Hazır Mıyız ?
Uzun ve yorucu bir can çekişmenin ardından bembeyaz bir odaya düştüm. Fazla geçmeden oda olmadığını anladım. Gözlerimin çözünürlük ayarları son zamanlarda dengesizleşmişti. Ölmüştüm. Günahlarımın bana okunmasından anlamıştım. Gerçi hergün birileri bana, günahlarımı yüzüme karşı sayıyordu ama bu seferki tok bir sesti. Büyük ihtimal ölmüştüm yoksa bu sesi çıkaran kişi eğer yaşıyorsam canıma okuyacaktı. Yaklaşık bir saat olmuştu ve hala okuyordu herif. Galiba güceneceğimi, yüzümün kızaracağını düşünüyordu. Bir an adamı mutlu edesim geldi ama doğal yollardan kızarmazdı bu surat. Sabır herşeyin ilacı diyen dedeler ne mutlu ki yine haklılardı. “ilerle” komutunu aldıktan sonra mezbahanedeki koyun misali yerimi aldım bekleme salonunda.
Buralar amma kalabalıkmış.
Adam öyle içten osurmuştu ki 90lı yılları hatırlattı. Yanı başımda oturan yaşıyor numarası yapan maskeli balo kaçkını herif tek nefeste tüm havayı çekti içine. Aspiratör gibiydi. Artık yaşaması için solunum yapması gerekmediğini anlatmak istedim ama ölülerden nefret ederim. Biber kızartması kokusu alıyordum. Can verdiğim yer yıllarca müdavimi olduğum ev yemekleri yapan bir lokantanın yakınlarıydı. Tam hatırlayamıyorum nasıl olduğunu. Midem kazınmaya başlamıştı ki yüzlerce kelle arasından Peygamberin otlattığı koyunlar kadar sakin ve şen yüzünü gördüm. Anlık huşu duygusundan debelenerek uyandım. Artık bu anlık olay ne kadar uzun sürdüyse gözümü açtığımda karşımda oturuyordu. İzafiyet teorisini beynimde kanıtladıktan sonra güneşten kopmuş inci tanesi gibi gözlerine baktım. Ve dedim ki “senin adın neydi?”
İnanamazsınız hergün görüşüp buluşduğum birisi gibiydi. İsmi dilimin ucunda sanki ama beynimin bir köşesinde bir boşluk vardı. Yaşarken kalbimde taşıdığım bir boşluk.
“Ben eski ölülerdenim. Tabiri biraz garip kaçtı farkındayım. Aslında ölüler sizlersiniz” dedi. Sanki bu tabir çok yerindeymiş gibi.
“Peki bayan ölü, yüzlerce ölü arasından en dirisini görüp konuşma amacınız nedir?” dedim ve pişman değilim. Ölü de olsam kendimi iyi hissediyordum ve bu parçayı hiç kaçırmaya niyetim yoktu. Sonuçta sonsuzluğa ilk
adımı atmıştım ya da attırılmıştım.
“Buralara yabancı olduğunuz için size tanıtma görevi bana verildi” dedi. Teşekkürler Tanrım, daha güzeli olamazdı. Dua etmek için geç sayılırdı ama beni hala düşünen bir Tanrının varlığı mutlu olmamı sağlamıştı.
“Öncelikle bilgi kayıt formunu doldurmanız gerekecek. Anlamsız ama prosedür böyle”dedi.
Kuzu kuzu doldurmaya koyuldum. İsim, soyisim, ana baba adı vs vs vs.. Şu anket soruları hatrı sayılır cinnet sebebi içersine ismini sigara közüyle yazdırır. Ne acayip sorularla dolu. “Yaşarken icra ettiğiniz mesleğinizi çok mu istediniz?” Sorular insanı yargılar nitelikteydi. Ve büyük final “Eğer mesleğinizi çok istediyseniz bu çokluğu tanımlayınız?”
Sayın Fani, sınavın en büyüğü yaşarken değil bu formu doldururken veriliyor. Bu işkenceyi bitirdikten sonra canım çıktı demeyi çok isterdim.
“Şimdi bir konferansa katılacaksın” dedi ve oturacak yer bulma ümidiyle geniş bir anfiye açılan koca bir kapıdan geçtik. Mimari harikaydı. Salon doluydu. Konuşmacı hararetle anlatıyordu :
“Sobelenme korkusuyla saklandığımız yerden kıpırdayamıyorduk. Hayat gözü keskin şahin. Ölü taklidi yapan fare mi olur lan”
Hayrete düşüren benzetmeler alkışları alıyordu. Kaç kişinin anlamış olabileceğini de düşünmeden edemiyordum. Ayrıca argo kelimelerin varlığı da biraz rahatlık , samimiyet hissi veriyordu.
“Yaşam boyunca hep birşeyler eksikti. Yani hep çok şey istedik. Bu bizim açgözlü olduğumuzun bir kanıtıdır. Ayrıca hatayı hayata yüklemeye çalışmamız da bencilliğimizin göstergesidir.”
Ve şapka düşer, kel görünür. Salondaki hristiyanlar başlarını öne eğdiler. Daha konuşmanın başında anladılar yaşadıkları süre boyunca kaç kez yedi büyük günahı işlediklerini. Konuşma sıkıcı gelmeye başladı ve attım kendimi dışarıya. Sokaklar metropol şehirlerini andırıyordu ama ne olduğu belirsiz bir farklılık vardı. Bir çığlık duydum, ara sokaktan geliyordu. Normal zamanda cesaretsizliğim yüzünden duymamış gibi yapardım. En fazla ölebilirdim. Artık ölmek seçenek olmadığı için koşarak daldım sokağa. Kafamın içinde ambulans sireni vardı sanki. Yere yığıldım. Beynim kulaklarımdan akacak gibiydi. Göğsümde garip bir acı hissediyordum. Devekuşu üzerindeki çocuk hızla yanıma yaklaştı.
“Yabancı, hata yapmışız. Senin daha va…..” “250ye şarj et. 3.2.1.”
Ölmemiştim. Ölmeyi bile başaramamanın verdiği beceriksizlik hissini, yaşıyor olma sevincine katık edip ilk fırsatta yemeliydim.
YORUMLAR
sanki öyle kapıldım ki hani rüyalarda ölüm sahneni göremezsin ya hani bilmediğin için filmsel kurgularda takılı kalırsın ancak, felaket sarar seni yaşıyosundur o olayı sonra biri gelir uyandırır onun verdiği şok gibiydi sonu..:) devam et aşkım desteğim seninle..:)
plasebo
paranomanyak
Kemnur
ölümle aramızın pek iyi olmaması nedendir, bir türlü çözümleyermiyorum.Canımızın yandığı bir durumda değiliz, kaburga etlerimizden pirzlola imal edip ızgarada kızartsalar bile haberimiz olmaz. Yaşarken bizi inciten herkesten alabildiğine uzağız, bir daha incitemeyecekleri kadar da sağırız zaten... ölümle yazamaktan uzaklaşıyoruz, daha bir sürü öpüşmem vardı, sıkışmam vardı, bitiremedim, onun için, bu çok acı, deniliyor da onun için ölümü sevmiyorsak, onlar dünyevi zevkler, öbür tarafta öpüşecek dudağın bile olmayacak ki, mezarın içinde börtü böceğe mama olacaklar... bir de ölümden sonra dirilme meselesi... yahu Allah, cezaya çekeceği vakit o çürüyüp yok olan bedeni neden yeniden imal etmehye gereksinme duysun ki, çürütmeden yatırır, o güne kadar bekletirdi, değil mi... ben de mi absürtleştim, senin gibi, ne?...:) GERÇEKTEN SAMİMİYİM, "HARİKA SAÇMALIYORSUNUZ!" Ve ben keyifle okumayı sürdüreceğim bu absürtleri... SELAMLAR, SAYGILAR...