BİR RÜYA BİN DÜNYA-III
........................
*
Yusuf Çavuş artık bir zabit gibidir. Üstelik gerçek doktorların itibar gördüğü gibi bir sıhhıyedir. Çok hem de çok sevmiştir bu görevleri. İyice de alışmıştır. Kendisi için ayrı bir odası da vardır. Odasında duvara bir portre gibi yapıştırılmış aynasına sık sık bakar. Gerçi tüm boyunu göremez ama başı ve omuzlarına kadar görür. Bu, ona büyük bir haz verir. Arada bir ayak parmaklarının ucuna basar, yükselmeye çalışır; biraz daha görünsün ister elbisesini.
Kendi kendine hem konuşur hem de tatlı tatlı gülümser;
-“Ee, bana da yahışmış, canım!..”
Yusuf Çavuş sadece uzman çavuşluğa ve sıhhıyeliğe değil, saraya, askerliğe, Yusuf İzzettin Efendi’ye, Valide Sultana ve İstanbul’a alışmıştır artık.
Hiç gelmez aklına çok sevdiği köyü, anası, babası ve diğer yakınları. O, aynı sevgi ve şefkati burada da bulmuştur. Valide Sultan bir ana, Saray bir evi, İstanbul köyü ve Yusuf İzzettin Efendi de babası, kardeşi, yakını oluvermiştir onun için.
Zaman su gibi geçmektedir. Yusuf Çavuş hiç farkında değildir zamanın. Saraya doğru gitmektedir. Tam girmek üzeredir ki, Saray’dan henüz çıkan bir fayton, Yusuf Çavuş’un yanında duruverir. Bu, Yusuf İzzettin Efendi’dir. Yusuf İzzettin Efendi uzaktan da olsa Yusuf Çavuş’u tanımıştır. El ederek seslenir Yusuf Çavuş’a;
-Hey Yaver! Atla faytona...
Yusuf Çavuş tereddüt etmeden hızlı hareket eder ve faytona yavaşça biner. Faytonda sadece Yusuf İzzettin Efendi vardır. Fayton iki kişiliktir. Biner binmez Yusuf İzzettin Efendi konuşur;
-Valide rahatsızlanmış. Şimdi Eminönü’nde yalıdaymış...
-Neyi varmış Validemin Paşam?
-Bir şeyi yokmuş öyle! Baltalimanı’nda ağırlamışlar. Şimdi yalıda istirahatteymiş...
-Allah şifalar versin Valideme, Paşam. Ben de size geliyordum, Paşam!
-İyi oldu. Birlikte varalım Validenin yanına.
-.................!!
Yusuf Çavuş sessiz kalır. Yusuf İzzettin Efendi konuşur, Yusuf Çavuş dinler; böylece varırlar Valide Sultanın yanına.
Yönü Avrupa’ya bakan yalı Boğazla komşudur. Bir süre sonra Yusuf İzzettin Efendi izin ister ve yalıdan ayrılır. Yusuf Çavuş, Valide Sultanın ısrarı üzerine yalıda kalır. Valide Sultan o kadar da hasta değildir. Ancak biraz üşütmüştür. Yusuf Çavuş utana sıkıla durur. Valide Sultan bunu anlar;
-Seni fazla tutmayacağım Yusuf oğlum. Bak, sana bir emir veriyorum. Bu söyliyeceğimi bir valide sözü kabul edeceksin. Kesinlikle itiraz istemiyorum; baştan söyleyeyim.
Yusuf Çavuş sadece dinler. Dinlerken başını hafifce yere eğer. Yalnız çok meraklanır. İçinden söylenir;
-“Allah Allah! Oğlu, Haşmetli Efendim varken, benden ne ister Valide acaba?!..”
Kafası bu gibi düşüncelerle karışıp dururken, Valide’nin sonraki sözü sanki Yusuf Çavuş’a bir tokat gibi geliverir;
-Memleketine gideceksin. Sana istediğin kadar izin verdireceğim. Valideni, pederini ve seni sevenlerini görmelisin. Onlar da özlemişlerdir...
Yusuf Çavuş’un beklemediği bir emir olmuştur gerçekten. Yutkunur, yavaşca kıpırdar, ellerini birleştirir, başı yine eğik vaziyette yumuşak bir sesle karşılık verir;
-Gitmesem Validem...
-Yoo! Ben baştan kestim. Hem benden hediye de götüreceksin.
-Validem hiç zahmet etmeseniz.... Ben alışmıştım. Sonraları gitsem...
-Olmaz. Yarına kadar kendini hazırla. Yarın tekrar yanıma uğrayacaksın. Tamam mı?
-Emriniz olur Validem.
-Tamam, anlaştık o zaman. Şimdi gidebilirsin Yusuf’um.
Yusuf Çavuş düşünceli bir şekilde yalıdan ayrılır. Düşüncelidir çünkü, buraya, özellikle Valide Sultana çok alışmıştır. Bu alışkanlık bir evlâdın anaya sevgisi ve bağlılığı gibidir. Sanki kendini her şeyiyle onlara adamıştır; birazcık bile ayrılsa, bilhassa Valide Sultanın kendisine hemen ihtiyacı olacağını düşünüp durur.
Valide Sultan bir emir vermiştir. Yusuf Çavuş bugüne kadar Valide Sultanın hiçbir sözünü tutmamazlık, emrini yerine getirmemezlik yapmamıştır.
Yusuf Çavuş o sabah daha erken kalkar. Zaten uyku tutmamıştır. Doğruca Yusuf İzzettin Efendi’nin yanına varır. Bu, onun görevidir. Gelir gelmez Yusuf İzzettin Efendi emir verir;
-Bugünden itibaren iki ay izin veriyorum. Memleketine gidiyorsun Bu senin hakkın. Şimdiden hazırlanabilirsin. Ha, bak Yusuf Yaver! Validem, uğramanı istedi.
Yusuf Çavuş hiçbir şey söyleyemez. Valide Sultan herşeyi ayarlamıştır. Hemen Yusuf İzzettin Efendi’nin elini öpmek üzere yanına varır. İki eliyle birden koluna uzanır ve elini öper İzzettin Efendi’nin. Yusuf İzzettin Efendi, gülümser ve elini öptürmeye izin verir. Sonra tekrar konuşur;
-İstersen üç ay olsun iznin.
-Sağ olun Paşam! İki ay çok bile. Ben sizlerden ayrılmak istemiyorum...
Yusuf İzzettin Efendi’nin yanından ayrıldığı gibi doğruca birliğine gider. Orada kendine ait odasında bir müddet kalır. Yatağının üzerine uzanır, iki elini başının altına kor, bir süre derin derin düşünür. Sonra kalkar ve bir ağaç valize götüreceği eşyaları hazırlar. Çıkar ve yalıya varır.
Yalının avlusundan girer girmez hizmetçi kadın, Yusuf Çavuş’u tanır ve hızlıca gelerek yalının avlu kapısını açar.
-Valide Sultan’ım da sizi bekliyordu Yaver Efendi.
Yusuf Çavuş gülümser ve hizmetçi kadın önde, kendisi arkada içeri girerler. Valide Sultan hemen yukarıda, ikinci katın salonundadır. Hediye hazırdır. Valide Sultan, bir küçük kırmızı kumaş içinden kemer çıkarır. Ama bilinen kemerlerden biraz kalınca ve uzuncadır. Valide Sultan eline alır ve kemeri açar.
-Bak Yusuf oğlum! Bu benim sana hediyem. Al, beline bağla. Hiç çıkarma belinden.
Yusuf Çavuş, hediyeye itiraz etmez. Elini uzatır almak için. Ancak yine de dayanamaz ve konuşur;
-Kemerim vardı Validem...
Valide Sultan hafiften güler. Arkasından karşılık verir;
-Olsun. İki tane olsun. Birini de pederine verirsin. Olmaz mı?
-Pederim çok sevinirler, Validem.
Valide Sultan tatlı gülümsemesine devam eder. Sonra sesini yumuşatır. Sanki ‘birileri duymasın’ der gibi...
-Kemeri takınırken bir şey fark ettin mi?
Yusuf Çavuş önce bir şey anlamaz. Valide Sultan, anlamadığını düşünür ve tekrar konuşur;
-Senin kemerle benim verdiğim kemer arasında bir fark yok mu?..
Yusuf Çavuş, sanki anlamış gibi cevap verir;
-Validem! Ecik sizinki uzun...
-Başka...?
-Ecik de ağır gibi Validem.
-Hah, bildin şimdi.
Yine kısık ve yumuşak sesle konuşmaya devam eder Valide Sultan;.
-Bak Yusuf oğlum! Benim sana verdiğim hediye bir kemer değil, o kemerin içindekilerdir. Kemerin içine kırmızı liralar koydum. Bunu sana hediye veriyorum. Pederine, validene, kardeşlerine selâmımızı ve hürmetlerimizi ilet. Sağlıcakla git, sağlıcakla gel.
Yusuf Çavuş, bir evlât gibi Valide Sultanın eline varır. Valide Sultan elini öpmesine izin verir.
*
Yusuf Çavuş, yalıdan ayrıldıktan sonra doğruca birliğine gider. Her ihitimale karşı gerekli önlemleri alır. Kendisine daha önceden çok ısrar eden askerleri bulur. Onlara, memlekete gideceğini söyler. İsterlerse kendilerine de izin çıkarttıracağını söyler. Bu, o kişilerin beklemediği bir sürpriz olur. Onlar da memleketlerini çok özlemişlerdir. Hiç düşünmeden ‘evet’ derler. Yusuf Çavuş ve üç arkadaşı, günün en önemli ulaşım vasıtası olan at ayarlama işine koyulurlar. Yusuf Çavuş bunu da ayarlamıştır. Birliğin hemen yakınında bulunan bir köye giderler. Buradan dört at satın alırlar. Çorumlu Ali, Ankara’lı Bilâl, Kırşehirli Mehmet’le birlikte yola çıkarlar. Yusuf Çavuş, Yozgat’a gelinceye kadar iki at değiştirir. İlk bindiği at Bolu’yu geçtikten sonra yorulur ve yürüyemeyecek duruma gelir. Yusuf Çavuş, atı orada öylece bırakır. At çok bitkin vaziyette Düzce yakınlarında kendi haline terk edilir. Yol üzerinde bulunan bir köyden yeniden bir at bulur ve onunla yoluna devam eder.
Öğle vaktidir. Çorumlu Ali ile Sungurlu yoluna girerler. Sungurlu’ya bağlı olan Boğazköy yol ayrımına gelindiğinde Yusuf Çavuş, atı durdurur ve yere iner. Artık buradan itibaren tek başına yola devam edecektir. Ali de atından iner. Kucaklaşırlar ve ayrılırlar. Ali son kez, atına binmeden önce konuşur;
-Çavuşum! Size eşlik edeyim isterseniz. Köyünüze kadar sizinle geleyim.
-Sağ ol, Ali hemşerim. Buraları eyi bilirim. Bah gelirsen bi gaç gun salmam ha! Ona gore...
Ali, başını hafifce yere eğer ve gülümseyerek karşılık verir;
-Çok sağ ol, çavuşum! O zaman müsade edin, ben de köyüme gideyim.
-Hadi gule gule. Ağanlara, validene, herkese selâmlarımızı, hörmetlerimizi gotür.
-Başüstüne çavuşum! Siz de selâm gotürün çavuşum.
Yusuf Çavuş akşam ezanı okunurken Bişek Köyü’ne girer. Tam altı günde köyüne gelebilmiştir.
*
Bu sıralarda, köyde öncelikle davar denilen koyun, keçi, öküz, manda ve at gibi hayvanlara aşırı merak vardır. Sonra da tarla almak, bağ, bahçe almak gelir. Yusuf Çavuş belinde kırmızı liralarla gelmiştir. Hepsini hayvan ve arazi alarak değerlendirir. Ancak, aldıklarının hepsi kendi için değildir. Aldıklarının yarısını akrabalarına ve hatta diğer ihtiyaç sahibi komşularına verir. Bunu bilerek ve isteyerek yapar.
İki aylık izin bitmemiştir. On üç gün kala Yozgat’tan çıkar yola. Daha önce sözleştikleri gibi Kırşehir’li Mehmet, Yerköy’de beklemektedir. Yusuf Çavuş ve Mehmet birlikte devam ederler yola.
Büyük Yağlı’da dururlar. Konuk olurlar köyün muhtarına. Çorumlu Ali buraya gelecekti; onu beklerler. Bir gün sonra öğleye doğru Ali gelir. Hemen devam ederler yollarına. Kırıkkale’ye geldiklerinde bir gün daha dinlenirler. Sabah erkenden yola koyulurlar. Ankara’da Bilâl ile buluşurlar. Ankara’da da bir gün dinlenirler. Yine sabah erkenden dördü birlikte, geldikleri gibi İstanbul’a doğru koyulurlar. Bu sefer ağırdan ağırdan giderler. Sıkça dinlenirler yollarda. Bu sebeple sekiz günde İstanbul’a varırlar.
*
Yozgat’tan geleli bir yıla yakın olmuştur. Yusuf Çavuş aynı gün içinde bir birliğinde, bir Saray’da, bir Valide Sultan’ın yanında yani Eminönü’nde...
Günlerden Perşembe, ilkindi üzeridir. Temmuzun sıcaklığı gökyüzünün masmaviliğinden farkedilmektedir. Yusuf Çavuş, kendi kendine bugün gezmek istemiştir. İçinden Galata ve çevresini turlamak ister. Bu düşünceyle yolun kenarında durup fayton beklemeye koyulur. Fayton bir türlü görünmez. Bugüne kadar hiç böyle çok beklememiştir. Birden fikir değiştirir; döner birliğe doğru. Yusuf Çavuş, başı öne eğik, düşünceli düşünceli birliğe girer. Daha yeni çıkmıştı Nizamiyeden. İlk kez böyle bir şey yapar. Bu yaptığına bir anlam veremez. Sanki görünmez bir güç, onun Eminönü’ne gitmesini engellemiştir. Bu duygu ve düşüncelerle birliğinin binasına girer.
Yusuf Çavuş gözlerine inanamaz. Kendi kendine söylenir;
-“Olamaz! Yoh canım, bu bir rüyâ... Yohsam, hayal mı gorüyoum ..?”
Ne hayal, ne rüyâ... Bir gerçek bu. Osman Kâya bütün heybetiyle karşısında; sanki ışınlanmış, Yusuf Çavuş’un karşısına gelivermiş. Yanında Necip Hoca namı diğer Bölük Emin... Yusuf Çavuş, ‘Ağa!..’ der sadece, başka konuşmadan, doğruca eline varır babasının. Kucaklaşırlar. Arkasından Emin Hocayla kucaklaşırlar. Sonra hemen birliğindeki odasına giderler.
Yusuf Çavuş, odasına giderken anasını sorar hemen.
-Anam nasıl? Eyi mi, ağa?
-Valla, oğlum! Anan deli goyun gibi... ‘Yusuf’um’ diyo da bi daha demiyo! Seni, nasıl özledi, bi bilsen!
-Bilmem mi ağa? Ben de çok özledim anamı.
-Gağnılarınan selâmı var. Bacılarıyın, gardaşlarıyın, ahrabalarının, gonu komşu, herkesin selâmı var.
-Yaramaz bi durum yohtur inşallah, ağa!
-Yoh, oğlum! Allah’a çok şukürler bizler eyiyik. Aslına baharsan, bek gelme taraftarı daaldim oğlum! Niye dersen, şura daal, şora daal! Fizan gibi yer İstanbul. Emme ne dersin, anan durdurmadı oğlum. ‘Gedin, Yusuf’umu gorün’ dedi, bi daha demedi.
Yusuf Çavuş, babasının bu son sözleri üzerine başını yere eğer ve kısa bir süre sessizleşir. Hüzün kaplar içini. Duygulanır hayli.
Elife Kadın, Yusuf Çavuş’un anası, “Unutma arkanı oğlum!” demişti, köyden çıkarken. Aklına gelir hemen anasının bu sözü. Yusuf Çavuş tekrar sorar babasına;
-Anamın bi ista var mıdır ağa? Sıkıntınız var mıdır ağa?
Osman Kâya tebessüm eder sadece. Gecikmeli olarak karşılık vermeye çalışırken Necip Efendi araya girer;
-Valla Yusuf, doğrusunu söyliyecek olursah, durumlar bek de iç açıcı daal. Ağan söyliyemedi emme anayın özellikle tembihi var. ‘Yusuf’uma söyle, koyde ekmek, aş galmadı. Herkes bizim elimize bahıyo. Yusuf’um yardım etsin’ dedi.
Yusuf Çavuş, kaşının altından babasına bakar. Babası Osman Kâya yere doğru bakmaktadır. Bu vaziyet, ‘doğru’ der gibidir. Sanki Necip Efendiyi tasdikler.
Elife Kadın, hem kendi horantasına, hem köyün fakirlerine ekmek yetiştirmektedir. Oğlu Yusuf Çavuş’a sadece bu konuda istekte bulunmuştur. Bir saat kadar oturup konuşurlar. Daha sonra kalkarlar ve doğruca Eminönü’ne giderler.
Osman Kâya ve Necip Hoca ilk kez gelirler İstanbul’a. Etrafa şaşkın şaşkın bakışlarından bellidir, İstanbul’a yabancı oldukları. Yusuf Çavuş aldığı gibi doğruca yalıya götürür. Osman Kâya çok heyecanlanır. Dayanamaz ve oğlu Yusuf Çavuş’a yavaşça seslenir;
-Yahu oğlum! Biz getmesek! Sen girip çıhsan! Dışarda beklesek biz!..
Yusuf Çavuş, babasının bu davranışına gülümseyerek karşılık verir;
-Ağa! Sen heç merahlanma. Boşuna heyecanlanıyon. Koyde anam nasılsa, Valide Sultanımı da öyle bil. O, beni bi oğlu, ben de onu bi anam gibi biliyom. Şimdi bah, ne gadar sevinir Valide Sultan...
Konuşa konuşa yalıya girerler. Her zaman olduğu gibi yalının iç kapısını hizmetçi açar. İçeri girerken Yusuf Çavuş, babasına ve Necip Hocaya yol vermek ister. Osman Kâya bunu kabul etmez. Elini oğlu Yusuf Çavuş’a dokundurarak önden girmesini işaret eder. Yusuf Çavuş, fazla ısrar etmez ve önden giriverir. Hizmetçi yukarıya seslenir:
-Bizim, Paşa Hazretlerimin yaveri Yusuf Efendiyle misafirleri, Validem!..
Valide Sultan, yukarıdan karşılık verir;
-Salonda beklesinler. Hemen geliyorum.
Yusuf Çavuş, Osman Kâya ve Necip Hoca sessizce beklerler. Hiç konuşmazlar. Ağır ağır tahta merdivenlerden iner Valide Sultan. Yusuf Çavuş, görür görmez ayağa kalkar. Osman Kâya ile Necip Hoca da kalkarlar. Valide Sultan yanlarına geldiğinde gülümseyerek karşılar;
-Hoş geldiniz. İstirahat buyurun!..
Yusuf Çavuş ayaktadır. Adet gereği tanıştırma görevini yapacaktır. Valide Sultan bir iskemleye oturur oturmaz konuşuverir;
-Dur bakıyım Yusuf oğlum! Hangisi pederin bilecek miyim?
Valide Sultan kısa bir an ikisini de süzer. Arkasından hemen işaret eder Osman Kâyayı.
-Bu sizin pederiniz!..
Yusuf Çavuş, hayret eder ve merakından sorar;
-Nasıl bildiniz Validem?
-Gözlerinizden... Birbirine pek benziyorlar.
Yusuf Çavuş, başını hafifce Necip Efendiye döndürür;
-Bu da dayım Validem. Köyden sizlere selâm ve hürmet getirmişler. Validemin ve yengelerimin, diğer hemşirelerimin de selâmları varmış, sizlere.
-Getirip götürenler sağ olsunlar. Bizden de onlara selâm ve hürmetlerimizi götürün. Beni çok sevindirdiniz. Allah da sizleri sevindirsin.
Valide Sultan, bu küçük sohbetin ardından ayağa kalkar ve hemen arkasında ayakta duran hizmetçiye seslenir;
-Kızım!
-Buyurun Validem!
-Misafirlerimize yemek hazırlansın!
-Başüstüne Validem!
Hizmetçi kız derhal dönüp gider. Hiç beklemez. Bu vaziyet karşısında Yusuf Çavuş yavaşça araya girer;
-Validem, zahmet etmeseler...
Fazla konuşamadan sözünü kesiverir Valide Sultan;
-Sen zaten bizdensin, Yusuf oğlum! Senin misafirin, benim misafirim... Yemeğinizi yeyin, istirahat edin; sonra dilediğinizi yapabilirsiniz.
Yusuf Çavuş başka karşılık vermez. Osman Kâya ile Necip Hoca zaten konuşamaz olmuşlardır. Şaşkın şaşkın bakardururlar. Şimdi de onlar gözlerine inanamazlar. Koskocaman Valide Sultan’ın karşısındalar. Hatta daha hayret veren, Valide Sultan’ın evinde olması, yemeğini yiyecek olmalarıdır. Onunla, hiçbir kula nasip olmayan sohbet etmeleri!
Osman Kâya, içinden çok şeyler geçirir. Kendi kendisiyle konuşur;
“Aferin Yusuf’a!”
“Maşallah Yusuf’a!”
“Aslan oğlum benim!”
“Kendini nasıl da sevdirmiş Yusuf’um!”
“Şuna bak, herkese nasip mi?”
“Sultanların sofrasında olmak...!”
“Saraylarda eğleşmek...”
Osman Kâyanın gözlerinin içinden ne söylediği sanki okunuyor gibidir. Gözlerinin parıldayışı, kirpiklerinin durmadan kıpırdaması onun, oğlu hakkında neler düşündüğü ve söylediğini belli etmekte sanki.
Gönlüyle konuşur durur Osman Kâya. Konuşurken gözleri parıldar hep. Bir an o sıkıcı heyecanını unutur. Oğlu Yusuf’un bu itibarı, onu sevindirdiği kadar da duygulandırır.
Yemeklerini yedikten sonra yalıdan ayrılırlar. Valide Sultan avlu kapısının dışına kadar uğurlama nezaketini gösterir.
*
Yusuf Çavuş, babasını ve Necip Hocayı beş gün salmaz. Eminönü’nde bir otelde üçü beraber kalırlar. İstanbul’u gezdirir. Kürekli sandala bindirir. Sultanahmet’i, Fatih’i, Topkapı’yı gezerler. Sandala binerek Üsküdar’a geçerler. Fatih Câmii’nde Cumâ namazını kılarlar. Cumâyı Cumartesine bağlayan akşamı son akşamlarıdır.
Eminönü’ndeki dükkanlardan sadece birkaç parça, ‘pazen’ dedikleri parlak ve çeşitli renklerde kumaşlar alır Yusuf Çavuş.
Bir ara uzaklaşır Yusuf Çavuş. Babasına sadece, ‘hemen geleceğini’ söyler. Osman Kâya ve Necip Hoca bir dükkânın önünde garip garip bekleşirler. Çok geçmez, Yusuf Çavuş geliverir. Koltuğunun altı kabarıktır. Yusuf Çavuş ta uzaktan gülümseyerek gelir. Osman Kâya ile Necip Efendi birbirlerine bakışırlar. Bir şey anlamazlar. Yusuf Çavuş, yanlarına geldiğinde, koltuğunun altındakileri eline alır. Elindeki bir kalpaktır. Kalpağı eliyle düzeltir, şöyle bir içini ve dışını gösterir. Sonra o tatlı gülümseyişiyle Necip Efendiye seslenir;
-Bak dayı! Bu senin. Hele bi gey bahıyım dayı.
-Bu ne, yiğenim?!..
Yusuf Çavuş hafifce güler ve arkasından karşılık verir;
-Nasıl ağa, yahıştı daal mi?
Osman Kâya, hayret eder vaziyette, zorunlu imiş gibi tasdik eder.
-Yahıştı ya!
Yusuf Çavuş, sonra da bir başka kasketi eline alır, yine gülümseyerek babasının başına koymaya çalışır.
-Bah ağa, bu da senin...
Osman Kâya bir Necip Efendiye, bir oğluna bakar. Necip Hoca gülüverir. Arkasından da Yusuf Çavuş güler. Bunun üzerine Osman Kâya elini başına uzatır ve foteri indirir. Necip Hoca müdahale eder;
-Yoo, Osman ağa! Ganaatin ossun eyi yahıştı. Şindik kâya olduğun eyice belli oldu, adam daalim.
-Yahu benimle yârenlik yapmayın!..
Yusuf Çavuş, yine gülümseyerek araya girer;
-Ağa, istersen sana da dayımınkinden alıyım.
Osman Kâya hafifce döner ve Necip Efendiye bakarak karşılık verir;
-Yoh, istemem oğlum. Alışırıh belki. Sağ ol oğlum!
-Valla, zahmet etmeseydin Yusuf! Böyle şeylere ne gerek var canım! Allah senden razı olsun. Çoh çoh sağ ol, yiğenim. Senin canın sağ olsun. Bu yeter bize.
-Tabi oğlum. Canın sağ olsun senin. Biz bunları senin armağanın olarah sahlıyacaz.
-He ya Yusuf can. Senin bizim için yaptığın her bi şeyi ne unuturuh, ne atarıh. Seni sevdiğimiz gibi hatıranı da severik, yiğenim!
Üçü birlikte neşeyle o gün geç vakitlere kadar İstanbul sahillerinde gezerler.
Sabah olduğunda erkenden sandala binerek Haydarpaşa’ya geçerler.
Yusuf Çavuş, tren garı içinde babasına, önceden hazırladığı bir keseyi verir. Kese lira doludur.
-Aman ağa, eyi sahla. Beş yıl yetecek para var bu kesede. Allah izin verirse, fırsat bulursam ya ben gelirim ya da biriyle gene gonderirim.
Osman Kâya ile Necip Efendi kısa bir an birbirlerine bakışırlar. Gözlerinin parıldısından ne kadar mutlu ve sevinçli oldukları okunur. Çok uzun yol gelmişlerdir ama değmiştir. Sadece Yusuf Çavuş’u görmemişler, uzun süre köylünün umudu olan yiyecek tedarik edebilmek için çokça liralara sahip olmuşlardır. Bir bir kucaklaşırlar tekrar.
Yusuf Çavuş, oradan babası Osman Kâya ile Necip Hocayı saat 9.30 sıralarında trene bindirir. Osman Kâya ve Necip Hoca Ankara’ya doğru hareket ederlerken, Yusuf Çavuş da duygu yüklü olarak birliğine döner.
*
Aradan bir ay kadar zaman geçmiştir. Bir sıkıntı yaşanır. Bunu farkeder Yusuf Çavuş. Babasını İstanbul’dan uğurladığından beri hep böyledir. Fakat bunu babasının ve anasının özlemi olduğuna yorar. ‘Önemli değil’ der kendi kendine.
Bu son günlerde memleketteki sıkıntılı günler, iyice İstanbul’da kendini belli eder. Ayrı fikirler, çekememezlikler, hele o eski iki arkadaşın bile samimi konuşmaları aranır olmuştur. İstanbul’da sanki bir ölüm sessizliği başlar. Çünkü birliğin içinde neredeyse kimse birbiriyle konuşmamaktadır. O sık sık gittiği Saray’a bile artık gidememektedir. Enver Paşa, Saray’a yeni damat olarak girmiş ve arkasından tüm orduların baş kumandanı olmuştur. Birçok kararlar alır arka arkaya. Bunlardan biri de Saray’da yetişmiş asker, subay ne kadar varsa hepsini dışarıya atar. Ya da İstanbul dışına görevlendirir. Yusuf İzzettin Efendi, Enver Paşa’nın muhaliflerindendir. Görüşleri çoğu zaman değil, hiçbir zaman birbirleriyle uyuşmamıştır. Bu yüzden bir türlü anlaşamazlar.
Ve Osmanlı güç durumdadır. Çünkü Saray, Osmanlı’nın kalbidir. Rahatsızlık kalpte olunca bütün beden sarsılmaktadır.
Bilhassa Saray’da bir şeyler dönmektedir. Ancak sebebini bir türlü anlayamamaktadır Yusuf Çavuş. Dayanamaz ve bir gün Valide Sultan’a sorar;
-Validem!..
-Buyur Yusuf’um, söyle.
-Sağ olun Validem. Haşmetli Paşam Hazretlerini çok tedirgin, hatta bazen durgun ve dalgın bulurum. Bu, nedendir acaba, Validem?
Valide Sultan, çok kısa bir an durur ve sonra, zoraki bir gülümseme ile karşılık verir;
-Ee, kolay mı Yusuf oğlum? Koca devlet ve Âliosman... İzzettin’im bir devletin işi, bir milletin işi... Olmadı kendini kıskananlar, çekemeyenler... Hal mı kalıyo İzzettin’imde, Yusuf oğlum. Allah, İzzettin’ime de, sana da, tüm Âliosman’a da yardım etsin.
-Âmin, Validem. Allah, Paşama yardım etsin.!..
-Âmin! Güvenilir kimseler azaldı Osmanlı’da, Yusuf’um. Dikkatli olmak gerek. Sen İzzettin’imin yanından ayrılma. Osmanlı zor günler geçiriyor. İnşallah bunları da atlatırız da...
-Atlatırız inşallah, Validem!
Yusuf Çavuş, aileden biriymiş gibi bazen karışıverir Valide Sultan’ın lâfı arasına. Merak ettiği çok şey vardır ama hem cesaret edemediğinden, hem unuttuğundan, nezaketsizlik olur düşüncesiyle soramaz. Ama bu sefer belli ki çok merak etmiştir ve soruverir;
-Validem!
-Buyur!
-Sağ ol Validem! Paşam Hazretleri neden evlenmezler ki? Evlenseler eyi olmaz mı?..
Yusuf Çavuş, bilerek değil, bilmeyerek hem konuyu değiştirir hem de Valide Sultan’ın en can alıcı duygularını ortaya çıkarıverir. Valide Sultan, bir an durgunlaşır, gözlerini adeta oynatmaz vaziyette durur. Sonra sessiz ve derinden bir nefes alır. Sanki uzunca bir suya dalacak olan birisi gibi... Arkasından aldığı nefesi de dışarı vererek konuşuverir;
-Demek sen de istiyorsun Yusuf oğlum?
-İstemem mi Validem? Şimdi boy boy çocukları olmalıydı, Paşa Hazretlerimin...
-Olmalıydı ya! Gel gör ki... Neyse, ‘kader’ diyelim, oğlum. ‘Benim istemem, senin istemen’ yetmiyo. İlle de yüce Mevlâ isteyecek. Ben istemem mi? İstiyorum, hem de çok istiyorum. Ancak, Paşa oğlumu razı edemiyorum. Haksız da değil, lâkin yine de kendi bilir. Ne yapalım? Canı sağ olsun!..
Yusuf Çavuş üç senedir Yusuf İzzettin Efendi’nin yanında olmasına rağmen anlayamamıştır, neden evlenemediğini. Merakı gittikçe artar;
-Bağışlayın Validem. Bir mâni mi var, Paşa Hazretlerimin...?
Valide Sultan, hafiften gülümser. Yusuf Çavuş’un ne demek istediğini anlar.
-Hasta filân mı demek istiyorsun, Yusuf oğlum?
-Şey, he Validem! Ben...
Valide Sultan tekrar gülümser;
-Yok, Yusuf oğlum! Öyle bir şeyi yok. Allah’a çok şükürler olsun... Paşa oğlum üzüntüsünden evlenmiyor. Pederinin başına gelenlerden sonra... Kardeşlerinin başına neler geleceğini düşünmekten... Bizleri, kendini ve her şeyden önemlisi Osmanlı’yı düşünmekten... ‘Evlenmek istemiyorum’ diyor, başka bir şey demiyor. Hâlâ ısrar eden dostlarımız da var; senin gibi, evlenmelerini istiyorlar. Hatta kızlarını vermek için bizzat dilekte ve istekte bulunan dostlar var. Lâkin İzzetin’imin yüzü bir türlü gülmüyor!
Yusuf Çavuş, çok büyük bir merakı giderilmiş olarak, müsaade ister ve yalıdan ayrılır. Dört hafta sonra Yusuf Çavuş yalıya uğrar. Çünkü, Yusuf İzzettin Efendi bu süre içinde kendisini çağırtmamıştır. Yusuf Çavuş, merak eder ve kendi başına Valide Sultan’ı görmeye karar verir. Durumdan haberdar olmak ister.
Yalıya vardığında hiçbir değişiklikle karşılaşmaz. Aynı kişiler ve aynı şekilde karşılanır. İçeri girip oturduğunda Valide Sultan gülümser durmadan. Yusuf Çavuş da gülümser ama anlamsız... Valide Sultan, yanında kızları ve hizmetçileri olarak seslenir;
-Yusuf oğlumun hediyesini getirin.
Hizmetçi kız hemen gider getirir. Hizmetçi hemen getirir ve Valide Sultanın önüne yavaşça bırakır. Valide Sultan tekrar seslenir;
-Al Yusuf Oğlum. Bunlar senin. İzzetin’im verdi. Aha, bu da benden.
Yusuf Çavuş, hayretle ve şaşkınlıkla bakakalır. Yutkunur sadece. Konuşamaz bir türlü. Çünkü, anlayamamıştır ne olduğunu hâlâ. Bir Valide Sultan’a, bir kızlara bakar durur yine anlamsız anlamsız. Birilerinden yardım bekler gibidir. Valide Sultan’ın ve Yusuf İzzettin Efendi’nin hediyesi ortalıkta, hemen önünde durmaktadır. Bir sarı ve uzunca çizme, bir de siyah ve kalınca deriden kemer. Bu gerçekten herkese nasip olmayan büyük ve anlamlı bir hediye. Yusuf Çavuş bunu iyi bilmektedir. Bunun için şaşkındır.
Hizmetçi kız sabredemez söyleyiverir birden;
-Paşa Hazretleri izdivaç ettiler, ya! Bunlar onun için Yusuf Efendi!
Fatma Sultan da araya giriverir;
-Paşa ağamın düğün hediyesidir, Yusuf Efendi.
Valide Sultan artık konuşmaya başlar:
-Yakında Paşa oğlum gelinimle buraya gelirler. Ancak kalmayacaklar. Eğer Paşa oğlum müsaade ederlerse sen de gelir görürsün kendilerini. Hadi bakalım kızlar, yemek hazırlayın Yusuf oğluma.
Yusuf Çavuş’un birden gözleri parlayıverir. Her zaman yemeğe itiraz etmeyi bir alışkanlık eden Yusuf Çavuş, şimdi hiç seslenmez. Yalıda kalmak ister gibi davranır. Valide Sultan ile salonda kalınca konuşuverir Yusuf Çavuş;
-Validem!
-Buyur oğlum!
-Sağ olun Validem. Beni çok sevindirdiniz. Beni en çok sevindiren öncelikle Paşa Hazretlerimin izdivaçlarıdır. Hele şu hediyelerin yeri çok ayrıdır. Bunları canım gibi muhafaza etmeye çalışacağım. Paşam Hazretleri, dört haftadır beni çağırmayınca çok merak etmiştim Validem.
-Şimdilik merak edecek bir şey yok, Yusuf oğlum. Allah’a çok şükürler olsun, bana bu günleri de gösterdi.
-Sizin kadar ben de çok sevindim, Validem.
-Biliyorum Yusuf oğlum, biliyorum. Allah seni de sevindirsin.
*
______ romanın devamı var ______ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.