- 2212 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
B Ü Ğ Ü L Ü B A B A ( SO FU SULTAN )
B Ü Ğ Ü L Ü B A B A A B D U L L AH
( S O F U S U L T A N )
Karamanoğulları Türkmen Beyliği/ Devleti 1256 yılında Ermenek’te kurulun ca Beyliğin Başkenti (merkezi) Ermenek olur. Laranda’ (Karaman) nın fethinden sonra Karaman Başkent olunca Beyliğin idari yapısında Ermenek ve Konya birer Eyalet konumuna getirilir ve Kayseri, Niğde, Aksaray, Beyşehir’le birlikte Silifke, 1287 yılında Ermenek Eyaletine bağlı bir Sancak merkezine dönüştürülür. Bu yıl larda Silifke’de “Abdullah” adında Allah (c.c) dostu, Karaman-ı Türkmeni, alimul lah bir zat yaşıyormuş. Bu zat-ı Muhterem, ahretin toprağında her hangi bir beklen tiden ırak, İslama uygun takva içinde yaşamını sürdürürmüş. Halk’tan aldığı kazan cını Hak için harcayıp ve ömrünü halka vakfetmiş şekilde geçinip gidiyormuş. Se venleri, “Abdullah Baba” diye hitap edermiş. Hep iyilik ve hayır harmanında sap o lup sürülmüş, malama olup savrul muş. Seveni çok, sevmeyeni az ve çekemeyeni i se pek çokmuş. Nefsinin esiri olup dünya nimetine meyledenler Allah dostlarını pek sevmez, hoşlanmazlar.
Abdullah Baba, zaman içinde Sancak Beyi ile bazı konularda ihtilafa düşer. Mutasarrıf devlet gücünü de kullanarak dünyayı zindan edercesine baskı uyguladı ğı için yaşamı çekilmez hal alır. Bunaldıkça bunalır ve yaşamaktan bıkar hale gelir. Bir türlü hayırlı bir çıkış yolu bulamaz. Fakat bu durumu alim kişiliğinden ötürü et rafına da pek belli etmek istemez. Mümkün mertebe içinde saklar.
Günlerden bir gün Sancak Beyinin sarayından bir asker gizlice önemli bir haber getirir, Abdullah Babaya. Asker; “-Hocam, Üstadım; Bu gün işittim. Beyin adamları bu gece hanene baskın düzenleyip senin canına kastedecekler. Seni öldüre cekler. Akşamdan, sabaha varmadan en kısa zamanda ve sessizce bu diyardan uzak laş. Gittiğin yeri de kimseye söyleme, yerin kulağı vardır, duyarlar. Buralardan ay rılman, tez vakitte uzaklaşman menfatın icabıdır” deyip uyarır.
Bu bilgiyi alan Abdullah Baba, askere teşekkür eder. Çok sevdiği ve hayırlı hizmetlerde bulunduğu Silifke’den bu şekilde uzaklaşmasına içerleyip çok üzülür. Bu duruma sebep olanlar için dua eder. Haberi getiren askere şöyle der.
“- Askerim hiç endişen olmasın. Gün gelecek, devran dönecek ve Beyin bir hasta lığa tutulacak. Derdinden ötürü insanların, toplumun içine çıkamaz, yerinde duramaz olacak. İnsanlardan, sevdiklerinden köşe bucak kaçacak hale gelecek. Bu bölgede kapı, kapı dolaşsa dahi derdine derman bulamayacak. Fakat, yinede benim himmetime muhtaç olup derman istemek için kapıma gelecek, yalvaracak. Yardım etmezsem belki helak olup gidecek. Bunu böyle bilesin, sonra demedi demeyesin” diye bildirir.
Allah (c.c) dostu Abdullah Baba, o gece avaneleriyle birlikte gizlice Silifke’ den ayrılır. Kuş uçmaz, kervan geçmez Toros Dağlarının geçit vermez yalçın zirvelerine hançer gibi saplanan Göksu Nehrinin oluşturduğu kanyonları takip ederek Taşeli’nin Navağı koyunda konuşlanmış Oğuz’un Türkmen obalarına ula şır. Bu obalar zaten yaşamlarını konar, göçer şekilde sürdürmektedir. Yaz aylarını Navağıda Göktepe, Barcın yaylalarında ve kış aylarını Silifke, Anamur şeridinde kışlak mekanlarda sürülerin peşi sıra sürdürmektedir. Navağı koyundaki Türkmen Beyi Abdullah Babayı misafir edip hürmette kusur etmez. Adını, sanını ve nere den gelip, nereye yol aldığını sorar. Abdullah Baba adını söylemez. Sadece: “-Al lah’ın (c.c) garip bir kuluyum. Varlığımı Rab’bime borçluyum. Bu borcu ödemek uğruna naciz varlığım ile maddi, manevi değerlerimi Hak’kın yoluna adıyorum. Adım, ismim ise o kadar önemli değil. -Sadece “Sofu” deseniz yeter” der.
Bu konuşma üzerine oba Beyi, Abdullah babanın alimullah ve Evlayutullah bir zat-ı muhterem olduğunu sezinler ve kalbinde nedenin bilemediği bir sıcaklık duyar. Allah rızasına nail olmak için Rab’bine hizmet ettiğine inanarak, “-Tamam Sofu Baba “ deyip himayesine alır. Göktepe’nin doğusundan akan Fariske Çay’ının kuzey yakasında yapılmış muhkem kalenin karşısında sulak ve engebeli yere yerleş tirip misafir eder. Meşgale edinmesi için yeteri kadar keçi, oğlak ve at verir. Bura da hayvancılık yaparak yaşamını sürdürmesini sağlar. Kışın kale civarında ve bahar, yaz aylarıyla birlikte Akmuğara doğru daha serin yerlere yaylaya çıkmasını ve güz mevsimiyle birlikte tekrar kale civarına gelmesini önerir.
Sofu Baba Abdullah, sağlanan bu imkanlardan sonra çayın kenarına önce bir su değirmeni tesis eder. Fariske’de konar, göçer vaziyette yaşamlarını sürdüren Mu kaddemlu, HacıAlaeddin, İkizce, Mumcıyan cemaatı.. gibi Türkmen oba sakinleri ne ilmini yaymak için değirmene yakın bir yere bektaşi tekkesini konuşlandırır. Tekkenin müdavimleri değirmene gelen halktan olur. Sofu Baba Abdullah hububa tını un yapmak için değirmene gelen kişiler ile yaptığı sohbetlerindeki bilgeliği, di ni konulara hakimiyeti, hoşgörülü oluşunun yanı sıra her kişiye saygı göstermesi, incitmemeye çalışması ve imkanları ölçüsünde fakir, yoksul ve düşkün kişilere yak laşımı ve yardım severliği ile; “Babacan” tavırları sonucu insanların gönlünde apay rı bir yer edinir.
Ayrıca Sofu Baba Abdullah’ın Fariske’ye yerleştiği yıllarda Fariske konar, göçer Türkmenlerin yaylak olarak değerlendirdiği ve taban arazilerinin yarısından fazlası Ermenek Tol Medresesinin vakfiyesi olduğudur. Böyle bir mekanda yaşa mını sürdüren Sofu Baba Abdullah, Cuma Namazları ile dini bayram ibadetini böl genin o dönemde tek camisi olan Lamos Musa Paşa Camisinde eda eder. Bu cami de toplanan mütedeyyin Müslümanlara yaptığı vaaz, nasihat beğenilir ve şahsiyeti nin daha iyi tanınmasın sağlar. Böylece halk arasında “Sofu Sultan” ismiyle anıl maya başlar ve müridi artar. Sofu Sultan değirmende sürekli zikrullah yaparken Ya radan’ı zikretmeye o kadar çok kapılır ki, değirmenin önündeki suda yaşayan kur bağalar ile değirmene bekçilik yapan köpeklerinde zikire iştirak ettiklerine insanlar tanık oluyormuş. Akli melekesi olmayan canlıların Allah’ı her daim anıp, zikrettik lerini unutmamak gerek.
Nitekim değirmen işlettiği yıllarda eşeğine yüklediği iki kutu (10-Kğ) arpa, üç çenik (7-kğ) çavdar ve bir kutu mısırı öğütmek üzere değirmene bir kadın gelir. Yanında da iki ve 6 yaşında çocukları vardır. Eşeğinin yükünü yıkar ve öğütme sı rasını bekler. Değirmene suyun aktığı arığın boyunca yorgun, argın Sofu Sultanın geldiğini görünce yanına yaklaşıp meramını anlatır.
Sofu Sultan; “-Kızım sabahleyin değirmenin su bendi yıkıldı. Değirmen olu ğuna su gelmiyor. Komşu köyden, obalardan işçi buldum. Yıkılan yeri yarenlerle tamir edeceğiz. Gördüğün üzere oradan geliyorum. Allah izin verirse yarına değir men çalışır. Senin hububatları da o zaman öğütürüz.” der. Bu söz üzerine kadın ağ
lamaya başlar ve hıçkırarak; “-Bizim herif evde yatalak hasta, şu gördüğün yavru larım ise, aç-susuz, perma-perişan. Günlerdir kursağımıza sıcak bir aş girmedi. Çu valdaki nevaleleri de komşudan ödünç aldım. Allah’ım (c.c) ben şimdi ne yapa yım” diyerek yeniden hıçkırıklara boğulur.
Bunun üzerine Sofu Sultan; “ Kızım Allah’tan umudun kesme. Her şeye ka dir olan Mevlam, bir kapıyı kapatırsa, öbür kapıyı açar. Ben sana hububatın öğütü lünceye kadar yetecek un veririm, çocuklarını akşam güzelce doyurursun. Cuma Namazın eda etmek için iki gün sonra köyünüze geleceğim. Senin öğütülmüş mal zemeleri getiririm. Üzülme” der. Kadıncağızın çuvalına yeteri kadar un koyar. De ğirmen çöreği ile çaya bıraktığı sepette biriken balıklardan verip yolcu eder. Kadın cağız hem Allah’a (c.c) şükreder, hem de Sofu Sultana dua ederek köyüne döner.
Kadın, ikindi namazından sonra evine varır. Sabahleyin hasta vaziyet te yatakta ateşler içinde bıraktığı herifi iyileşmiş, kendisini karşılıyor. Merakla sorar. “-Niçin kalktın, ateşin düştü mü ? Ne oldu da iyileştin” der. Adam;
“-Öğle ezanı vaktinde kapıya ak sakallı, eli asalı ve cübbeli bir adam gelmiş. Be nim hasta olduğumu söyleyip içeri girmiş ve heybesindeki nevaleleri bırakmış. Tencere ile getirdiği çorbayı mutlaka içmemi oğlana söylemiş ve sonra çekip gitmiş. Bende o ekmekle bir tas çorbayı güzelce içtim. Sanki gözlerim açıldı. Al lah’a (c.c) binlerce şükürler olsun ki biraz önce kendime geldim, iyiyim" der.
Kadın, yerde serili kilimlerin arasında ekmekleri görünce Sofu Sultan’ın ver diği değirmen çöreklerinin benzeri olduğunu, tenceredeki dağ kekiki kokulu bulğur çorbasının da değirmende içtiği çorbanın aynısı olduğunu anlar. Kendi kendine, şaşkınlık içinde; “ -Hımmm , Nasıl olur.” deyip bir kez daha Rab’bine şükreder.
Aylar, yıllara ve yıllar üst üste eklenirken Silifke Sancak Beyi, “Temreğe” de nilen cilt hastalığına yakalanır. Bu derde Silifke yöresinde doktorlar çare, derman bulamazlar. Konya ve Karaman’da hekim başlarına dermanı sorulur. Onlarda çare siz kalır. Sancak Beyi, kimse ile görüşmez, halkın içine çıkmaz olur. Sarayının için de dört duvar arasında mahkum gibi tecrit edilmiş şekilde yaşamaya başlar. Sancak Sancak Beyini seven, sevmeyen herkes Bey’in derdine çare bulmak için uğraşır.
Ancak Bey’in mahiyetinde çalışan ve Abdullah Baba Sofu Sultan’ın Silifke’den ay rılmasında yardımcı olan asker, bir gece rüyasında Sofu Sultan’ı görür. Uyanıp rü yasını yorumlayınca hadisenin hikmetini çözer ve Bey’in huzuruna çıkıp;
“-Efendim, zat-ı alilerinin derdinin dermanını galiba buldum” der. Sancak Bey’i (Mutasarrıf); “-Ne duruyorsun. Tez söyle, neymiş bu derdin çaresi ?” der. As
kerde Beyin yıllar öncesinde tanıdığı Abdullah babayı (Sofu Sultan) tarif ederek, hatırlatır. Abdullah Babayı hatırlayan Sancak Beyi; “-Ne ararmış bu derdin çaresi o adamda” diye sorar. Asker cevaben;
“-Abdullah Baba Silifke’den ayrılırken; “Beyiniz, gün gelecek bir hastalığa yaka lanacak. Ancak dermanını yine benden bulacak. Etme bulma dünyası”, dediğini ahali anlatıyor” der. Bunun üzerine Bey kibiri, gururu bir yana bırakıp;
“-Abdullah Baba, nerde yaşıyorsa, hangi delikte saklanıyorsa, ölüsü, dirisi aranıp bulunmasını ve tez huzuruna getirilmesini emreder. Bu adamın yaşadığı yerin bildirenin ve bulanların mükafatlandırılacağını” bildirir. Ayrıca Karama-i memleke tin de, obalarda aramak için atlı askerler ve ulaklar görevlendirir.
Abdullah Babayı aramaya çıkan askeri ekiplerden bir takım, haftalarca süren aramaların sonunda Hıdırellezden birkaç gün sonra Taşeli’nin Navağı koyunda Fa riske’ye ulaşır. Gerekli araştırma ve soruşturmayı yaparlar. Doğanın koynunda sakin bir şekilde keçileri, oğlakları ve büyükbaş hayvanları ile meşgul olurken öte yandan da Değirmencilikle uğraşan Bektaşi Tekkesinin Şıhının Abdullah Baba ol duğuna kanaat getirirler. Esasında Sofu Sultan da böyle bir vuslatı zaten beklemek tedir. Sancak Beyinin elbet bir gün rahatsızlanacağına ve dermanın kendisinden ola cağına ön sezilelerine (Hissi kalbel Vuku) güvenerek ifade ettiğini hatırlar.
Çok uzaklardan Tekkeye doğru üç atlının geldiğini ve silüetleri yakınlaştıkça bunlardan birisinin Silifke’de yardımcı olan asker olduğunu görüp Askere seslenir;
“-Beni ziyaretinizin, fellik fellik her yerde aramanızın sebebin biliyorum. Sefa gel diniz, hoş geldiniz.” diyerek elindeki asayı yere vurur. Asanın toprakta oluştur duğu darbeyle kupkuru toprağın altından su çıkmaya (Büngüldemeye) başlayınca toprak çamur haline gelir. Çamurlu toprağı bakraca (bakırdan kova) doldurur.
“-Bu hediyemi Beyinize götürün, ilaç niyetiyle yaralarına sürün, şifa bulsun. Akşamdan, sabaha iyileştiğine şahit olacaksınız. Beni metazori götürmenize gerek yok. Derman bende değil, Allah’ın bir hikmeti olan çamurlu topraktadır. Çamurlu toprak, inananlar için bu mekanda su yerden büngüldeyerek toprağı çamur haline getirir ve bu çamurda Temreği/sedef hastalığına yakalananlar için şifaya dönüşü yor. Selametle gidiniz ve selam söyleyiniz” der. Hakikaten Sofu Sultan’ın verdiği çamur, Sancak Bey’inde görülen temreği rahatsızlığının dermanı olur. Kaşımaktan oluşan yaralar kapanır. Sancak Beyi kısa sürede iyileşir ve halkın içine endişeye kapılmadan çıkmaya başlar.
Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi, 1670-1671 li yıllarda Alanya’dan, Fariske, Lamos, Güneyyurt ve Ermenek üzerinden Karaman’a seyahat ederken, Fariske’ye uğrar ve Seyahatnamesinde; “Büğülü Baba Abdullah Sofu Sultan” hakkında bilgi verir. Bu konuda Evliya Çelebi; “Karaman oğullarından Büğülü Baba Sultan, tacı nı, tahtını ve bütün dünya varlığını terk ederek Fariske’ye gelip yerleşir. Fariske merasında avlanırken Hızır Aleyhisselama rastlayınca Allahtan başka her şeyden a lakasını keser. Bahçeler ve güller içinde küçük bir Bektaşi Tekkesinde inzivaya çe kilip Allah’ın dostu olur. Fariske’de yetmiş yıl ömür sürer. Rahmeti rahman olunca Tekkesinin yanına defin edilir. Nur dolu kabrine yakın bir yerden yağlı bir çamur çıkmıştır. Büğülü Baba Sultan’ın mezarı yanındaki bu çamur; Temreği, Frengi, Tuzlu balgam, Yara ve berelere sürüldüğünde yara, bere ve temreğili yerler inci gi bi tertemiz olur. Yüz rengi güleç ve ay gibi aydınlık olur. Allah’ın izniyle şifa bu lurlar. Kabrini ziyarete kaç kişi gelirse, bu çamurun yanına vardıklarında ziyaretçi sayısı kadar çamurun üzerinde kabarcıklar oluşur. Bu çamurun sadece mezarın yanından çıkması mahza bir keramet değil midir? Bütün kitaplarda; <Evliyanın ke rameti Hak’tır> yazmıyor mu? Bu sağlam itikadımızla ziyaretimizi yaptık” diye açıklamada bulunur.
Sofu Sultan Abdullah Babanın Fariske’de 1500 yılından önce Karaman oğul ları Beyliği devrinde (1287 yılı ile 1475 yılları arası) yaşamış olması kuvvetle muh temeldir. Karamaniler devrinde yörede azda olsa gayri Müslimlerle karşılaşılıyor. Sofu Sultan’nın yöredeki insanları islamiyetle irşad etme konusunda görevlendi rilen bir evliyatullah zat olduğu aşikardır.
Sofu Sultanın kerameti, Taşeli Bölgesinde duyulur. Bu hikaye Köylerde ve Türkmen obalarında dilden dile aktarılarak günümüze kadar ulaşır. Temreği, Frengi ve benzeri hastalığa yakalananlar tedavi amaçlı olarak Sofu Sultan’ın çamu runu kullanılır. Sofu Sultan, rahmeti rahman olup ruhu Rab’bine yürüyünce Bek taşi Tekkesi ve şifalı çamurun oluştuğu mekana defnedildiği için kabrini ziyarete gelen ve şifalı çamurdan istifa de etmek isteyen her daim eksik olmaz.
Sofu Sultan’ın şifalı çamuru, bir Fatiha ve üç kez İhlas süresinin okun masından sonra yerden sulu toprağın buğu halde kaynayarak oluşması üzerine zaman içinde Sofu Sultan’ın ismi, “Büğülü Baba Sultan” olarak söylenmiştir. Halk Sofu Sultan’ın, Allah’ın (c.c) Mürşidi Kamil kullarından ve Peygamber Efen dimizin (sav) varisi olduğuna kanaat getirerek kerametlerine inanır. Yüz yıllardan beride zatına asla saygısını eksik etmemişlerdir.
Sofu Sultan, Büğülü Baba. Kişiliğinin kutsiyeti nedeniyle mezarı zamanla bir metre yüksekliğindeki taş duvarla korumaya alınmış. Fakat bu yapılanma ye terli görülmeyerek 2000 li yılların başlarında Göktepe Belediye Başkanlığınca adı na ve şanına yakışır güzel bir türbe yaptırılmış. Ayrıca Kültür Bakanlığının hima yelerinde Göktepe Belediye Başkanlığımızca her yıl “Büğülü Baba” Festivali or ganize edilir olmuştur.
İnşallah Allah dostu, Büğülü Baba Sofu Sultan anıldıkça, Peygamber Efen dimizin (sav) ümmeti olmanın vecibelerini daha çok yerine getirmemizde ruhu bizlere rehber olacaktır.
ALLAH (c.c) RAHMET EYLESİN.
Temmuz/2012
Süleyman YILDIZ
( Lemos 5303 )
YORUMLAR
Üstadım kalemine ömrüne bereket Anadolu evliyaları unutulmamalı unutmayalımda bu topraklar üzerinde eger bu gün bir lokma ekmek bulabiliyorsak o zatı muhteremlerin yüzü suyu hürmetine çok etkili bir anlatımla Büyülü Babayı kaleminizden tanımak şerefine eriştik Allah (c.c) sizden razı olsun Ramazanı şerifiniz mubarek olsun Allah dostlarına sizin vasıtanızla selam olsun selam ve dualarla sayğılar
SÜLEYMAN Lemos YILDIZ
Beğeniniz ve ziyaretiniz vede samimi, halis temennileriniz için
çok teşekür ederim
Berhüdar olasınız dileklerimle
Hemşerim
Hayırlı Ramazanlar. Yıllardır düşündüğüm bir projemdi. Nasip bu günlereymiş. Bir ucundan başladık. Sözü edilen Mürşidi Kamil Allah Dostları, çocukluğumda ziyaret edilirdi. Şimdi ise selamsız kaldılar sanırım. Bu zatları anmak, selamlamak ve bilinmesini sağlayıp ruhlarını hoş kılmak amacıyla böyle bir yazı dizisi hazırladım.
Beğenin için çok teşekür ederim. allah razı olsun dileklerimle