Afaroz
Akşamın şerri gündüzün hayrından iyiydi bizim için. Karanlıklardı saf öfkemizi saklayan. Ama sen gecemize güneş gibi doğdun, Ey Bilgelik! O şaşaalı kanatlarının altında egomuzu besledin. Ve içimize döndük, gerçeği gördük. Kaşarlanmış insani duyguların ne kadar yapmacık olabileceği gerçeğiyle kustuk yeniden doğan güne.
“Kötü adamlar” ve “yalnız kalacaksınız” sözlerini her dilden, her ırktan ve her dinden duyduk. Biz o insanların her şeyi farklı olsa da beyinlerinin aynı olduğunu gördük. Dile getirdik, yalnız kaldık. Yalnız kaldık, daha çok öğrendik. Meğer yalnızlıkmış bilgelik. Onu karanlıktan çıkarıp hemhal olmuşuz.
Karanlıkları hep öcülerin ini olarak benimsettiler. Biraz oturup düşündüğünde yalnızlık da bir öcü temsili be birader. Baksana, sadece uzun fasulye sırıklarıyla çıkılabilen bulutların üstünde yaşayan tek gözlü dev de yalnız. Ulaşılabilecek en üst noktayı sembolize ediyor. Standart insanlık yerde, bilgelik orda. Ay dedenin hemen yanında. Ya da Gargamel gibi.
Hep iyilerin peşinde ömür tüketmek bizimkisi.
Ben bir de şunu pek içime sindiremedim. Toplumun bizden istedikleri. İlköğretimle başlar sistemin çarkları seni kendine çekmeye. İlk, orta,lise ve nihayet üniversite. Komşular başlar hemen; bölümü ne, ne zaman bitiyor. Okul biter, evlilik ne zaman? Evlenirsin çocuk ne zaman? Çocuk olur sünnet ne zaman, okul ne zaman? Ve artık biz sıramızı çocuğumuza devretmiş oluruz. Toplum, kapalı kutu. Village filmi gibi. Toplumdan farklı düşünen hastalığa bulaşmıştır. Tez tedavi edile!
Sayın okur, sistemi sorgulamaya başladığın an o virüs beyine girmiştir. Dünyanın en amansız virüsü: ŞÜPHE. Çünkü sorular bitmez. Yeni durumlar yeni sorular yaratır. Bir vakitten sonra kabına sığmaz. Hal ve hareketlere bulaşır. Toplumdan kopmalar başlar. İnsanların gözüne batmaya başlar. Bireyselleşmek ve içe dönmek. İnsanların şiddetle kaçındığı mesele. Ama şunu aklınızdan çıkarmayın. Eğer siz varsanız dünya var. Egonuz doğanın bir parçası. Bunu yorganlar altında saklayamazsınız.
Yorucu bir günün arefesinde gökyüzünde uçan kuşlara bakıp ardından boynundaki toplum tasmasını atmak isteyeniniz olmadı mı hiç? Özgürlüğe doğru berrak ve içinde çakıl taşları bulunan bir nehir gibi akıp gitmek. Hayatı parayla, mal, mülkle ölçmek yerine, onu avuçlarının arasına almayı kim istemez. Bu arada dehşet verici bir mantık hatası da var: bazen yaşadığımızı belgelerle kanıtlamamız gerekiyor.
Bir insan yaşadığını nasıl kanıtlayabilir ki ?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.