- 637 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİLAHSIZ İŞGAL DÖNEMİ
SİLAHSIZ İŞGAL DÖNEMİ
(Babalar Gibi Satar Giderim)
Egemen güçlerin işgal amaçlı iki farklı yöntemi vardır: Bunlardan birincisi, hedef seçtikleri ülkeleri çeşitli bahanelerle silah kullanarak ele geçirmek ve yönetmektir ki; bunun adına klasik işgal yöntemi denir. İkinci yöntemleri ise; hedef seçilen ülkelerin topraklarını para karşılığında satın alarak işgal etmektir ki; bunun adına da modern işgal yöntemi denir.
Ülkemizde toprak satışlar son yıllarda oldukça artmıştır. Yabancı gerçek kişiler, ülkemizin madenlerinin bulunduğu bölgeleri satın alarak hem maden işletmeciliği yapmakta ve hem de arazi satın almaktadırlar. Yabancılara toprak satışları yasalarla şu şekilde tanzim edilmiştir: Anayasa Mahkemesi, 29.12.2005 tarihli 5444 sayılı kanun ile Tapu Kanununun değiştirilen 35. maddesinin; “Yabancı gerçek kişilerin edinebilecekleri taşınmaz yüzölçümü miktarını 2,5 hektardan otuz hektara kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir” ve “yabancı uyruklu gerçek kişilerin il bazında edinebilecekleri taşınmazların illere ve il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere oranını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir…” hükümlerinin iptal edilmesine karar verilmiş ve iptal kararı, 16.01.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasal düzenlemeler ile il veya ilçelerin toplam yüzölçümünün % 10’unun yabancılara satışı öngörülmektedir.
Lozan Antlaşmasından sonra yani; 1924 yılında 442 sayılı Köy Kanununa göre; “Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunmayan gerek kişiler, gerek kişilik hükmünde olan cemiyet ve şirketlerin nüfusu 2 binden aşağı yurt olarak tanımlanan köylerde arazi ve emlak almaları yasaklanmıştır…” Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra bu yasal düzenlemeyle nüfusu 10 milyon olan yabancıların taşınmaz ediniminde ilk kez getirilen karşılıklılık ilkesi dâhil büyük ölçüde sınırlamaya gidilmiştir. Karşılıklılık ilkesi; Anayasa Mahkemesinin tanımına göre; “bir yabancının Türkiye’de bir haktan yararlanabilmesi, Türkiye vatandaşlarının da o yabancının ülkesinde aynı tür ve nitelikte olan haklardan yararlandırılması anlamına gelmektedir. (Anayasa Mahkemesi, 2005/14 Sayılı Kararı) Türkiye ile 88 ülke arasındaki karşılıklılık ilkesi bulunmaktadır.
1934 yılında çıkarılan 2644 sayılı Tapu Kanunu ile karşılıklılık olmak ve kanunlarda konulmuş kısıtlamalara uymak şartı ile yabancı gerçek kişilere taşınmaz edimi konusunda yeni bir yasal düzenlemeye gidilmiştir. 1924 yılından, 1984 yılına kadar yabancıların mülk ediminde yasalarda belirtilen çerçevede yılda ortalama 250 konut düzeyinde satış yapıldığı kayıtlara geçmiştir. 1984 ve 1986 yıllarında Özal Hükümeti tarafından Tapu Kanunu ve Köy Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile karşılıklılık ilkesi aranmadan İstanbul Boğazı’nda 57 bin metre karelik Sevda Tepesi Arap Şeyhlerine satılmıştır. Anayasa Mahkemesi bu kanunlarda yapılan değişiklikleri iptal etmiştir; ancak yabancılara mülk edinimi 2003 yılında yeniden Türkiye gündemine oturmuş; Köy Kanunu ve Tapu Kanununda yeni bir düzenleme yapılmıştır. Bu değişikliklerin gerekçesi bu defa 23 Haziran 2003 tarih ve 2003/5930 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nda net olarak görülmektedir: “AB müktesebatının Üstlenilmesine Dair Ulusal Program’da Sermayenin serbest dolaşımı başlıklı 4. maddesinde; “Türkiye’deki bütün sektörlerde AB menşeli yatırımların önündeki bütün kısıtlamaların kaldırılması, AB vatandaşları ve tüzel kişilerin gayrimenkul ediniminin önündeki bütün kısıtlamaların kaldırılması…” hükümlerine bu kararda yer verilmiş; ancak Anayasa Mahkemesi yapılan düzenlemelerin Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürerek iptal etmiştir. Siyasi iktidar, iptal edilen yasaları Anayasaya uygun hale getirmek için kanunlarda değişiklik yapmaya devam etmektedir.
İstatistiklere baktığımızda, 2000 yılından sonra yabancıların taşınmaz edinimindeki yıllık satış oranı 4 bini bulmaktadır. Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre; 2003-2007 yıllarını içeren 5 yıllık dönemde yabancıların Türkiye’de aldıkları gayrimenkullerin toplamı 10 milyar dolar değerindedir. 2007 yılı itibariyle 71 bin civarında yabancı kişiye 60 bin adet arsa, arazi ve bağımsız bölüm olmak üzere toplam 36 milyon kilometrekare taşınmaz satılmıştır.
Toprak satışının yapıldığı beş ilimiz:
Antalya; 24.282 kişi. Muğla: 11.638. İstanbul: 8.526. Aydın: 6.995. Bursa: 5.291.
Karşılıklı edinimler:
Almanya: 15.319. İngiltere: 12.962. Yunanistan: 10.094. İrlanda: 3.182. Danimarka: 3.101. Hollanda: 2.950. Avusturya: 1.978. Norveç: 1.866. Belçika: 895. ABD: 833.
Bu satış istatistiğine baktığımızda, karşılıklılık ilkesinin fiilen uygulanmadığını rahatlıkla görebiliriz. Yabancı uyrukluların taşınmaz ediniminde ilk sıralarda yer alan Yunanistan, kendi ülkesinde adalarda ve sınıra yakın topraklarda mülk ve toprak satışını yasaklamıştır. Avusturya’da da toprak satışı sadece AB üyeleri vatandaşlarına yapılmaktadır. İngiltere’de taşınmaz mülkiyeti kraliyet ailesine aittir ve taşınmazların sadece kullanım hakkı verilmektedir.
Ülkemizde kurulan yabancı şirket sayısı 18.308’dir ve bu şirketlerden 3 bini gayrimenkul alım-satım üzerine kurulmuştur. Diğer yandan, Turizm Teşvik Kanunu ile mera ve orman alanlarında binlerce dönüm arazi golf sahalarından turistik tesislere kadar kullanılmak üzere yabancılara tahsis edilmiştir.
Toprak satışlarından elde edilen gelirler, hükümetler tarafından ülke borçlarını karşılamak amacıyla kullanılmıştır. Toprak satışlarının daha da artması için AB uyum yasaları Türkiye’nin önüne konulmuştur. Yapılan pek çok araştırmalarda da göreceğimiz üzere Türkiye yabancılar tarafından istila edilmektedir. Unutmayalım ki; yabancılara toprak satışı ile ilgili düzenlemeler Dünya Bankası Borç Antlaşmaları, IMF Niyet Mektupları ve AB Katılım Ortaklığı belgelerinde borç karşılığı gösterilen ön koşullar olarak önümüze çıkmaktadır. Yabancılara toprak satışı, salt mülkiyet sorunu Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, Endüstri Bölgeleri Kanunu, Turizm Teşvik Kanunu, Özelleştirme Kanunu, Petrol Kanunu, Maden Kanunu, Orman, Hazine ve 2B arazilerindeki düzenlemelerle birlikte değerlendirilmektedir.
Borçları ödeyebilmek için alternatif politikalar geliştirilmelidir. Hiçbir şart altında ülkemizin geleceği borcundan dolayı ipotek altına alınmamalıdır. Hatırlamakta fayda vardır ki; Osmanlı Devleti, borçlarından dolayı Avrupalılar tarafından ‘Hasta Adam’ ilan edilmişti. Osmanlı yönetimi, borçlarına karşılık topraklarını göstermiş; başta Ermeniler ve Yahudiler olmak üzere toprak satın almıştır. İlerleyen dönemlerde bu ülkeler aldıkları topraklarda bağımsızlık ilan etmek istemişlerdir. Bu gibi sakat uygulamalar neticesinde Osmanlı bölünmüş, parçalanmış ve yıkılmıştır.
Toprak satışları, maden satışları, liman satışları ve büyük KİT’lerin satışları derken Yunanistan sessiz sedasız, yaşadığı ekonomik krize inat, Türkiye’ye ait adaları birer birer işgal etmeye başlamış; yandaş medya ise bu işgali hiçbir zaman gündeme getirmemiş, halktan saklamıştır. 2004 yılında Eşek Adası ve Bulamaç Adası işgal edilmiştir. Son yıllarda Nergizcik Adası da işgal edilmiştir. Bu adaların birer Türk Adası olduğu uluslararası kabul görmüş bir husustur. 1933-1943 tarihli İngiliz haritalarında ve 1951-1957 tarihli Amerikan haritalarında da adaların birer Türk Adası olduğu belirtilmiştir. Uluslararası kabul görmüş olmasına rağmen bu adalar Yunanistan tarafından 2004 yılından beri işgal ediliyor ve Yunan vatandaşları yerleştiriliyor. Ankara Hükümeti ise işgal edilen adalarımızda dalgalanan Yunan bayrağını selamlıyor adeta! Hükümet artık Suriye ile dertlenip, NATO’yu işgale davet edeceğine, birer birer çalınan adalarımızı geri almalıdır. Unutulmamalıdır ki; denizlerde üstünlük kurabilmek için adalara ihtiyaç vardır. Bu adalar mutlaka Yunanistan’dan alınmalıdır.
Her fırsatta iktidarlarını; çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerine ayıran siyasi iktidar, 10 yıllık icraatları sonucunda Türkiye’nin ve Türk vatandaşlarının önüne yığınla sorun getirmiştir. Bu sorunlar siyasi iktidar tarafından ‘Muhteşem Eserler’ olarak gösterilirken; Türk Milleti tarafından tam bir basiretsizlik örneği olarak algılanmaktadır.
Tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak; yediden yetmişe her Türk vatandaşının toprak ve maden satışlarına dur demesi gerekir. Zira bu, bir ulusun istikbali için elzemdir. Aksi halde yarın çok geç olacaktır.
Halit DURUCAN
22.07.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.