Berna'ya Mektup
Mektup yazmak bana heyecan verir çoğu zaman. Yazdığın kişi karşındaymış gibi hissedersin. O yüzden nasıl başlayacağını düşünür durursun. Sonra birde bakmışsın dakikalar olmuş ama herhangi bir kelime, bir cümle biriktirememişsin önündeki satırlara.
İlkin tanıdıklara selam eder sonra hal hatır sorarsın. Sanırım bu şekil devam ediyordu.
Birde -çok eskilerde tabi- yazarken daha, acaba yazdığın kişinin cevap olarak ne yazacağını düşünmeye başlarsın. Bunu birkaç defa yaşamış olan biri olarak yazıyorum sana. Teknoloji iyi güzelde bazı şeyleri köreltiyor sanırım. Sabah uyandığında posta kutusuna koşup heyecanla, belki de günde birkaç defa baktığın, gelmediğinde üzüldüğün, ama geldiğinde çok değerli bir hazine bulmuşçasına sevindiğin, kimselere ilkin göstermediğin, sana özel yazılmış satırları, mektup zarfını özenle açtığın anı -daha sonra okuduğun kağıdı aynı şekilde içerisine koyup saklamak, tekrar tekrar okumak için belki de- hangi e-mail tattırabilir sana?
Mektup yazdığın, sevdalı olduğun biri ise bambaşkadır. Hatırlarım, bir gün sevdiğim kızdan bir mektup almışım. İnadına mektup yazardık birbirine. Çünkü el yazısında, kelimelerde, noktalama işaretlerinde ve hatta kalemin mürekkebinde dahi ona ait izlerin olduğunu düşünmek mutluluk için yeterliydi. O gün okuldan dönüyordum. Kafamda sınavlar, dersler ve ne yalan söyleyeyim eve gidince ne yiyeceğim vardı. Öğrenci evinde en önemli problem bu olsa gerekti. Bir yandan da mektubumun cevabını düşünüyordum. Kaç gün olmuştu ama gelmemişti henüz. Mektubu düşününce, postacıyla ilgili varsayımlar kurardım kafamda. Acaba postacı bizim adrese en son mu uğrayacaktı? Yoksa adres hatalı veya eksik miydi? En kötüsü postacının ilk mesai günümüydü bugün, hay aksilik bana mı rastladı! Bu düşüncelerle anahtarı dış kapıya iliştirip kapıyı ittirince, birde ne göreyim? O, yerdeydi! Postacı, kapının altından atıvermişti zarfı. Bir dikdörtgen kağıt parçasının insana, bu kadar mutluluk verebileceğini düşünebiliyor musun? Bir anda aklımda ki tüm düşünceler silinip gitmişti. Ne açtım, ne sınavım, ne de derslerim vardı şimdi. İçimden koşmak, kimsenin olmadığı bir dere kenarında bir ağacın gövdesine gidip orada bu sanki geçmişten gelen kutsal bir emanetmiş hissi veren kağıt parçasını, mektubu, bana, sadece bana yazılmış mektubu açıp, defalarca okumak istiyordum. Ne yazdığı önemli değildi. Bu heyecanı yaşamaktı aslolan.
Az önce sana yazmaya karar verdim. Nasılsın, neler yapıyorsun anlat istedim. Biraz edebi oldu belki ama o da anlayabileceğini düşünerekti. Herkes edebiyat sevmiyor bilirsin. İşimi soracaksan hala iş bulamadım. Bir arkadaşım var İzmir’de asker. Diyor ki İzmir’e gidelim. Orda beraber bir iş tutalım. Aklımdan geçmiyor değil. Hem yakın oluruz fena mı? Bazen, bir defterin ilk satırları gibi, her şeye baştan başlamak gerekir bilirsin. Hepimiz için en iyisinin olmasını diliyorum. Bana yazmayı unutma lütfen.
Sevgilerimle,
İstanbul’da ki dostun.
Nisan2010
Mehmet Koçal
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.