- 852 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
CANIMIN ANISINA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Başlayalım isterseniz Ahmet hoca. İstanbul’un trafiği malum. Zamanında yetişemiyor insanlar gidecekleri yerlere maalesef. Eksik olmasınlar gelenler de vaktinde gitmek isterler evlerine.” Dedi arkadaşım. Babasının ölüm seneyi devriyesiydi o gün.
Birçok şey gibi dini gelenekler de değişime uğramıştı. Cenaze törenlerinde uzun zamandır birbirlerini görmemiş olanlar sohbete dalıyordu. Okuma sonrasında ikramlar ziyafete dönüşüyordu. Çokları da sıkılıyordu bu tür ortamlarda bulunmaktan. Dualar yerini alkışlara ve göz yaşsız uğurlamalara bırakmıştı şimdilerde.
Anadolu kültüründe ölümler çok acı veriyordu insanlara. Yaslar tutuluyordu uzun uzun.
Karşı duvara asılı iki kadın fotoğrafına takıldı gözlerim.
Aile albümümüzdeki bir başka fotağraf canlandı gözlerimde...
-Ay! Ne kadar güzel bir kadın. Kim bu anne?
-Kaldığımız köyün muhtarının kızıydı. Adı Vahide. Bu ne ki...Kendisi kat kat daha güzeldi. Bu fotoğraf çekilirken YAS taydı. Bizim de tayinimiz çıkmıştı o köyden. Kırmadı beni. Baban çekti bu fotoğrafı.
İkisi yan yana oturmuş, ellerini birbirlerinin omzuna atmışlardı.
Dünyada bu kadar siyah bu kadar güzel başka bir göz var mıdır acaba? Ya bu kadar insanın içine işleyen bakışlar? Burnu dudakları yüzünün biçimi hepsi hepsi çok güzel. Simsiyah kalın kaşlarının üstüne kadar inmiş alnına çattığı siyah çatkısı ne kadar yakışmış.
-Ben var mıydım anne o zamanlar. Beni görmüş müydü?
-Tabii vardın. Senin eben onun annesiydi. “Uzun Ayşe” diyorlardı köyde ona. Köyün en uzun boylu kadınıydı.
-Aa! Sahi mi? Sen de hiç bir şey anlatmıyorsun anne.
- Ne anlatayım ki...
-Olur mu...Bak doğduğum köyü, ebemin adını şimdi öğrendim. Anlat anne. Ne olursun…Hadi!
-Seni hep onlar yıkardı. Ben de çocuk denecek yaştaydım.
Babana Bey, bana Hanım derlerdi. Elimi öperlerdi. Saygıdan tabii. Çok bolluklu bir köydü. Sütleri içilmezdi koyuluktan. Normal yoğurt bulunmazdı. Hep süzme yoğurt olurdu. Altı-yedi çeşit peynir yaparlardı. Tereyağı bal hepsi halis katışıksızdı tabii. Hayvanlar kekik kokulu otlarla beslenirdi o güzelim yaylalarda..
Her sabah bir çocuk gelirdi sobamızı doldurup yakmaya. Ama ne ben ne baban hiç yaktırmazdık onlara.Tezek yakılırdı oralarda..
- Tezek ne anne?
- Hayvanların dışkısına saman katılır karıştırılır, yassı parçalara ayrılıp kurutulurdu. Sonra sobalarda ocaklarda odun kömür yerine yakılırdı çıtır çıtır.
-Peki kötü kokmaz mıydı?
- Kokmazdı.
-Sana bir şey söyleyeyim mi anne. Ben hem tabiatı hem hayvanları insanlardan daha çok seviyorum galiba.
-Sevilmeyecek gibi mi...Bu gördüklerimizin daha bilmem kaç çeşidi denizlerde yaşıyormuş. Rahmetli dedem söylemişti.
-Ben dünyayı gezip-görüp tanıyanlara çok imreniyorum anne. Biz bir adım öteye bile gidemedik. Babamın memuriyeti de olmasaydı bu kadarını bile görürmüydük bilmem.
-Ee boşuna dememişler, çok gezen mi bilir çok yaşayan mı diye.
-Sen de oralara gittiğin gördüğün için bunları ne güzel anlatıyorsun anne.
-Hele bir şey var ki onu hiç unutamam.
- Ne o unutmadığın şey anne?
--Köyden ayrılacağımız gün baktık ki kapımızın önü koyun- kuzularla dolmuş. Muhtarla birkaç köylü de aralarında. Muhtar “Bey, siz bu köye geldiğiniz zaman her ev sana, daha doğrusu hanım kızımızaa birer koyun hediye etti. Sizden habersiz. Onları bugüne kadar köyün çobanı güttü. Çoğu kuzuladı. Şimdi bunların hepsi sizindir. Alacaksın.” Dedi.
İkimiz de çok şaşırdık. Baban “Gideceğimiz yer çok uzak. Çocuk da biraz rahatsız. (ben) Van’dan uçağa bineriz belki. Bunları nasıl götürürüz?” dedi.
“Bey, senin bu sözlerin bize çok büyük hakaret olmuştur. Sen ha... (canım annem bu ha! nın sonunu bir türlü getiremiyordu.) Sen ha bizim yüzümüze tükürmüşsün, ha bunları almamışsın. İkisi de birdir bizim için.” diyordu ısrarla.
-Ee, sonra ne yaptınız anne?
-Sonra baban, senelik izninde köye gelmeye çalışacağını, o zaman bir çaresine bakacağını söyleyerek zor ikna etti onları.
Köye geldiğimizde Vahide nişanlıydı. Ağabeyinin askerden dönmesini bekliyorlardı düğün için. Dönmesine az bir zaman kala hastalanmış. Sonra da cenazesini getirdiler köye. Ailesi deliye döndü. Vahide kolunda boynunda ne kadar ziynet eşyası varsa hepsini çıkarıp attı. Saçlarını yoldu tomar tomar. Çocuğun eşyalarını ortaya döküp ağıtlar yaktılar günlerce. Vahide’nin insanın içine işleyen öyle dokunaklı bir sesi vardı ki...
-Ayy...Çok acıklı…Sonra ne oldu anne Vahide ablaya ?
-Vahide benden bir kaçyaş büyüktü. Nişanlısı çok bekledi.
Ama Vahide’nin yası bitmedi. Nişanlısı da başka köyden bir kızla evlendi sonunda.
-Buralarda olsalardı böyle olmazdı belki de…
-Bilmem ki...Oraların adetleri çok başkaydı. İnsanların hisleri de.
-Ben de şöyle bir şey hatırlıyorum anne. Teyzemlere gittiğim bir zamanda, eniştemin akrabalarından iki kişi aynı gün vefat etmişti. Aynı akşam iki evde de okuma vardı. İkisine de gittik. Teyzemle tanımadığım iki kadın mutfakta helva kavururlarken teyzem bir şey söyledi. Sonra üçü de gülmeye başladılar.Teyzem daha da çok güldü. İçeriden yaşlı bir teyze geldi “Ayıp ayıp! Böyle zamanlarda gülünür mü? Hem ölen küçük bir çocuk değil ki” dedi.
-Üç teyzen de çok neşeli insanlar. Ben de senelerce önce yaşlı bir teyzeden duymuştum. Böyle zamanlarda mutlaka bir şey bahane olur insanlar gülermiş. Peygamber zamanından kalmış sözde.
-Anne ben senin sesli güldüğünü hiç görmedim. Sen hiç teyzemlere benzemiyorsun.
-Bilmem…İnsanlar ikiz kardeş bile olsalar birbirlerine benzemiyorlar bazen. Bak teyzenin ikizleri de öyle değil mi.
- Peki ne olmuş da bu gülme güya o zamanlardan bu günlere kadar gelmiş anne?
-İşte o zamanlar yine bir okuma sırasında bakmışlar ki yemyeşil bir kurbağa kocaman gözlerini kırpıştırarak gelmiş odanın ortasında durmuş. Başında da eşarp varmış. Herkes gülmeye başlamış.
-Ay! Ne güzel ne sevimli olmuştur kurbağa kim bilir…O kocaman gözlerini kırpıştıra kırpıştıra…Canıım...
Ben gülmezdim herhalde. Kucağıma alır severdim. Ben düşene de hiç gülemem. Sen de gülmüyorsun. Anlatsana anne daha neler gördün duydun. Hepsini anlat.
-Çok değişik şeyler gördüm. Değişik adetler, inanışlar. Çoğunu unuttum ama...Küçüktüm. Ne olup bittiğini anlamıyordum ki.
- Olsun. Sen yine de aklında kalanları anlat anne.
- Bir başka köyde de şehirlilere memurlara karşı çok sitem ediyordu köylüler. “Biz çalışalım. Siz oturun hanım gibi bey gibi yiyin için.” diyorlardı.
-Aa! Hem şaşırdım hem üzüldüm bak şimdi. Oturmak olur mu! Babam hiç birimizin doğumunda evde bile bulunamamış..Metrelerce karların üstünde ölümle burun buruna hep görevinin başında olmuş.
-Yalnız baban mı. Bütün memurlar aynı şekilde fedakar ve cesurdular. Öğretmenler mahrumiyet bölgelerine gitmek için can atarlardı.
-Sen bile o küçücük yaşında kaç kere ölümlerden dönmüşsün doğumlarında.
-Bir keresinde bir köyden öbürüne giderken merkeple birlikte uçuruma yuvarlandım. Bir gün de çıplak bir ata bindirdi baban beni. O çok iyi bir süvariydi. Sonra at beni öyle hızla alıp kaçtı ki sorma. Yüzbaşı Kemal Bey kendi atıyla önünü kesti atın. Ben de yüzükoyun eğilmiş atın yelesine öyle sımsıkı yapışmıştım ki... Hem baban hem ben kaçakçıların tehditlerine gülerdik. Korku nedir bilmiyordum o zamanlar. Çocukluk işte. Senin gözü karalığın da aynı babana çekmiş..
-Her şey ne güzel ne heyecanlıymış oralarda o zamanlar. Keşke hep o köylerde kalsaymışız...
-Cahillik de vardı tabii. Her şeyden yoksun kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdi. Elektrik yoktu. Bizim pille çalışan bir radyomuz bir de sarı borulu gramofonumuz vardı. Ödleri kopuyordu dinlerken. ”Bunların içinde şeytan var” diyorlardı. Yeni doğan bebeklere kırk gün su vermezlerdi. “Melekler içiriyor” derlerdi.
-Yoksa bana da mı vermediniz anne? O yüzden mi aptal oldum ben! Hı anne? Ama belki de anne sütünde suyun da bulunduğunu bildikleri içindir.
-Benim sütüm yetersizdi. Sana Fitnat Hanım Süt Anneliği yaptı. Kulakları çınlasın. Bir memesini sen diğerini süt ablan Emel emerdiniz.
-Demek o yüzden bazı huylarım sizinkilere benzemiyor. Haa haa!..
Bayıldım vallahi anne. Sen hiç benim böyle güldüğümü gördün mü? Bunları daha önce niye anlatmadın anne yahu. Hasret kalmışım gülmeye. İçim ferahladı vallahi. Allah da seni güldürsün .
-Sen yine az da olsa güldün. Hüsniye hanım diye bir komşumuz vardı Antakya’da. Hayatında bir kere bile tebessüm etmemiş. Bir de şunu anlatayım, bu günlük yeter. Sonra sen kalkar güzel bir çay demlersin. Ben de puf böreği yaparım. Komşuları çağırır otururuz birlikte.
-Olur tabi. Hele sen bunu da anlat.
-Özalp’a bağlı bir köyde bulunduğumuz sırada bir komşu çocuğu vardı. Adı Osman. İstanbul’a gitmişti çalışmaya. Bir gazinoda iş bulmuş. Ailesine yazdığı mektupta anlattıkları herkesi hayrete düşürmüştü o zamanlar. “Buralarda komiklik yapıp insanları güldüren adamlar bile var. Hem para bile alıyorlar bu iş için.” diyormuş.
Ee her insan her şeye gülmez. Her insan da güldüremez.
Ah! Fevzi Beyle Zahide Hanım…Nur içinde yatsınlar. Onların yaptığı şakalar neredee...
Şimdikiler de KOMİK mi...Peh!
Hoca okumasını bitirdi. İkramlar yapıldı.Gidenler gitti.Okuma sırasında kapalı balkondaki yuvasında sessizce oturan minik Çıtır hanım! çıkageldi sevinçle. Herkese ayrı ayrı cilveler yaptı. “Hoş geldiniz” bile dedi kısacık hav-havlarıyla. Bu kez gülme faslı başladı. Ben de yine anılar yolculuğuna çıktım demli çaylar eşliğinde...
YORUMLAR
çay kıvamında eskilere yapılan güzel bir yolculuk ne güzeldi....
yüreğinize ellerinize sağlık..kutlarım...saygılarımla...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Ahh! Anneme soracak-söyleyecek daha ne çok sözlerim vardı oysa...
Meleklerin bile kıskandığını düşündüğüm o güzel yüreğinde kim bilir neleri götürdü birlikte. 68 yaşında kaybettik.
Benden de Sevgiler
DİLEK YILDIZI
Onlardan dinleyemediğimiz, anlatılmamış daha ne çok şeyleri eksik kalmıştır kimbilir.
Tekrardan allah rahmmet eylesin diyorum...En derin saygılarımla...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Ahh! Anneme soracak-söyleyecek daha ne çok sözlerim vardı oysa...
Meleklerin bile kıskandığını düşündüğüm o güzel yüreğinde kim bilir neleri götürdü birlikte. 68 yaşında kaybettik.
Benden de Sevgiler
Davidoff
Bu saatte pembe iyi geldi, teşekkür ederim :)
Sevgili Tülin mesajınızı okuduktan sonra bu harika yazınızı okuma fırsatı buldum. Darılmayınız geç okuduğum için. Ama... İnanınız sitem etmekte çok haklısınız. İçeriğiyle, anılarınızın anne şefkati ve dostluğuyla o kadar içten ve sürükleyici bir şekilde anlatılması beni ta çocukluk yıllarıma ve hatta hatta babaanne ve anneannemlerin, dedelerimin anlattıkları açlık, kıtlık ve seferberlik dönemlerindeki anılara, yaşanmış sefaletlerin sefasına sürükledi diyebilirim...Fransız işgali sırasında babaannemin anlattığı bir olay hala hafızamda taptazedir: Samandağı-Kapısıyu Köyünde yaşamaktadırlar o zamanlar rahmetiler, gece köyü basan fransız askerleri önlerine gelen tüm evlere ateş açmaktadırlar ve insan-hayvan farketmeksizin ateş altına almaktadırlar. Dedemlerin kapısı da taranır makinelilerle.Korkularından ineklerini daha önce içeriya aldıklarından ve kapılarının önüne yere yatırdıklarından bir türlü içeriye giremezler ve tabi ki inekleri de ölmüştür delikdeşik kurşunlarla.Dedem çok gözü kara bir insan olduğundan gençliğin de verdiği bir cesaretle 10-15 kilometre yolu kat ederek geceyarısı fransız askerlerinin besledikleri bir deveyi çalarak köye getirir.Bu olaydan sonra da adı "Deveci" ye çıkar kalır rahmetli dedemin. Ve miras olarak da yine rahmetli olan babama...
Sevgili Tülin, değerli hemşehrim yazınız gerçekten harika bir öykü, ânıydı...Ve üslubunuz, sözcük seçimleriniz, cümle kurgularınız da o kadar harika ve bütünlük içerisindeydi.
Seçkiyi hakeden mükemmel bir anlatımla kaleme aldığınız ânıl yazınızı ve emeklerinizi yürekten kutlarım.
Daha nice seçkilerde buluşmak dileklerimle...
Esen ve şen kalınız...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Yaşamak sonsuzluğu kazanmaya vesile ise iki dünya da mamur edilir...O yüzden, hayırlı yaşam uzun ulursa daha güzeldir...Tebrikler güzel yüreğinize...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Esenlikler dilerim.
Entellektüel-41
Ana ile hasbihal, ne de güzel olur.Gün gelir, o da kalır yadiğar.
Elinize sağlık.Saygılarımla.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Esen kalın.
Sanki bir annenin dizlerinin dibinde biriken şefkat rüzgârını içti şu an gönlüm! :(
Hayatında bir kere bile tebessüm etmeyen Hüsniye Hanım takıldı benim kafama...
Ne çok Hüsniye'ler var aslında...
Tebrikler...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Bir de Kasabaya gelen sirkin Palyaçosu gibi seyredenleri güldürürken, acıların beşiğinde sessizce ağıtlar yakan öyle yürekler var ki…Onları ancak kendileri tanıyabilir..
Sağolun varolun.
Ahlaksızlığın her türü sarmış ortalığı bir ağ gibi. Her şey dilde söylenir olmuş kolayca. Maneviyattan söz ederken bir yandan, ölüm gerçeği gözardı ediliyor öte yandan. Bir de sorarlar bana: Niye beklersin ölümü böyle sabırsızlıkla, yaşamak varken bir ömrü binbir tadıyla...
Afiyet olsun. Ramazan çayı nasıl da güzel bir tat bırakıyor damaklarda.
Eskilerden bir dem bir nem kaptım, oysa bu güzel anı doslugun nasılda güzel anlatıldıgını hatırlatıldıgını onca senler geçmesine rağmen hala anılması dogrusu beni çok mutlu eyledi, şimdi bu dostlukları yazacak kaç kişi kaldı hayatta ve şehirde bu köşelerde vesselam dostlar, güzel bir yazıydı bunun üzerine bir ramazan çayı içilir şimdi yazan kalemi yüregi kutlarım selam ve dua ile uzaklardan uzaklara.....
Hüseyin TOPHAN tarafından 7/20/2012 10:40:18 PM zamanında düzenlenmiştir.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Afiyet olsun. Ramazan çayı nasıl da güzel bir tat bırakıyor damaklarda