- 2065 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TİLKİ
1963 yılının Temmuz ayında Ankara’nın Beypazarı ilçesine bağlı bir dağ köyüne öğretmen olarak atandığı köy okulunun lojmanına taşındığı günün ilk akşamı, taşınmanın yorgunluğunu atmak için sırtını duvara yasladı; Demlediği çaydan bir yudum aldıktan sonra gözlerini yumdu.
Kendi kendine “hey oğlum Ahmet dün öğrenciydin okulun yurdunda ranzada yatıyordun, bugün devletin öğretmenisin hem de devletin verdiği okul lojmanında tek başına kalıyorsun. Yıllar ne çabuk geçti. Babamın elimden tutup öğretmen okuluna yazdırdığı dün gibiydi. Yıllardır öğrendiklerini şimdi öğretmeye hazırlanıyorsun.”
Gözlerini açtı çayından bir yudum aldıktan sonra tekrar gözlerini kapatıp kendine sormaya başladı. “Bugünden itibaren yeni atandığın bu köyde nasıl yaşayacaksın? Öğrencilerinle nasıl iletişim kurup onlara nasıl faydalı olacaksın?. Köy halkı ile nasıl uyum sağlayacaksın?” Kendi sorduğu sorulara cevap bulmaya çalışıyordu.
Ancak kafasından geçen soruların bazılarına cevap bulamayınca;
“Üzülme Ahmet öğretmen, zamana bırakırsın zamanın çözemeyeceği konu yoktur. Sabırlı ol yeter. Hadi bakalım geç oldu yatmalısın zaten yorgunsun da.”
Yatmaya hazırlanırken lojmanın camından dışarı baktı. Her taraf zifiri karanlık. Okula en yakın ışık en az üç yüz metre ötede. Dışarıda ki karanlık köpeklerin havlaması ve ağaçlardan çıkan hışırtıyla daha da gizemli bir hal alıyordu. Perdeleri kapayıp yatağına uzanır uzanmaz uyudu. Ta ki sabah köy camiinden gelen “Essalatü hayrün minen nevm” sedasıyla uyandı ama duymazlıktan gelerek sağ tarafından sol tarafına dönerek tekrar uyumaya başladı. Uyandığında güneş neredeyse bir adam boyu yükselmişti.
Ahmet öğretmenin çalışmaya başladığı köy iki kısımdan oluşuyordu. Okul ve köyün camisi ilk yerleşim yeri bu gün eski mahalle diye adlandırılan çok az ailenin yaşadığı yerde kalıyor. Yeni köy diye adlandırılan yer ise genç neslin yeni yaptırdıkları modern bahçeli ve kiremit çatılı evlerden oluşuyordu. Köy konağı da yeni yerleşim yerinde olduğundan köy halkı genellikle bura da toplanıyor. Sıcak havalarda konağın bahçesinde ağaçların gölgesinde, soğuk havalarda konağın içinde yöresel oyunlar oynayarak veya günün meselelerini tartışarak vakit geçiriyorlar. Köyde caminin uzak oluşundanımdır nedir namazlarına giden yok gibi. Cuma namazlarında ve bayram namazlarında cami cemaatle buluşuyormuş. Namaza gitmeyi bırakın ezan okunurken bulundukları yerde toparlanmadıkları gibi boş lakırdıları bırakıp ezan dinleme alışkanlıkları da yok gibiydi.
Ahmet öğretmen de ders saatlerinin dışında köy halkının toplandığı mekana gidip onlarla vakit geçiriyordu. Yeri gelince bildiklerini anlatıyor, bilmediklerini onlardan öğrenmeye çalışıyordu Onların yaşantılarına o da ayak uydurmuş onlardan biri olmuştu.
Aybaşlarında Ahmet öğretmen kasabaya maaş almaya genellikle yaya olarak giderdi. Giderken ormandan geçeceğinden olası tehlikelere karşı köy bekçisinin verdiği tek kırma tüfeğini de yanına alırdı.
Aylardan Mayıs; ağaçlar ve çimenler kış uykusundan uyanmış, yeşile bürünmüş bazı kır çiçekleri renk ,renk kendini göstermeye başlamış, eriyen karalar derelerin suyunu artırmış dereler şırıl,şırıl aktığı bu ayda maaşını alıp köye dönerken; ormanda akan derelerin çıkardığı sesle köyden gelen ezan sesinin birleşmesiyle meydana gelen sesin verdiği huzurla oturmuş dinleniyordu ki, çalıların arasında bir de ne görse, Tilki iki ayağı üzerine dikilmiş kıpırdamadan ona bakarak duruyordu. Aceleyle tüfeğin içine fişeği yerleştirdi vurmaya hazırlanıyordu ama Tilkinin halen kıpırdamadığını fark edince nişan almış vaziyette durmaya başladı. Bu duruma şaşırmıştı. Tilki; karşısında avcıyı görsün kaçmasın bunda bir gariplik vardı. Etrafa dikkat kesildi kendisinden ve tilkiden başka birisi yoktu. Sadece köyden gelen ezan sesi ormana hakim olmuştu. Ezan sesinin kesilmesiyle tilki birden fırlayıp ormanın derinliklerine doğru kaybolup gitmiş.
Köye gelince karşılaştığı olayı kendi kendine yorumlamaya çalışsa da bir anlam veremedi. Karşılaştığı olayı birkaç kişiyle paylaştı ancak tatmin edici bir sonuca ulaşamadı. Hatta bazıları “Tilki seni görünce korkudan donup kalmıştır.” “Tilki yolunu şaşırmışta yol sormak için tüfeğini indirmeni beklemiştir.” Diyerek alay etmeye çalıştı. Ahmet öğretmen olay anını göz önüne getirerek tekrar düşünmeye başladı. O anda ezan sesinden ve derelerin şırıltısından başka ses yok. Görünürde tilkiden başka hayvan da yok. Ne oldu da Tilki iki ayağının üzerinde dakikalarca kıpırdamadan bekledi. Bu olay ezan okunurken olduğuna göre Ezan sesiyle bir ilişkisi mi vardı acaba? Konu hakkında bir bilgisi yoktu. Köy imamı ile konuyu paylaşmak için caminin yolu tuttu. Vardığında iki ihtiyar ile hoca efendi namazdan çıkmış avluda oturuyorlardı.
-Selamünaleyküm .
-Aleykümselam.
İmam efendi.
-Hoş geldin öğretmenim. Hayırdır inşallah.
-Hayır hocam; bizim şerle ne işimiz olabilir ki.
Ahmet öğretmen yaşadığı bu olayı anlattı.Bir anlam veremediğini söyleyince;
-Sevgili öğretmenim ezan okunurken ezana hürmeten mümkünse hiçbir iş yapılmaz hiç konuşulmaz. Tilki de ezan okunduğu için kıpırdamadan ezanı dinliyor, yaratanın emirlerine uyarak yapması gerekeni yapıyor.
“Ben uyurken ezan okunuyorsa Tilkinin yaptığı gibi ayağa kalkıp dikilmiyorum sadece yatma yönümü değiştirip uyumaya devam ediyorum. Herhangi bir yerde sohbet ediyorsam istifimi bile bozmadan sohbete devam ediyorum. Tilkinin ve benim durumum ortada,ne olacak şimdi?”
İmam efendi espriyle karış
-Hayvanlarda akıl yoktur zeka vardır zekaları sayesinde anlaşırlar. İnsanda akıl vardır. İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliği aklı ve konuşmasıdır. Tilki aklı olmadan zekasıyla yaratıcısına karşı vazifesini yapıyor da sen verdiği akılla vazifeni yapmıyorsan o da senin bileceğin iş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.