kırmızı beyaz renler törene hakimdi heyecan vardı çoşku vardı davullu zurnalı halaylı geçerdi hep bayramlar alevi köyü olduğu için Hıdır ellez Kurban Bayramı bir başka kutlanırdı, Kenan öğretmen bana cumhuriyet Bayramın da bir şiir ezberletmişti Atam diye o şiiri okurken ağlamıştım ve çok büyük alkış almıştım bir günde ilk andımızı okumuştum o zamanda ağlamıştım coşkudan heyecandan köyümüzde barış dostluk kardeşlik vardı. Ramazanda ehlisünnet köyleri ziyaret edilirdi bayramlaş ılırdı, dostluk mesajları barış mesajları vardı muharrem ayında ehlisünnet köyleri, ehli beyit köylerini ziyaret ederdi dostluk kardeşlik mesajları verilirdi, halk arasında barış hâkim di ,biri birlerine kız alır kız verirlerdi, çocukları sünnet ettirirken kirve olurlardı, ehlisünnetten nur içinde yatsın naim Hoca vardı hep kitlelere barış kardeşlik dostluk aşılardı vaazlarında ehli beyiti, ehlisünnete anlatırdı derdi gardaşlar ehlisünnet sağ kolumuz ehlibeyit sol kolumuz birdir vücudumuz kıymetini bilesiniz haaa
Çanakkale’de gavurla sağ kol, sol kolla tutulan silahla gavuru yurdumuzdan kovduk tek kolla savaş kazanılmazdı elbet, alevisi sünnisi ile türkü kürdü lazı çerkezi gürcüsü müslümi gayri müslümü ile yedi düvelle mücadele ettik bu vatanı Atatürk sayesinde yarattık evlatlarım şimdi ibadet yapıyorsak özgür Atatürk sayesinde camilerimiz açık Atatürk olmasaydı şimdi anam aynı anaydı lakin babam hans olurdu nethanyayu çorc olurdu benim adımda Naim olmazdı bacımın adı Hatice Fatma ayşe olmazdı helga olurdu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin kıymetini iyi bilin sahip çıkın derdi
Nerede şimdi o Naim Hocalar gibi dostluğa barışa hizmet eden zihniyet tam tersine ayrıştırma çabaları dorukta, yıldızlar üzerine yağsın Naim Hoca her gün Cumhuriyetin ve Atatürkün kıymetini daha anlar olduk lakin senin seslenişin sadece bu kutsal Vatanı sevenlerin hafızasında kaldı, diğerleri saf değiştirdi gaflet, dalalet hatta hıyanet uykusunda gidişatımız hiçte iyi görünmüyor Naim Hoca.
Allah sonumuzu hayır eylesin umarım siyasi yanlışlıklardan siyasi maceralardan başkalarının taşeronluğunu ve uşaklığını yapmaktan ülke yöneticileri kurtulur Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi Yurtta Sulh Cihanda sulh hakim olur, başkalarının menfaati için fakir fukara çocukları kara toprağa düşmez Ülkemize yapılacak her hangi bir saldırı karşısında elbette canımızı feda etmeye hazırız fakat zengin çocuğu 3o bin lira ile yatağında teskere alırken ,garibanın çocuğunun bir hiç uğruna ölmesine de şehit olmasına da aklımız izanımız vicdanımız razı olmuyor
Mustafa Kemal Atatürk zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir demiştir
Umarım akli selim galip elir güzel ülkemiz maceralara sürüklenmez anaların göz yaşları feryatları yükselmez millet olarak ciğerlerimiz dağlanmaz terör nedeniyle zaten millet olarak yaralıyız bu acılarımıza yeni acılar katılmaz
Saygılarımla
devamı var
_____Ali Cemal AĞIRMAN____
YORUMLAR
Geçmişe yolculuk ne de acıtır insanın yüreğini. Onca yaşanmışlık, iyi ve kötü günler, hayatımızdan bir kuş gibi uçup giden sevdiklerimiz ve geride kalan dertli bir yürek. Fırat gibi akmış geçmişiniz kaleminizin ucunda, ilgiyle okudum, ellerinize, yüreğinize sağlık değerli hemşerim, vakit buldukça diğerlerini de okuyacağım inşallah. Değerli kaleminize Allah güç versin. Sağlık ve huzurla kalınız...
Selamlar saygımla
* * *
En güzel günlerimiz çocuklukta yaşadığımız günlerdir.Hele de köyde geçen o günler.Tarifi imkansız güzelliklerle doludur. Köy yaşamında herşeyin ayrı bir kıymeti vardır
Yüreğinin sesi daim olsun dilerim
şair67
Evet en güzel yıllar unutulmayan hafızalarımızda tap taze kalan o çocuk o mahsun o günahsız yıllar
Beni sayfamda hiç yalnız bırakmayan kadim dost şairime engin selam ve saygılar
iyiki varsınız , iyiki edebiyattasınız