- 761 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜ ÖĞRENMEK….
Yıllar yıllar öncesiydi…
Fi tarihi kadar eski belki de. Dedem her sabah, namaz için kalktığında, duyar bende giderdim yanına hemen. Onu izlerdim önce, ibrikle abdest alır, paçası hep yukarıda kalırdı pijamasının. Daha güneş doğmadan ellerini kaldırır dua ederdi. Af dilerdi yalvar yakar, dedem ne günah işlemiş olabilirdi ki benim gözümde, ama o ağlamaklı sesiyle devam ederdi, sonra babama, sonra halama, sonra bizlere, torunlarına, sonra tanımadığım insanlara… “Allahım önce olmayana ver” derdi, “hasta olana deva ver” derdi, “borçlu olana eda”… Yani o günlerden kalma bi öğreti bendeki hep önce başkasını düşünmek derdi… Kendini hep ikincil olarak düşünmek derdi….
Sonra uzandığı minderde beni de kucağına alır dini hikayeler anlatırdı. Ya da kendi çocukluğunu, yokluk günlerini, açlık günlerini, yetimlik günlerini… Adem ile Havayı, Yakub’u, Yusuf’u. Hz. İsa’yı falan. Bir gün Adem’in Cennetten kovuluşunu, bizim onun için dünya ile cezalandırıldığımızı, Havayı, Habili, Kabili, iyiyi kötüyü anlatınca benim için en can alıcı soru kendiliğinden çıkmıştı ortaya Adem’in öldüğünü öğrendikten sonra..
- Dede; Adem peygamber niye ölmüş ki…
- Çünkü herkes ölür oğlum. Herkes ölmek zorundadır.
- Sen de ölecekmisin ki.
- Tabi oğlum ben de öleceğim. Peygamberler bile öldü ki, ben zaten öleceğim. Bu yaşamın kuralı, “doğan herkes ölür”…
Aslında gerisini hatırlamıyorum. Tam olarak nasıl bir izahat yaptı bana, ama ben sıraya koymuştum çoktan, sonra;
- Annem’de mi demiştim, hatırladığım.
Öyle ya, dedem ölecekse, babannem ölecekse, annem de ölecekti, babam da. Sonra halam, teyzem, ablam, kardeşim, ben bile hatta… Hatta ben bile….
Ben ilk kez o zaman ağladım. Yıllar sonra ölecek dedemin cenazesi için. Hatta babannem için bile. Sonraki günlerde dedemle ettiğimiz duaların içten edilen kısımlarının ana konusuydu “Allah’ım dedemi ve babannemi öldürme noolur” sözleri…
O gün yatağımda gizli gizli ağlarken ve daha “gözüme toz kaçtı” repliğini öğrenmemişken televizyonlardan, dedem fark ettiğinde söyleyecek cevabım yoktu. Aslında o da pişman olmuştu biliyorum, bana bu ilahi bilgiyi verdiği için. Ama olmuştu işte bi kere ve ben öğrenmiştim “Doğan herkesin bir gün öleceğini”…..
Nitekim zamanın çarkları çatır çatır ezmeye devam etti bizi, bu acı gerçeği kanıksamam uzun sürmedi. Dedemin teyze dediği bi kadın öldü önce, komşumuzun evinde yaşayan. Annem cenaze evine gidince ablamla battaniyenin altından çıkmadan beklemiştik, başımızı kaldırsak “Zeynep Bibi” nin ruhunun bizi alacağından korkuyoduk çünkü. Biz çıkmadık battaniyenin altından, O’nun da ruhuda almadı bizi, çıksaydık hakkaten alacakmıydı bilmiyoruz o yüzden. Sonra devam etti ölümler, her sela sesinde eve derin bir hüzün çöker, pür dikkat dinlerdik kimmiş diye. Sonra günlerce evde şarkı türkü söylenmez, televizyon yada radyo açılmazdı. Büyüdükçe kulağımız daha iyi duyduğu için biz kulak kesilir ve haberini biz verirdik babanneme bizim tanımadığımız, O’nun tanıdığı isimlerin ölüm haberini. Sonra “vahh”derdi banannem, “ama nasıl olur” derdi, “daha geçen gün konuşmuş” olurdu bazen, yada “daha geçen gün yolda görmüş”…. Aslında anlardım ki bize her ne kadar ölümün normal olduğunu, herkesin öleceğini öğretmelerine rağmen, kendileri bile kabullenemiyorlardı bunu bazen… “Ölüm zordu, ölüm acıydı” her seferinde nitekim….
Hala sol yanımda sızlayan,
iki sela sesidir şimdi onlar..
Öleli çok oldular…
O sabah yorganımı başıma çullayıp gizli gizli ağlayışımın birbaşka sebebiydi annem ve babam. Allah gecinden versin diyorum artık, bu gerçeği kabullendim, kabul olmayacağını bildiğim dualar etmiyorum. Sadece “Allah’ım gecinden ver ölümü” diyorum onlara. Annem ne zaman hasta olsa azıcık, başı ağrısa, şekeri yükselse içim gidiyor. “Bak” diyorum “ihtiyar,gece gündüz başın ağrısa bile haberim olacak ona göre”..Kızıyorum, “lan kadın uslansana artık naapacan fasulyeyi pancarı, ineklerin mi deva olacak hasta olursan” diyorum. Kırıyorum da bazen, ama o biliyodur eminim içimin gittiğini azıcık başı ağrısa. O sela sesinden it gibi korktuğumu biliyodur eminim. Babannemim hasta olduğu günlerden kalma bir korku bendeki telefonumun çekmediği yerde huzursuz oluş. Onun için telefonumu asla kapamayışım. Ne kadar yasak olsa bile mutlaka yanımda dır ve en çok 10 dk sürer çağrı kaydını kontrol etmem.
Aslında özünde ölüm korkusu var hala bu yaşta bile köye her gidişimde önce annemi ve babamı kucaklayıp, kokularını içime çekip derin derin, sonra mutlaka annemim koynuna uzanışım. Aldırmadan kimseye, utanmadan hatta yaşımdan başımdan… Çünkü biliyorum bi kaybedersem dönüşü yok, bi dahası yok ölümün. Geride kalan eşyaları, elbiseleri falan en çok iki ay kokusunu verebiliyor ölenin. Dedemden ve babannemden biliyorum.
Zamanla öğrendim, ölenlerin ruhunun bile gelip kimseye sataşmayacağını, hatta mezarlıkların bile öyle korkulacak yerler olmadığını. Dedemin mezarına çok gittim gece gece bile, ağlamak için, dertleşmek için. Çocuklarımı bile mutlaka götürür ellerinden olmasa bile taşlarından öperim her bayram. Her gece yatmadan evvel okunup ruhuna bağışlanacaklar listem bi hayli kabarıklaştı büyüdükçe. Her yaştan can’ı ellerimle yerleştirdim mezarın içine. Azrail’le boğuşan Can’ların çaresizliğini gördüm, tamam O’nu bırak benimkini al demenin bile fayda etmediği zamanlar yaşadım. Ölümün karşısında ne kadar da aciziz, ne kadar da zavallı….
Ama öyle ya da böyle öğreniyor işte insan, kanıksıyor. En kıymetlimiz bile olsa ölüm gelecek, çünkü 6-7 yaşlarımdayken dedem söylemişti zaten “Doğan Herkes Ölür” diye… Yani ölmek için doğuyoruz aslında biz, bir gün ölmek için yaşıyoruz. Ölmek için yaşlanıyoruz. Hani iyimidir kötümü, bizi aşar elbette, sonuçta bu kuralı koyan, bizi de ölümü de, aslında özünde ayrılığı da yaratan Allah… Biraz da tevekkül lazım elbette, biraz da kadere bağlamak gerek.Ve kendimize “ölmeyecek, gitmeyecek, terk etmeyecek” bir Sevgili bulmak gerek….
fthA….
YORUMLAR
ölümü öğrenmek..eşiğindeyiz usta/gördüklerimiz bize ölümü gösterdi
ama öğretmeye vakit çok geçti...kelimelerin sustuğu yer okudum yüreğine sağlık