- 1105 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Eretna...
Tam otuz beş yıl Eretna… Tam otuz beş yıl seni onulmaz bir hasretle bekledim. Ama senden hiçbir şey kaybetmedim. Yüreğimde, ilk an ki tazeliğinde ve hep aynı yerdesin. Hani bir türlü dolduramadığım dipsiz boşluğun tam ortasında…
Tam otuz beş yıl Eretna… Her an gelebilecek bir muştuyla seni bekledim. İçimde hep dip diri umutlarla… Belki bilemezsin, yüzünde çiçeklenen bir gülümsemenin, teninden süzülen sümbüllerin, parmaklarında tomurcuklanan dokunuşların bendeki karşılığını. Bir an seni yaşayamamanın ızdırabını…
Eretna…
Bazen, hani öyle sıkılıyorum da, şuracığıma bir dev oturmuş gibi, çağırayım istiyorum seni. Belki iki ihtiyarın şimdi gençlerin oturduğu yerlerde oturup bir şeyler içmesi garip olur, belki Pierre Loti de kahvaltı yaparız. Hani bazen, “gel” diyesim geliyor Eretna. Gel Eretna, gel ki azad edeyim Yusuflarımı… Dipsiz kuyularımda karanlıklarım çağırdı adını. Su, sana Ay dedi, gel de bırak üzerime şavkını…
Eretna…
Şimdi nerdeyse güneş doğacak. Sen yine beyaz entarin içinde, yüzünde kocaman bir gülümseme, verandaya çıkacaksın. Sokağın iki yanına dikkatle bakınacaksın. Bilhassa sahile inen yokuşa takılacak bakışların. Sonra her nasılsa posta kutusuna uzanacak parmakların. Yine avuçlarına ödenmesi gereken faturalardan, reklam broşürlerinden başkası sığmayacak. Arkanı dönüp öyle bir kaybolacaksın ki eşikten, yüreğimde kurduğum kumdan kalelerim yıkılacak. Öyle bir keder çökecek ki üzerime, sensizlik tufanlarımı çağıracak. Usulca kapatacaksın kapıyı Eretna. Kapı üzerindeki zil bir kez daha haber verecek kanadı kırık turnaların yalnızlıklarını…
Çok geçmeyecek Eretna… Bir kaç dakika sonra, kesinlikle yedi buçuğu geçmeyecek, balkonda görüneceksin. Güneş yüzüne altın tozları serpiştirecek. Kuşlar bir başka ötüşecekler serenat yaparcasına. Ve sen, elinle toprağı okşarcasına yoklayacaksın saksı diplerini. Hayat bulacak parmaklarının dokunduğu her yaprak… Önce menekşelerle konuşacaksın, dudaklarında merhamet sözcükleri. Kim bilir neler anlatacaksın? Ve tembihleyeceksin sırdaşını, söz vermemesi için kötü rüzgarlara… Sonra lalelerin arasından seyredeceksin kapıcı Hayri’nin karşı apartmanlardan seğirtişini…
Orkidelerden birini iki parmağının arasına sıkıştırıp dudaklarından bir öpücük bırakacaksın taç yapraklarına. Aklım bir anlık uçuverecek başımdan. Bir anlığına kaybolacaksın sonra… Su getirip dikkatlice sulayacaksın sabah çiçeklerini. Ezberinden okurcasına bileceksin hangi çiçeğin ne zaman sulanacağını. Derken ta uçtaki güle yöneleceksin. Goncaların açılmasını sabırsızlıkla beklesen de kokusunu almayı unutmayacaksın. Bir ara bakışlarını sokağın karşısındaki pencerelerden birine, pencereme çevireceksin. Bir anlığına belli belirsiz bir gülümseme düşecek dudaklarına…
Ben pencerenin arkasından hep sana bakınıyorum Eretna… Belki sen bilmiyorsun ama duvar dibindeki lavantalara hep seni anlatıyorum. Hep seni izliyorum Eretna, bakışlarını güllerden üzerime çevirirken nedensiz geri çekiliyorum. Sen habersizce balkon kapısını aralık bırakıp tülleri çekerken, ben hep seni kaybetmekten korkuyorum.
Eretna…
Ne çok isterdim yüzünü yıkadığın bir avuç su olabilmeyi. Musluktan avuçlarına aşkla dolabilmeyi… Masmavi gözlerini gölgeleyen kirpiklerin gibi saklamıyı isterdim seni kötü bakışlardan. Ah, ne çok isterdim, gülünce yanağında peyda olan gamzenin içine düşen Yusuf olabilmeyi… Korkaklığımı o al çukurluğa saklayabilmeyi. Kıskançlıklarımı körükleyen pişmanlıklarımı unutabilmeyi…
Eretna...
Hani bazen, ıslanmak için yağmurda yürüdüğüm oluyor. Silik bir düş gibi geçiyorum kapından... Dilimde yitik bir umut türküsü, aklımda sen, yağmurdan bir kadın gibi tel tel, çizgi çizgi... Hani yağmur dursa kaybolacaksın sanki...
Eretna...
Beni bilemezsin sen, tanımazsın içimdeki çocuğu... Hıçkırıklarını duyamazsın gözyaşlarımın. Anlayamazsın yağmura tutulmuşluğumu... Bakamazsın gözlerimin derinliğine... Yağmur da yitip giderse bu adam, diye meraklanmazsın. Hissedemezsin ruhuma sicim sicim düşüveren yalnızlığı... Göremezsin saklanmışlığımı... Sahi, gözyaşımı yağmurdan ayırabilir misin, Eretna?
Hatırlıyorum da, otuz beş sene önceki beni, hani sana ait tek hatıramı tozlu raflara kaldırmak için çırpındığım o anı… Odanın içinde dört döndüğüm zamanı… Sana dair ne varsa tekrarımı. Sevdiğin rengi, sanatçıyı, yemeği; hoşlanmadığın sözleri, kokuları; gitmek isteğin yerleri, yaşamak istediğin mutlulukları, ayakkabı numaranı, çayı kaç şekerli içtiğini, uyuduğun saatleri… Haşlanmış havucu sevmediğini hiç unutmadım Eretna…
Şimdilerde yüzün kırışıklıklarla dolsa da, ellerinde yaşlılık izleri çıksada, gece siyah zülfünü aklara boysa da, sen benim için güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen şiirler kadar eşsizsin…
Tam otuz beş yıl oldu, yaşlandık Eretna. Benim başım senin de ellerin titriyor. Muhabbet kuşlarına yem verirken, hani adımı çağırıp “Günaydın Sinan Efendi” dediğin anda, düşecek oluyorum. Artık nefeslenerek çıkıyorsun merdivenleri Eretna, ardın sıra yalnızlıkların…
Tam otuz beş yıl oldu gözlerinden sürgün düşeli… Aşkımı sana söylemeyeli otuz beş yıl, sokağın sahile açılan yönünde yitip gitmeyi istedim. Artık biliyorum Eretna, balkon dibinde dikili gülün sahibini bildiğini… Duyabiliyorum sesindeki mahcubiyeti…
Çıplak kaldırım taşları üzerinde deniz kokan rüzgar… Kaldırımlarında biriken yağmur suyu ve martı sesleri… Sokağın sahile bakan yüzü…
Sen; tam otuz beş yıl onu bekledin, bende seni Eretna…
Yavuz Hakkani
YORUMLAR
Aşk ve sevgi, adına güzeldi fakat yaş 35 buluşma yolun yarısı, hayırlı olsun hayatın gerisi... Analtım ve yazı içerik güzeldi tebrikler... Selamlar...
Yavuz HAKKANİ
Yorumunuz için teşekkürler. Muhabbetle...