- 1104 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÜ.FE.K(TÜRK FEDAİLERİ KURULUŞU)
BÖLÜM 5
KANLA ATILAN İMZA
VE
YERYÜZÜ KRALLIĞI ÖRGÜTÜ
Olay yerine gelmişlerdi. Yağmur, rüzgârla beraber şiddetlendiği için, cesedi ihbar edenlerin dışında, vatandaştan kimse yoktu. Bu yüzden, polis kordonunu cesedin çok yakınından çevirmişlerdi. Cesedin üzerine çadır açmışlar, Emniyet Müdürü Ercan Bey, çadırın içinde söylenerek tur atıyordu. Arabadan indiklerini görünce, yağmura aldırmadan yanlarına geldi. Selamlaştılar.
“Mahmut Ali Bey, sevinsem mi üzülsem mi bilmiyorum. Bir cesede bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi. Bu sefer, kimliği gerçek bir kişi var elimizde.”
“İşte bu iyi haber Ercan Bey”
“Cesedin üzerinden çıkan kimlikteki ismi biliyorum. Resmide tanıdım. Aslında adamı da tanıyacak gibi oldum ama kandan yüzü seçilmiyor. İsmi, Cenk Alaaddin Güryayla,56 yaşında medyatik bir adam. Antalya’da üç tane büyük oteli var. Ailesine de ulaştık, oğluyla konuştum, hemen yola çıkacağını söyledi. Bir hafta Önce, Bolu’ya gidiyorum diye ayrılmış.”
“Var bu Bolu’da bir şey Ercan Bey, bizim de yolumuz düşecek gibi.”
“Bana da öyle geliyor. Cesedin durumu çok kötü, bu sefer temizlememişler.”
“Bekir Bey gelmemiş, savcı da yok?” dedi Özlem Müfettiş.
“Bekir Bey gelmeyecek, savcıya da ulaşamadık” diye cevap verdi Adem Baş Komiser.
Emniyet Müdürü söze girerek, Mahmut Ali’ye açıklama yaptı;
“Bundan sonra ceset olursa, doğrudan adli tıpa yollayacaktık. Ben yine de, siz bir görün istedim. Ne dersiniz, bizim katiller mi? Cesedin durumu farklı.”
“Bu adamın kim olduğu, ne iş yaptığı bizi çok aydınlatacak, aslına bakarsanız bende sevinecek gibi oldum” diyerek cesedin yanına eğildi ve incelemeye başladı.
Ceset, kan gölünün içinde gibiydi. Kana bulanmış kıyafetleri, rüzgârın taşıdığı tozların yapışmasıyla, kırmızı bir çamurla sıvanmış gibi duruyordu. Yüzündeki kan, bıyıklarında, kaşlarında, kirli sakallarında ve saçlarında birikmiş, pıhtılaşmıştı. Elleri, ayakları ve göğsünün sol tarafı parçalanmış, kalbi buradan çıkartılmıştı. Gözleri oyulmuş ve dili kesilmişti. Mahmut Ali buralarını kontrol ederken, diğerleri dehşete kapılmış bakışlarla seyrediyorlardı. Mahmut Ali, cesedi biraz daha inceledikten sonra, Ercan Beye döndü. Daha o bir şey söylemeden, Ercan Bey söze girdi;
“Bu adam öleli, birkaç saat olmuş değil mi Mahmut Ali Bey?”
“Evet, haklısınız Ercan Bey, ceset sıcak, yaraları daha yeni açılmış, halen kan sızıyor vücudundan. Büyük bir öfkeye maruz kalmış, ne yapmış ki bunun için?”
“Bizim katiller mi Mahmut Ali Bey, bu cesette Sır mafyasından mı?”
“Cinayeti işleyenler kesinlikle aynı. Ama bu ceset, sır mafyası ailesinden değil. Sadece bağlantılı bir kişi. Yoksa bunda da madalyon bulmamız gerekirdi. Yoktu değil mi?”
“Evet, yoktu Mahmut Ali Bey. Cesedin göğsünde, üç tane fotoğraf ve diplomaya benzer bir evrak vardı. Poşetle beraber göğsüne saplamışlar, sanırım ıslanmasın diye.”
“Şu, ’diplomaya benziyordu’ dediğiniz evrakı görebilir miyim, ilgimi çekti?” dedi Özlem Müfettiş.
Mahmut Ali, halen cesedin başındaydı ve Özlem Müfettişle aralarında üç metre kadar mesafe vardı. Adem Baş Komiser, poşetten çıkardığı evrakı Özlem Müfettişe uzatırken, Mahmut Ali’de bakmıştı. Evrakı gördükten sonra, bir süre Necdet’le bakıştılar. Özlem Müfettiş evrakı alırken hepsi baktığı için, Necdet’te görmüştü. Hemen sonra manalı bakışmaları, Ercan Beyin gözünden kaçmamıştı.
“Ne oldu arkadaşlar, çok endişeli bakıştınız. Nedir bu diploma mı?”
“Bunu sonra konuşalım Ercan Bey, gönderin bu cesedi. Rüzgârın alnında durmamızın bir anlamı yok, sıcak çayımızı içer konuşuruz. Aceleyle öldürmüşler ama yine bir iz bıraktıklarını sanmıyorum. Fakat bu acelenin sebebi düşündüğüm gibiyse, bu gece uzun olacak…”
“İnanın hiçbir şey anlamadım Mahmut Ali Bey, siz öyle diyorsanız, hemen yollayalım cesedi.”
Emniyet Müdürü bunu söylerken, hepsi cesedin başına toplanmışlardı. Necdet, cesede doğru biraz eğilerek, alçak bir sesle;
“Sakın o tarafa bakmayın, karşı yola park etmiş arabaların birinden izleniyoruz. Kırmızı minibüsün yanındaki siyah araba, iki kişi var içinde.”
“Ben sana demedim mi Özlem Hanım? Necdet Bey de çok dikkatli diye.”
Necdet yine cesede doğru eğilerek, alçak bir ses tonuyla Emniyet Müdürünü uyardı;
“Ercan Bey, o mesafeden bizi dinleyebilirler. Rüzgâr ve yağmur, dinlemeyi engeller diye alçak sesle konuşuyorum, hava güzel olsaydı yazarak verirdim söyleyeceklerimi, yine de sesimizi yükseltmeyelim, farkına vardığımızı anlamasınlar.”
“Doğru söylüyorsunuz” diye fısıldadı. Belli etmeden o tarafa baktı ve devam etti sözlerine;
“Necdet Bey, kırmızı minibüsün yanındaki arabanın camları karartmalı, nasıl fark ettiniz içinde birilerinin olduğunu, hatta kaç kişinin olduğunu?”
“Sabırla Ercan Bey, gelirken solladılar bizi, buraya geldiğimizde, aynı araba şimdiki yerine park etmişti. Görmediğimizi düşünmüş olmalılar, torpidodan bir şey aldılar. Torpidonun açılmasıyla vuran ışıktan, iki erkek göründü. Direksiyondaki, dördüncü sigarasını yaktı. Orada, birilerini bekliyor olmaları çok mantıksız, bizi seyrediyorlar. Muhtemelen de takip edecekler.”
“Sizi çözmek mümkün değil arkadaşlar, tam bir bilmecesiniz” diyerek, Adem Baş Komisere talimat verdi;
“Adem, yolla bu cesedi, biz ayrılınca da, çaktırmadan arkalarından dolaş.
“Adem Baş Komiser bizden önce ayrılsın, kafeteryanın girişindeki sokakta beklesin. Takip ederse anlarlar, mutlaka iki araç gelmişlerdir. Aslında hepimizin adreslerimizi bildiklerine eminim, ne diye buradalar düşünmek lazım.”
Necdet beyin bu sözlerine gülümseyerek;
“Adem, Necdet beyin dediği gibi hareket et.”
Ercan Bey bunu söyledikten sonra Mahmut Ali’ye döndü;
“Mahmut Ali Bey, inanılmaz zeki bir adamsınız.”
“Teşekkür ederim, neden böyle söylediğiniz anladım?” diye cevap verdi gülümseyerek.
“Biz de bilsek, ne olduğunu pek anlayamadım da” diyerek, biraz öne eğildi Özlem Müfettiş. O’nu, Azap cevapladı;
“Bu olay hepimiz için tehlikeli bir hal aldı. Mahmut Ali Ağabey cesetle ilgileneceği için, çevrede olanlara dikkati zayıflayacak, bizim de çok dikkatli olmadığımızı bildiğinden, Necdet Ağabeyden gelmesini istedi. Çünkü Necdet Ağabey, etrafında olan hiçbir şeyi kaçırmaz.”
“Evet, Müdür Bey söylemişti Necdet Ağabeyin çok dikkatli olduğunu.”
“Yaa, biz boş konuşmayız kızım, nasıl çıktı dediğim.”
Emniyet Müdürünün sözünü keserek, araya girdi Mahmut Ali;
“Arkadaşlar, bir şeye karar verdiyseniz hemen gidelim buradan.”
Emniyet Müdürü, Mahmut Ali’nin telaşının sebebini anlamıştı ve sordu;
“O evrak bir diploma, değil mi Mahmut Ali Bey? Ne olduğunu biliyor olmalısınız, uzaktan göz ucuyla görmenize rağmen rahatsız oldunuz.”
“Evet, ne olduğunu biliyorum. Sadece bir efsaneydi, görünce çok şaşırdım. O evrak diploma değil, bir tapu. Yeryüzü Krallığı Tarikatının hizmetine seçilenlere verilen ve seçilenin kanıyla mühürlenmiş bir tapu. Fakat madalyonlarından haberim yoktu.”
“Gizli örgütler hakkında bilgi vermiştiniz bize ama bundan bahsetmediniz.”
“Sadece efsane olarak kalmış birçok gizli örgüt var, isimlerinden başka bir ispat yok, masaldan ibaretler, onlardan da bahsetmedim. Fakat anlatılanların en tehlikelisi ve hepsinin korktuğu tek tarikat bu. Masal severseniz anlatayım diyeceğim de, bu tarikat masal değilmiş sanırım, demek ki gerçekten ne olduğunu çözememişler, halen anlamaya çalışıyorlar…”
“Kim çözememiş Mahmut Ali Bey? Çözselerdi, anlasalardı ne olurdu?”
“Yeryüzü Krallığı Tarikatını diyorum, üyelerini kimin öldürdüğünü, kendilerine kimin saldırdığını çözememişler. Eğer çözmüş olsalardı, şimdiye kadar çoktan ölmüştük. Şu anda ortamıza bir roket düşebilirdi.”
“Ne diyorsunuz Mahmut Ali Bey, o derece mi sıkıntılı bu soruşturma?”
“Evet, o derece Ercan Bey.”
“Kafam karıştı yine, bir fantastik ilişkilerimiz eksikti o da oldu. Adem, sen git hadi. Organize ettin mi burayı?”
“Evet, müdürüm, arkadaşlar gerekeni yapacak.”
“İyi, git o zaman. Biz de az sonra çıkarız, ver şu fotoğrafları unutmadan, Azap baksın. Sakın bir müdahaleye kalkışma, çatışmaya falan girme, sadece izle.”
Adem Baş Komiser ayrılmış, bir ekip olay yerini toparlıyordu. Azap, fotoğraflarla İlgileneceği için, arabasının anahtarlarını Emniyet Müdürüne uzattı.
“Bu canavarı sürmek keyifli olacak” diyerek, direksiyona geçti. Mahmut Ali önde, Azap, Necdet ve Özlem Müfettiş arkada, kafeteryaya doğru yola çıktılar.
Emniyet Müdürü, Mahmut Ali’ye hitaben;
“Bu cesedin durumuna ne diyorsunuz?”
“Sizin de anladığınız üzere, öleli birkaç saat olmuş, canlı canlı kesmelerinin dışında, işkence etmemişler. Kan çamurundan bir şey anlamak mümkün değildi. Bu gizli örgütle bağlantılı olduğu kesin, ya da en azından bunu öldürenler öyle düşünmüşler.”
“Neden bir adamın ellerini, ayaklarını ve göğsünü parçalarlar? Gözlerini oyar, dilini keserler, bunu açıklamak mümkün mü Mahmut Ali Bey?”
“Tam olarak emin değilim ama gitmemesi gereken bir yere gitmiş, ayaklarını parçalamışlar. Dokunmaması gerekene dokunmuş, ellerini parçalamışlar. Görmemesi gereken bir şeyi görmüş. Kalben onaylamış ve konuşmaması gerekeni konuşmuş. Büyük bir suç işlediğine inananlar, bu eylemi yaptığı organlarını parçalayarak cezalandırmışlar.”
“Bu çok gaddarca bir hareket, inanamıyorum” diye söylendi Özlem Müfettiş.
Emniyet Müdürü söze girerek, Mahmut Ali’ye hitaben;
“Eğer tahmin ettiğim gibiyse, bu gece uzun olacak demiştiniz Mahmut Ali Bey, neden böyle söylediniz?”
“Aceleyle öldürmüşler gibi. Haklarında bir delil bulamadığımızı biliyorlar, çünkü delil bırakmadılar. Profesyoneller, yakalanmayacaklarını biliyorlar. Öyleyse neden acele ettiler? Çünkü bu cinayetlerden sonra örgütün harekete geçeceğini biliyorlar, başkaları zarar görmesin diye mesajlarını hızlıca verecekler. Ya da, örgütün sinirlerini gerip, açığa çıkmalarını ve hata yapmalarını sağlamaya çalışıyorlar. Biraz karıştı işler.”
“Şimdi bu öldürülenler, Yeryüzü Krallığı Tarikatı üyeleri öyle mi? Ne iş yapar bu tarikat? Bunları öldürenler mesajlarını hızlandıracaklardan kastınız, ceset mi çoğalacak elimizde?”
“Dediğim gibi Ercan Bey, işler biraz karıştı. Böyle bir tarikat yok, sadece anlatılmış bir efsane var. Belki birileri özenti ya da yanıltmak için yapıyorlar bunları. Eğer bu tarikatın varlığı gerçekse, emekliye ayrılmanız en iyisi. Bunlara bulaşan, bunları öldürmedikten sonra kendini kurtaramaz. Mesajlarını hızlandırırlarsa bu gece uzun olur demekle; Haklısınız, elimiz de ceset çoğalacak demek istedim.”
“Desenize eyvah bize Mahmut Ali Bey… Necdet Bey var mı bir hareket, takip ediliyor muyuz?”
“Henüz kimse görünmüyor, nereye gideceğimizi biliyorlardır zaten. Muhtemelen kafeterya civarında olacaklar.”
“Yahu bunlar telefonlarımızı da dinlerler.”
“Haklısınız Müdür Bey, çoktan yapmışlardır bunu” diye cevapladı Mahmut Ali, sonra Azap’a dönerek, bu konu da yapabileceği bir şey olup olmadığını sordu.
Azap, yakın dostu, kayıp aileleri dernekleri genel başkanı Celal Kanca’yı aradı ve telefonlarının dinlenmesini nasıl engelleyeceklerini sordu. Olumlu cevap alınca, dinlemeye karşı yazılım yüklenmiş altı adet telefon göndermesini rica edip görüşmeyi bitirdi.
Kafeteryanın olduğu sokağa girmişlerdi. Adem Baş Komiserin arabasını, sokağın girişinde gördüler. Necdet, Adem Baş Komiserin çaprazın da duran arabayı göstererek, daha önce sokakta görmediğini söyledi. Bu dikkati, Emniyet Müdürünün çok hoşuna gitmişti ve Adem Baş Komiseri arayıp, aracı tarif etti. Adem Baş Komiser, onlar telefonda görüşürlerken, aracın hareket edip gittiğini, plakasını aldığını söyledi. Emniyet Müdürü, Adem Baş Komiserle araba hakkında görüştükleri esnada, Adem Baş Komiserin arabanın hareket ettiğini söylemesi üzerine, telefonların dinlendiğini anlamıştı ve durumu diğerlerine bildirdi.
Saat:03. 25
Kafeteryadan içeri girdiklerinde Özlem Müfettiş, çay için ocağın altını yakmaya gidince, hepsi gülümsedi. Bir aile gibi olmuşlardı, herkes, kafeteryadaki her şeyin yerini öğrenmişti.
Azap, cesedin göğsündeki fotoğrafların bilgisini almıştı. Bilgisayara aktarıp, ekranda göstererek anlatmaya başlayınca, fotoğraflardakilerin kim olduklarını hepsi anlamıştı.
“Şu intihar ettiği söylenen mühendisler değil mi bu gençler?” diyerek söze girdi Emniyet Müdürü, O’nu Özlem Müfettiş cevapladı;
“Evet Müdür Bey, intihar ettikleri masalı anlatılmıştı.”
Azap, ekranda göstererek bilgi vermeye başladı;
“Birinci fotoğraf, Ali Fuat Tekcan, makine yüksek mühendisi, onuncu kattaki balkonundan atlayarak intihar ettiği rapor edilmiş. Ailesi, akrabaları ve arkadaşları, intihar edecek bir sebebi olmadığını ve böyle bir kişi olmadığını ifade etmişler. Ölüme atlayışındaki sır, çözülememiş.
İkinci fotoğraf, Şaziye Tokmak, bilgisayar yüksek mühendisi, Evinin banyosundaki küvetinde, bileklerini keserek intihar ettiği rapor edilmiş. Ailesi, akrabaları ve arkadaşları, hayat dolu olduğunu, asla intihar etmiş olamayacağını ifade etmişler.
Üçüncü fotoğraf, Aşur Taşdöven, elektronik yüksek mühendisi ve nano teknoloji bilimleri öğrencisi. Tatil için gittiği otele yakın bir yolda, arabasının içinde başından vurulmuş olarak bulunuyor. Bu mühendisimizin de, ailesi, akrabaları ve arkadaşları, yapılan soruşturmalarında asla intihar edecek bir kişi olmadığını, düzenli, mutlu bir insan olduğunu ifade etmişler. Zaten, intihar edecek birinin, tatile gitmesi çok ilginç
Bu üç olayda da, intihar ettiği söylenen mühendislerimizin hiç biri, bu eylemi yapacak kişiler değil, hiç bir maddi ve manevi sıkıntıları yok, hepsi hayat dolu, genç ve oldukça iyi kazanıyorlar, hepsi ev sahibi, lüks arabaları var, böyle bir insan neden intihar etsin ki?
Daha ilginci, üçü de aynı proje üzerinde çalışıyor olmaları, savunma sanayimiz açısından çok önemli bir proje üzerinde çalıştıklarını, başarıyla sonuçlanacağını açıklıyorlar ve arka arkaya intihar ediyorlar. Ölümlerinin arkasında başka sebeplerin olduğu çok açık…”
“Projeleri neymiş biliniyor mu?” diyerek, söze girdi Mahmut Ali.
“Projeleri bilinmiyor, aslında biliniyor olmalı ama açıklamamışlar. Zaten, olay aydınlatılamadı. Bu konuda resmi olmayan açıklamalar var. Uçak, tank, helikopter, füzeler gibi, bilgisayar sistemli savaş araçlarımızın kontrollerine müdahale edilebilmesini önlemek üzerine geliştirdikleri bir proje üzerinde çalışıyorlarmış. Üçü de ardı ardına öldüğüne göre, ben öldürüldüklerinden eminim. Demek ki projelerini gerçekleştirmişler.”
“Savaş araçlarımızın kontrollerine nasıl müdahale edecekler anlamadım?” dedi Emniyet Müdürü. O nu, Özlem Müfettiş cevapladı;
“Mesela savaş uçağı alıyoruz, tank, füze alıyoruz. Bunları aldığımız ülkeler, ana yazılımlarını vermiyorlar. Yani, aldığımız bu araçlarla savaşa girsek, bizim milyarlar ödeyip aldığımız bu savaş araçlarını, bilgisayar sistemlerine müdahale edip, etkisiz hale getirebiliyorlar.”
Emniyet Müdürü yine köpürmüştü;
“Ne diye bu milletin parasını bu teneke yığınlarına veriyorlar o zaman kardeşim. Madem bir halta yaramayacak alma. İşine yaramayan malı ne yapacaksın? Mal mı bunlar?”
“Eh işte, geri zekalılar diyeceğim ama gayet akıllı insanlar yapıyorlar bu alımları. Kim bilir neler dönüyor ihalelerde. Milleti düşünen var mı? Yok demek ki. Keseleri dolsun da, isterse uçak diye su tabancası alsınlar. Belki de haberleri bile yok, övüne övüne aldıkları, süper teknoloji dedikleri araçların kontrollerinin ellerinde olmadığından. Çalıştırıp sürmeyle, havalandırıp uçurmayla, bizim zannediyorlar bekli de, bilmiyorlar ki havada motorları kilitleyecek, bilgisayar yazılımları başkalarının ellerinde. İşte bu üç mühendisimiz de, alınan savaş araçlarımızın bilgisayar kontrollerine, başkalarının müdahale etmesini engelleyecek bir proje başarmışlardı. Yani, millet namına çok büyük bir iş başarmışlardı” dedi Azap.
“Memleket adına bir şey yapmak isteyince, hayatları alınan diğerleri gibi, bu gençleri de öldürmüşler. Yetişmesi çok kolay olmayan, akıllı insanlarımızın öldürülmesi, birilerinin vicdanına dokunmuyor mu da, neredeyse hepsi faili meçhul kalmış. Kim engelliyor bunların çalışmalarını? Kim engelliyor bunların başına ne geldiğinin araştırılmasını? Kim öldürüyor bunları? Yazık olmuş bu üç gence, Allah mekanlarını cennet etsin bu Şehitlerimizin de” diyerek, ayağa kalktı Necdet. Bunları söylerken, kafeteryanın içinde tur atıyordu ve devam etti sözlerine;
“Bir ülkenin beyin takımı çökerse, o ülkeden hiçbir halt olmaz, kaldır at çöpe. Ne olacak ya, bilgi yok, teknoloji yok, vay anasını arkadaş.”
Aslında hepsinin morali bozulmuştu. Çaylarını bile içmediler. Adem Baş Komiser Emniyet Müdürünü arayarak, plakanın sahte olduğu bilgisini verdi. Emniyet Müdürü, hiç şaşırmadığını söylerken, sinirli bir tebessüm oluştu yüzünde ve oradakilere dönerek;
“Yahu, eğer kafamda yanlış toparlamıyorsam, bu adamlara işkence edip öldürenleri tebrik etmek geliyor içimden. Nereye geldik arkadaş. Mahmut Ali Bey, şu Yer Yüzü Krallığı Tarikatını bir anlatın hele, çok kafamı kurcaladı. Kim bu şerefsizler? Ülkemize gelmiş örgütlenmişler. Bilim adamlarımızın, mühendislerimizin canına kıyıp, tüyü bitmemiş yetimin hakkına ilişiyorlar. Hangi, anasını gavur döllemiş de peydahlanmış sütü bozuk, bu değerlerimizi Şehit edenlerden hesap sormuyor? Yazıklar olsun bu topraklarda yedikleri içtikleri. Ulan, benim de birkaç tane vatan haini öldüresim geldi be!”
“Sakin ol Ercan Bey, öldürenleri de buluruz, ölenleri de buluruz. Mühendisimize, bilim adamımıza kim ne yaptı, onu da buluruz” diyerek, sakinleşmesini istedi Mahmut Ali, Emniyet Müdürü gerçekten çok sinirlenmişti. Yüzü kızarmış, gözleri kanlanmıştı.
“Sen bir anlat Mahmut Ali Bey, kimmiş bu Yeryüzü Krallığı Tarikatının deyyusları? Bunları öldürenleri bulmayalım ben vazgeçtim. Bırakalım da kökünü kazısınlar bu şerefsizlerin. Biz de bunları bulalım, biz de öldürelim.”
Mahmut Ali, tarikatı anlatmaya başladı;
“Tam olarak bilinmese de, 1800’lü yıllarda kurulduğu söylenir. Çünkü 1865 yılının kışında, o tarihlerdeki çok değerli 49 bilim insanı kaybolmuştur. Bir daha da bulunamamış ve bu gün bile akıbetleri sır olarak kalmıştır. Şeytanın bizzat kurdurduğu söylenir. Şeytan, en sevdiği yedi hizmetkârını bir araya getirir. Bunlar, zengin ve bedenen de çok güçlü insanlardır. Bir ayin düzenlerler. Şeytan, gerçek suretinde görünerek onurlandırdığı hizmetkârlarına, ne yapmaları gerektiğini bizzat anlatır. Sağ ellerinin başparmaklarını tam ortadan dikine doğru keserek, altın harflerle yazılmış kurucu belgelerini, kanlı parmaklarını basarak mühürlerler. Güneşin ve ayın doğup battığı bütün toprakları kendi mülkleri sayan bir yasayla, insanlık tarihinin en acımasız, en sadist tarikatını kurarlar. Sekiz kral olarak bilinirler. Birinci ve baş kral, şeytanın kendisidir. Diğer yedi kral, büyük bir arazi alırlar ve satanistler için bir mabet yaptırarak, faaliyetlerine başlarlar. Yedi kralın her birine, yedi bilim adamı hizmet eder.”
“Yedi krala, yedişer bilim adamı, yani 49 bilim adamı. 1800 de kaybolan 49 bilim adamını bunlar kaçırmış” dedi Emniyet Müdürü. Mahmut Ali devam etti sözlerine;
“Bu hiçbir zaman ispatlanamadı. Başka bir planı gizlemek ve dikkat dağıtmak için çıkarılan bir söylenti de olabilir. Bu yedi kral, yine her birine hizmet etmesi için, yüz adam yetiştirmeye ve onları eğitmeye başlar. Daha sonra da, hizmetlerinde kullanabilecekleri, işlerine yarayacak bazı kimseler için de örgütlenmeye başlarlar. Kendilerine tabi olanlara, altın harflerle yazılı ve tabi olanın kendi kanıyla mühürlü, cesedin üzerinde bulduğunuza benzeyen belgelerden verirler. Bize bağlısınız, bizim içimizden yer aldınız, ya da bunun gibi. Çok acımasız ve gaddar oldukları ve insanları vahşice öldürüp teşhir ettikleri için, karşılarında durmaya, onları deşifre etmeye kimse kalkışmaz. Çok daha güçlenince, bu yedi kral, birer ülke seçerler ve krallıklarını genişletmeye başlarlar. İşte, Yeryüzü Krallığı Tarikatının hikâyesi bu.”
“Cesetlerde bulduğumuz madalyonlarda bu anlattıklarınızı doğruluyor. Madalyonun beşinci krala ait olduğunu söylüyordunuz. Demek ki beşinci kral da bizim ülkemize geldi. Nasıl tahmin, ne dersiniz Mahmut Ali bey?”
“Evet, kulağa çok mantıklı geliyor Ercan Bey.”
“Bu tapular da, altın harflerle yazılanlar bilinmiyor mu Mahmut Ali Ağabey?” dedi Özlem Müfettiş.
“Söylediğim gibi, sadece kendilerinin anlayacağı bir alfabe kullanıyorlar. Bu alfabeyi ilk öğretenin de, şeytanın bizzat kendisi olduğu anlatılmaktadır.”
“Bunlarla, yaklaşık iki yüz yıldır baş edememişler, bu iş çok zorlu olacak, kim bilir nerelerde adamları vardır? Ülkenin ne kadar derinlerine kök salmışlardır? Fil ile tilki hesabı oldu bu iş, tilki ne kadar kurnaz olsa da, fil bu, ufacık tilki ne yapsın arkadaş.”
Mahmut Ali, Emniyet Müdürünün bu söylediğine bozulmuştu. Biraz yüksek sesle konuştu;
“Fil değil, dağ olsalar ne olacak Müdür Bey? Kazma kürekle dağ biter, yeter ki azmetsin insan, filden korkmuş herkes, kimse başkaldırmamış, onun da hortumu uzadıkça uzamış.”
“Doğru söylediniz, bakalım nereye varacak bu işin sonu?” derken, telefonu çaldı Emniyet Müdürünün, arayan Adem Baş Komiserdi.
Saat:04. 30
“Ne oldu Adem, beni mi özledin?”
“Müdürüm, bir cesedi daha ihbar etmişler. Olay yerine giden ekip, bizim soruşturmayla alakalı olduğunu tespit edince, Cemali’yi aramışlar. Şimdi aradı beni, olay yerine gidiyorum.”
“Yahu iyice azıttı bunlar, hiç mi uyumazlar arkadaş. Ne katillermiş yahu. Adresi ver Adem, bize uykuyu haram edecekler.”
“Doğu kent caddesinden,446.sokağa dönüp, sağdaki 450. Sokaktan devam edin, soldaki 90. Sokak girişinde…”
“Amma adres verdin kardeşim, zaten kafam kazan gibi. Azap’a veriyorum, O’na anlat. Bu da manyak, uykusuz kaldı ya, sağdaki soldaki deyip duruyor” diye söylenerek, Azap’a uzattı telefonu ve devam eti sözlerine;
“Bir ceset daha bildirmişler, bizim katiller işi seriye bağladı. Bu Yeryüzü Krallığımı ne zıkkımsa, hepsini öldürecekler galiba. Artık kaç kişiyseler, aylarca ceset topla, ne dersiniz çıkalım mı arkadaşlar. Bir sanat eseri ceset daha… Bekletmeyelim.”
Toparlanıp, olay yerine doğru yola çıktılar.
BÖLÜM 6
FİL VE TİLKİ
Olay yerine vardıklarında, hava aydınlanmaya başlamıştı. Yağmur, bir saat kadar önce durmuştu ve hava oldukça soğuktu. Adem Baş Komiser, geldiklerini görünce onlara doğru ilerledi. Selamlaştılar. Emniyet Müdürü, cesedin üzerini kapatmadıklarını görünce, söylenmeye başladı.
“Adem, bu cesedin üzeri niye açık?”
“Ben de az önce geldim efendim.”
“Olay yeri inceleme de gelmemiş.”
“Henüz kimse yok.”
Konuşarak cesedin yanına kadar gelmişlerdi. Yaşlıca bir adam, cesedin hemen yanında ellerini önünde bağlamış, ürkek bir ifadeyle duruyor ve titriyordu. Sabah işe giderken, cesedi bulup haber veren fırın işçisiydi. Adamı bekletmemelerini, ifadesini ve adresini aldılarsa göndermelerini söyledi Ercan Bey.
Cesedi gördüklerinde, şaşkın ifadelerle birbirlerine baktılar.
“Nasıl bir katliam bu?” diye söylendi Özlem Müfettiş.
“Kopya cinayet olmasın bu Mahmut Ali Bey?”
“Neden böyle düşünüyorsunuz Ercan Bey? Bir önceki cesedi görünce de böyle söylediniz.”
“Ne bileyim, evet cinayetin işleniş biçimi aynı ama bizim katillerin tıp bilgisi vardı. Cesetler tertemizdi, bir damla kan yoktu ve çok özenmişlerdi. Bu son iki cesedin haline bakın, şuna bir bakın Mahmut Ali Bey, Özlem Hanımın dediği gibi ben de anlamıyorum, bir insan ne yaparsa yapsın, böyle öldürmek niye?”
“Bu cinayetleri işleyenler, Yeryüzü Krallığı Tarikatının peşinde. Ya da isimleri her neyse, cinayeti işleyenleri boşuna arıyoruz, bulmamız imkansız. Aslında, biz onlara yardım ediyoruz.” diyerek söze girdi Azap. Emniyet Müdürü, garip bir ifadeyle baktı Azap’a;
“Ne demek yardım ediyoruz? Aferin Azap, bizi suça ortak etseydin. Nasıl yardım ediyoruz oğlum? Ne diye böyle söyledin şimdi?”
“Üyeleri bu şekilde öldürülen tarikat, bunu kimin yaptığını bilmiyor. Nasıl öğrenecek? Bizi izleyecek, bizi bekleyecek. Evet, kendileri de muhakkak arayış içindeler ama bizimle paslaşmaları gerekecek. Çünkü bu soruşturmaya bakan tek ekip biziz. Bize görünecekler, bizimle paslaşmak isteyecekler. Dolayısıyla, katillere de görünecekler. Sadece bir ayrıntı var…”
“Doğru yahu, olur mu olur. Ayrıntıyı da ben söyleyeyim de, müdür düşünmüyor demeyin, bu cinayetleri işleyenler, bize görünen tarikat üyelerinden nasıl haberdar olacaklar? Eğer, biz katillere yardımcı oluyorsak, bizim yardımımızdan nasıl faydalanacaklar? Bizim de bu ayrıntı üzerinde durarak, iyi bir mantık yürütmemiz gerekir. O zaman, biz de bunları tanıyacağız.”
“Bu gece bizi izleyenleri, tarikatın üyeleri zannettik. Belki de katillerdi.”
Mahmut Ali, Azap’ın bu sözü üzerine, önce Necdet’e baktı. Bir birilerine hafifçe tebessüm ettiler. Sonra, aynı tebessümle Azap’a baktı. Diğerlerine çok anlamsız gelmişti bu tebessümleri, ne yeri ne zamanı diye düşündüler. Espri yapanda olmamıştı. Emniyet Müdürü, açık sözlü ve aklındakini yüze söyleyen bir adam olduğu için, hemen sordu;
“Neden gülümsediniz Mahmut Ali Bey?”
“Azap’ın sözüne gülümsedik. Necdet’le dikkat oyunu başlatmışlar aralarında. Şimdi de, ayaküstü sizinle başladı. Necdet bu işe alıştırmış çocuğu, aklında kurduğu mahkemenin kararını söylüyor size.”
Meseleyi anlayınca, Azap’ın yüzünde de bir gülümseme oluştu. Mahmut Ali devam etti sözlerine;
“Cesedin yanına ilk geldiğimizde, hepimiz çok düşünceli bakıyorduk. Aklımızdaki ilk soru, bu adamlar böyle öldürülmeyi neden hak ettiğiydi.”
“Evet, bende öyle düşündüm ama neden bahsettiğinizi anlamadım. Dikkat oyunu falan, dikkat mi kaldı biz de, sabah akşam cinayet. Lütfen cesede dönsek, zaten aklım gelip gidiyor. Azap, sen de aklımı karıştırma oğlum, nereden çıkartıyorsun katillere yardım ettiğimizi, katiller bu adamları tanımasa, kimi öldüreceklerini nasıl bilecekler. Esas kimseyi tanımayan biziz.” dedi Emniyet Müdürü. Özlem Müfettiş ve Adem Baş komiser de katıldı kendisine.
“Peki peki, konumuza dönelim. Zaten bu şekilde yorumlarsak, yanlış yerden bakmış oluruz. Azap’ın haklı olduğunu da söylemeden edemeyeceğim, hem ölenlerin yakınları, hem de öldürenler tarafından izleniyoruz. Ölen tarafı, bunu yapanı bizim üzerimizden bulmak arzusunda. Çünkü gerçekten bilmiyorlar kimin saldırısına uğradıklarını. Eğer bilseydiler, daha çok ceset olurdu elimizde. Öldüren taraf da, bizim bu cinayetleri duyurmamızı istiyorlar, bu ölenlerin kim olduklarını, ne iş yaptıklarını açıklamamızı istiyorlar. Kamuoyunun bu meseleyle ilgilenmesini, sorular sorulmasını istiyorlar. Ama şimdilik bunu yapamayacağımızı biliyorlar, elimizde bir şey olmadığı için, çok sürmez söyleyecek bir şey verirler.”
“İstedikleri açıklamayı yapmıyoruz, yapamıyoruz daha doğrusu.” dedi Emniyet Müdürü ve devam etti sözlerine;
“Bu söyledikleriniz çok mantıklı Mahmut Ali Bey, ben de sizin gibi düşünüyorum. Hadi açıklayalım kamuoyuna, herkes bilsin ne olduğunu, cinayetlerin nasıl işlendiğini. Katillere o zaman yardım etmiş oluruz. Azap haklı. Ama yapmıyoruz, yapamıyoruz. Çünkü ne öldürülenler, ne ölenler hakkında bilgimiz var. Sadece sizin deneyimlerinizle geldik buralara kadar. Ne açıklayalım vatandaşa, ne verelim habercilerin eline, sadece cinayetlerin işleniş biçimini biliyoruz. Kanıt yok delil yok. Ne diyeceğiz? Şöyle kesmişler böyle doğramışlar, adamların kalbini çıkarmışlar… Gülerler bize, tepemize binerler, çözmemizi isterler, gerisi komplo teorisi değil mi efendim? Yok birileri ülkeye müdahale etmiş, zarar vermiş, halen devam ediyorlar zarar vermeye, şimdi birileri de bunları öldürerek durdurmaya, vahşice katlederek gözlerini korkutmaya, bunlardan korkanlara da cesaret vermeye başlamış mı diyeceğiz? Gerçeğin böyle olduğunu sadece biz, öldüren ve ölen taraf biliyor. Aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık…”
“Doğru dersiniz, biz teoriler üzerinde durmayacağız, elimizdekine bakacağız, kesin sonuç, kesin bilgiden çıkar. Evet, ülkeye müdahale var, ne yapmışlar tam olarak öğrenelim, o zaman açıklarsınız kamuoyuna, milleti bilgilendirir, gerçekleri gösterirsiniz.” dedi Mahmut Ali.
Cesedin yanına eğildi ve incelemeye başladı. Bu küçük tartışmayı sonlandırmışlardı. Bu arada, olay yeri inceleme gelmiş, çevreyi inceliyorlardı. Emniyet Müdürü, onlardan aldığı eldivenleri Mahmut Ali’ye uzattı. Adem Baş Komiser, cesedin göğsüne çivilenmiş fotoğrafı ve Yeryüzü Krallığı Tarikatının tapusu olduğunu düşündükleri evrakı, Emniyet Müdürüne uzattı. Fotoğraf ve evraka biraz baktıktan sonra Azap’a verdi. Tekrar Adem Baş Komisere dönerek;
“Cesedin kimliği belli mi?”
“Evet müdürüm, ismi Hilmi Gümüşcan, 56 yaşında, Bolu Abantlı. Az evvel ailesine ulaştık. Cesedi teşhis için geliyorlar.”
“Ne iş yapıyormuş belli mi?”
“Gümüşcan Yapı isimli bir firmanın sahibi. İstanbul, Bolu ve Ankara’da toplu konutlar ve büyük alışveriş merkezleri yapıyormuş.”
“Desene çok zengin…”
“Evet müdürüm, öyle görünüyor.”
“Siz ne dersiniz Mahmut Ali Bey?” diyerek, cesedin yanına eğildi.
Mahmut Ali, büyük bir dikkatle cesedi incelemeye devam ediyordu. Emniyet Müdürü, dikkatini dağıtmamak için, devam etmesini rica ederek sessizce beklemeye başladı. Bu cesedin durumu da çok kötüydü. Elbiselerinin üzerinden, vücudunun her yerine çiviler saplanmış, parmakları rast gele bir birine çivilenmişti. Ayakkabılarının üzerinden ayaklarına, bacaklarına, gövdesine, kollarına, yüzünün her yerine… Saçlarını araladı ve sadece kafasında yirmiye yakın çivi saydı. Bunun da kalbini sırtından, elbiseleri üzerindeyken almışlardı. Biraz daha inceledikten sonra, eldivenleri çıkartarak cesedin üzerine bıraktı. Emniyet Müdürüne dönerek;
“Öleli beş Ya da altı saat kadar olmuş. Bu beş cinayeti işleyenler de aynı kişiler, yöntem de aynı. Yine her hangi bir delil yok.”
“Ne dersiniz Mahmut Ali Bey?”
“Artık, gerçek kimlikler üzerindeyiz. İyi bir araştırma yapmak lazım, birinci cesetten bir şey çıkmadı. Kimliği sahte olanların da izini süremedik. Bu son iki cesetten çok şey öğreneceğiz. Fakat öncelikle derim ki, iyi bir dinlenelim Ercan Bey. Herkes çok yorgun, sağlıklı düşünmek istiyorsak biraz uyumamız lazım, siz ne dersiniz?”
“Haklısınız” dedi ve Özlem Müfettişe dönerek devam etti sözlerine;
“Bu düzenlemeyi siz yapın Özlem Hanım. Benim beynim durdu artık. Bu yaştan sonra akıl oyunları oynamak ağır geliyor. Adem sana da söylüyorum, Özlem Hanımla beraber, tam bir araştırma yapın. Ne kadar dinleneceğiz, ne zaman başlayacağız? Bu cesetleri teşhis için gelenler öğleni bulmaz burada olurlar. Ne yapalım Özlem Hanım, bir plan geliyor mu aklınıza?”
“Bu cesetle işimiz yoksa…” diyerek Mahmut Ali’ye baktı Özlem Müfettiş, Mahmut Ali hayır anlamında kafa sallayınca, devam etti sözlerine;
“Cesedi gönderelim. Bir memur arkadaşı, adli tıp işleriyle ve cesetleri teşhis için gelenlerle ilgilenmesi için görevlendirelim. Onlara, öğleden sonra ikiye kadar beklemelerini söylesin. Bir kaç memur arkadaşı da, cesetler hakkında bilgi toplamakla görevlendirelim. Biz de beş saat kadar dinlensek yeter. On iki gibi kafeteryada buluşalım, yemekte iyi bir plan yapar, ne yapacağımıza karar veririz.”
Hepsi onaylayınca, Adem Baş Komiser birkaç memura gereken talimatı verdikten sonra, cesedi yolladılar.
“Ben Adem’le gidiyim, evler yakın nasıl olsa” dedi Emniyet Müdürü.
Vedalaşıp ayrıldılar.
Azap, Mahmut Ali, Özlem Müfettiş ve Necdet’de ayrılırken, olay yerinde de kimse kalmamıştı.
Adem Baş Komiser arabayı dalgın kullanıyordu. Bir kaç kez yol şeridinin dışına çıkınca, Emniyet Müdürü uyardı.
“Adem, bizi bir yere doldursaydın elin değmişken.”
“Olur mu müdürüm, bakıyorum ben yola…”
“Yok bakma, ne yapacaksın yolu? Uyusaydın biraz.”
“Neler olduğu hakkında, ne düşünüyorsunuz müdürüm?”
“Adem, benimle röportaj mı yapıyorsun oğlum? Ne biçim soru soruyorsun, uyku iyice çökmüş sana, çek sağa gidemeyeceksen, ben sürerim.”
“Kullanıyorum müdürüm sıkıntı yok, sadece aklım iyice karıştı bu işlere.”
“Aslına bakarsan, benimde aklım son derece karışık. Yüzlerce soru var cevapsız. Biz bu davayı çözemeyiz gibi geliyor Adem, kapanır bu dosya. Cinayetler devam ettiği için, iş yapıyor gibi görüntü veriyoruz, cinayetler kesilsin, sonuç alamayacağız ve dosya rafa kalkacak bak görürsün.”
İkisi de sustu. Sessizlik içinde, düşünceli bakışlarla yaklaşıyorlardı evlerine. Azap, Necdet ve Özlem Müfettişte yol boyunca hiçbir şey konuşmadılar. Herkes yorgundu. Necdet’in evinin önüne gelmişlerdi, vedalaşıp ayrıldılar. Azap ve Özlem Müfettişte eve gelmişti.
Saat: 06.55
Azap, Hacer Hanımın hazırladığı odayı gösterip, alt katta olacağını söyleyerek ayrıldı.
11 KASIM 2010 Saat: 11.40
Özlem Müfettiş uyanmıştı. Yataktan kalkmaya gönülsüz, bir süre sağa sola döndü. Kalktı ve alt kata, ofise inen merdivenlerin oraya geldi. Gözlerini ovuşturarak merdivenleri inerken, Azap’ı gördü. Kaloriferin yanına, yere serilmiş yatakta uyuyordu. Son basamakta birkaç dakika durup, uyumasını izledi. Sonra, yanına giderek başucuna oturdu ve sevgi dolu bakışlarla seyretmeye, bir süre daha devam etti. Azap, çok yorgun olduğu ve Özlem Müfettiş sessiz geldiği için duymamıştı. Uzanıp, hafifçe omzuna dokununca, gözlerini açtı. İkisinin de yüzünde, hafif bir tebessüm vardı. Azap, uykusundan yeni uyanmış, saçları yüzünde dağılmış, çok güzel bir kadına bakıyordu. Çocukluğunda babasının, her sabah annesine yaptığı iltifat geldi aklına,“Kadının güzelliği, uykudan uyandığında belli olur,”diyordu. Sonra, her sabah uyandıklarında, eşiyle göz göze bakışmalarını hayal etti. Bunları düşünürken, dikkatle Özlem Müfettişin yüzüne bakıyordu. Saçlarına, dudaklarına, burnuna, gözlerine… Sırasıyla izliyordu.
“Ne düşünüyorsun, daha yeni açtın gözlerini?” dedi Özlem Müfettiş, hafifçe yitti omzundan, ikisi de gülümsüyordu.
“Kimse dokunmasa da, birkaç gün uyusam.”
“Kalk hadi uykucu, bir dünya işimiz var.”
“Saat kaç?”
“On bir kırk.”
“On dakika daha uyuyayım” dedi ve arkasını döndü.
“Bak şunun yaptığına, misafir olan benim, sen kalkmazsan bende uyurum.”
“Sen de uyu biraz.”
“Olur, yukarı çıkmaya gerek yok, zamanı boşa harcamayım.”
Azap’a sırtı dönük, yanı başına uzandı. Azap, büyük bir şaşkınlıkla açtı gözlerini ve duvarda bir noktaya dikti kaldı. Bunu beklemiyordu.
“Çok misafirin olur mu?” diye sordu Özlem Müfettiş.
“Sen benim ilk misafirimsin.”
Cevabını alınca, çok hoşuna gitmişti. Biraz daha geriye doğru giderek, İyice yaklaştırdı kendini Azap’a. Sırt sırta dokunmuşlardı. Gözlerini kapattı Azap, Özlem Müfettişin kokusunu içine çekerken, dönüp sarılmamak için aklıyla savaşıyordu. Telefonunun alarmı çalınca, ikisi de üzüldüler. Bu anın bitmesini istemiyorlardı. Kalkıp, kafeteryaya gitmek için hazırlandılar.
Bir süre sonra, herkesle beraber kafeteryadaydılar. Hacer Hanım’ın hazırladığı masaya geçmişlerdi. O sırada içeri giren bir müşteriye, Hacer hanım’ın, bu günden itibaren bir süre kapalı olacaklarını söylediğini duyunca, Necdet ve Mahmut Ali dışında hepsi merakla bakıştı. Sebebini soran Emniyet Müdürüne, Mahmut Ali’nin isteği olduğunu söyleyen Necdet, Hacer Hanıma seslenerek, gidebileceklerini söyledi. Hacer Hanım, Gizem ve Dağhan vedalaşıp çıktılar.
Yemeklerini yemişlerdi. Necdet masayı toparlarken Özlem Müfettiş yardım ediyordu. Adem Baş Komiser yanın da getirdiği cesetlerin hakkındaki dosyaları düzenlerken, Azap son cesedinde göğsüne çivilenmiş buldukları fotoğrafın bilgilerini bilgisayara yüklüyordu. Emniyet Müdürü, yine son cesedin üzerinde buldukları “Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın tapusu” diye düşündükleri evrakı incelerken, Mahmut Ali ile sohbete koyuldu.
“İlk üç cesette madalyon vardı. Şimdi de tapu bulmaya başladık, sırada ne var acaba?”
“Sona doğru geldik diye düşünüyorum Ercan Bey.”
“Umarım öyle olur. Sahi, neden kafeteryayı kapalı tutma kararını aldınız?”
“Bu iş sonlanana kadar kapalı kalması uygun olur. Son derece tehlikeli insanların gizli dünyalarına giriyoruz Ercan Bey, ne yaşayacağımızı neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. İçerde müşteriler varken her hangi bir sorun yaşanırsa, insanlar zarar görebilir. Hem, kimse zarar görmese bile, buranın sıkıntılı bir yer olduğu düşünülürse, bizim için iyi bir reklam olmaz.”
“Ne deyim Mahmut Ali Bey, çok yerinde bir karar. Bir de medya için böyle bir formül bulsak, beş cinayet oldu hiçbir şey söylemedik, tilki gibi bekliyorlar pusuda. Muhabirlerin iştahı kabarmış, olay yerine yaklaştırmıyoruz diye bize de oldukça kızgınlar, çok sıkıştırmaya başladılar. Ulusal basında kulak kabartıyor, haber değerini bir sezerlerse perişan ederler bizi. Her yerinden düğümlü bir olayla uğraştığımızı kimseye anlatamayız, nasıl olacak bu iş?”
“Endişelenmeyin Ercan Bey, bu gün yarın belli olur ne olduğu, sizin de açıklayacak bir şeyleriniz olur elinizde.”
“Endişelenmiyorum Mahmut Ali Bey, öyle bir meraktayım ki sormayın.”
Adem Baş Komiserin telefonu çaldı. Görüşmesinde kafeteryanın adresini verince, sohbeti bölüp O’na dikkat kesildiler. Görüşmesi bitince, ne olduğu merakıyla bakan Emniyet Müdürü ve Mahmut Ali’ye dönüp;
“Komiser bir arkadaşla, mali hesabımız vardı aramızda. Emanet teslim edecekmiş” dedi.
Necdet ve Özlem Müfettiş çayları hazırlamışlardı. Her zamanki gibi, köşeli masadaki yerlerini aldılar. Adem Baş Komiser, son ceset hakkındaki dosyayı açtı ve bilgi vermeye başladı;
“Hilmi Gümüşcan, Gümüşcan yapı isimli büyük bir inşaat firmasının sahibi. Aslında firmanın büyük sermayeli olduğunu, araştırdığımızda öğrendik. Reklamlardan tanıdığımız birçok inşaat firmasından, onlarca kat daha fazla bir sermayeye sahipler ve yirmiye yakın inşaat firmasını finanse ediyorlar. Fakat dışarıdan bakıldığında belli olmuyor. Daha öncede belirlediğimiz gibi, İstanbul, Ankara ve Bolu’da toplu konut inşa ediyorlar.”
“Ne biçim bir para varmış bu adamlarda, ortakları falan yok mu Adem, bu kadar parayı bir kişimi yönetiyor. Kaç yıllık firma, ne zaman ulaşmışlar bu sermayeye?”
“Hilmi Gümüşcan’ın ortağı yok, vergi borcu yok, sabıkası yok, park cezası bile yok, otuz yıllık bir firma, yaklaşık yirmi yıldır da büyük işler yapıyorlarmış.”
“Kimi görevlendirdin kardeşim, ne biçim araştırmışlar? Her yerine çivi çakılarak öldürülmüş bir adamın, bir yerde sıkıntısı vardır.”
“Üç tane memur arkadaşı görevlendirdik müdürüm. Sabah görevlendirdik, öğlende sonuç aldık. Kayıtlı bilgileri araştırdılar, kayıt dışı bir şey bulmamız zaman alır.”
“Aman adamlarına laf söyletme.”
Ercan Bey yine köpürmüştü. Özlem Müfettiş gülümseyince, bu seferde ona çıkıştı.
“Özlem hanım, ben ne zaman sinirlensem sen gülüyorsun.”
“Sinirli bir adamsınız ama çok tatlısınız müdürüm.”
“Yok yahu, hanımda hep söyler.”
Hepsi gülüştüler, Ercan Bey hemen yatışmıştı. Özlem Müfettiş devam etti sözlerine;
“Bolu Abantlıydı bu adam, öyle değil mi?”
“Evet” dedi Adem Baş Komiser.
Özlem Müfettiş sözlerine devam etti;
“Ankara, Bolu ve İstanbul. Her ne araştırıyorsak bu üç şehrin içinde, başka şehirlerde vardır mutlaka ama Yeryüzü Krallığı Tarikatının idari mekanizması, bu üç şehirden yönetiliyor. Bir önceki ceset, Cenk Alaaddin Güryayla bir hafta önce, Bolu’ya gidiyorum diye ayrılmış Antalya’dan. Son ceset Bolu Abantlı, ilk üç cesedin üzerinden çıkan kredi kartı harcamalarından, Bolu’da bir yerlerde bir hafta kadar kaldıklarını düşünüyoruz.”
“Bu çok iyi bir analiz, Özlem Hanım’a katılıyorum” dedi Mahmut Ali, Adem Baş Komiser söze girerek devam etti;
“Bolu’da toplantı merkezleri var, gözlerden uzak bir yer olmalı. Gizli bir tarikatın üyeleri bir araya geliyor, bunu şehir merkezinde yapmaları zaten saçma olurdu. Sakin, sessiz bir yerleri var, Bolu ormanlık bir şehir, orman içinde bir arazileri, villa gibi bir yerleri olmalı diye düşünüyorum.”
Telefonu çalınca konuşmasını böldü ve cevap verdi. Görüşmesi bitince, Adli tıp uzmanı Bekir Beyin aradığını söyledi. Son iki cesedin midesinden hortumla çektiği gıdaları incelemiş. Balık konservesi ve meyve suyu olduğunu tespit etmiş. Emniyet Müdürü söze girdi;
“Bu beş kişinin de, aynı yerde aynı kişiler tarafından tutulduğuna ve öldürüldüğüne emin olduk. Zaten bildiğimiz şeyler, kafayı yiyeceğim arkadaş, aynı şeylerin etrafında dönüp duruyoruz, sen ne diyeceksin Azap?”
Adem Baş Komiserin telefonu yine çalınca, Emniyet Müdürü sinirlendi.
“Kardeşim, Baş Komiser misin santral memurumu?”
Özlem Müfettiş ve Azap, gülümseyerek bakıştılar. Az önce, Özlem Müfettişten çok tatlı bir adam olduğu iltifatını aldığı için, kendiside gülümsüyordu. Adem Baş Komiserin görüşmesinin bitmesini beklediler. Bilişim suçları biriminden aramışlardı. Son iki cesedin üzerinden çıkan telefonlarda şifreliydi ve şifreleri kırmak için müdahale edildiğinde, bu telefonlarında içi yanarak tamamen erimişti.
“Evet, şimdi daha da emin olduk beş cesedin de bağlantılı olduğundan. Yedikleri aynı, çıkardıkları aynı. Telefonları da aynı. Kardeşim, ne biçim telefon kullanıyor bunlar, ne var içlerinde böyle güvenliğe almışlar da kendileri dışında kimse bakamıyor?” dedi Emniyet Müdürü, sonra Azap’a dönerek, devam etmesini rica etti.
Azap, cesedin göğsüne çivilenmiş fotoğrafın bilgilerini aktarmaya başladı;
“Fotoğraf, Feramuz Elmaseller’in oğlu, Serhan Elmaseller’e ait. Hepimizin anladığı üzere, seksenli ve doksanlı yılların en büyük mafya babalarından biri olan, Elmaseller Madenciliğin de sahibi Feramuz Elmaseller’den bahsediyorum. Hazine arazilerinden, taş ve kömür ocağı işletmek için kiraladığı yüzlerce araziden, tarihi eser çıkartıp yurt dışına kaçırdığıyla ilgili birçok kez suçlanmış, hepsinden temize çıkmıştı.1999 yılında arabasında ölü olarak bulundu. Başından tek kurşunla vurulmuştu.”
“Bunları bilmeyen yok Azap, oğlunu da 1996 da kaçırmışlardı. İyi hatırlıyorum, ne kadar gazete varsa aylarca haber yaptılar. Oğlu hakkında bilgi verene servet ödeyeceğini söylüyordu. Üç dört ay sonra oğlunun ölüsü bulundu. Onun da başına bir el ateş etmişlerdi. Baba oğul kim tarafından neden öldürüldüler bulunamadı.1996 nere, 2010 nere, bu cesedin göğsünde fotoğrafının ne işi var? Bağlantı var mı sen onu söyle.”
“Her hangi bir bağlantı bilmiyoruz müdürüm, Serhan Elmaseller’in suç dosyası oldukça kabarıkmış, malumunuz mafya babasının oğlu, kesinlikle bir bağlantı vardır ama şimdilik bilmiyoruz.”
“Arkadaş, hep şimdilik deyip duruyoruz, sanki daha sonra bir şeyler bulacağız gibi, nasıl bulacaksak. Ne diyorsunuz Mahmut Ali Bey? Toparlayacak olursak, altın harflerle yazılmış bir tapumuz daha var elimizde.1996 yılında öldürülmüş bir mafya üyesinin fotoğrafı, her yerine çivi çakılmış bir de cesedimiz var. En akıllımız sizsiniz, ne dönüyor ortalıkta? Çivi çakılmış deyince, neden çivi çakmışlar bu adamın her yerine, tabi bunu da canlıyken yaptılar değil mi? İşkence yapacaklar ya.”
“Evet Ercan Bey, önce ölmeyecek yerlerine çivi çakmışlar. Acılı bir işkenceden sonra ölmüş. Son iki cesedin el ve ayak bileklerinde, ip kesikleri vardı. İnce ve sağlam bir iple bağlamışlar, Acıdan kurtulmak için zorlayınca, ipler bileklerine oturmuş. Neden çivi çakmışlar diye sorarsanız, anlamak biraz zor ama akla iki ihtimal geliyor, çivi çakılarak öldürülen birinin intikamını almışlar. Ya da, korkutucu olmak istemişler, düşmanı psikolojik olarak korkutmak için vahşice işlenmiş bir cinayet.”
“Arkadaş, elimizde beş cinayet var. Cesetlerin göğüslerine çivilenmiş sekiz fotoğraf daha, etti on üç cinayet. İkinci ve üçüncü cesetlerin kimliği sahteydi. Gerçek kimlik sahipleri kayıp, büyük ihtimalle öldürüldüler. Eder on beş cinayet, yine ikinci cesetten ulaştığımız bir kişi daha var, banka görüntüsünde olan, Azap’a da kaza yaptıran kamyon şoförü, kimliği sahteydi. Gerçek kimlik sahibini bu dünyadan göçtü sayabiliriz, alın size on altı cinayet. Tutuklamaktan geçtim, suçlayacak bir kişi bile bulamadık.”
“İzin verirseniz, şöyle bir düzenleme yapalım” diyerek söze girdi Özlem Müfettiş.
Adem Baş Komiserin telefonu çalınca, kalkıp kapıya yöneldi ve gelen polisle görüşüp, O’nu yolladı. Saat ikiye geliyordu. Cesetleri teşhis etmeye gelenlerle görüşmeye gitmek için izin istedi. Emniyet Müdürü, ifadelerini bizzat almak istediğini, işleri bitince, gelenleri emniyette bekletmesini söyledi. Bu kısa aranın ardından, Özlem Müfettiş sözlerine kaldığı yerden devam etti;
“Birinci ceset, Mikail Berberoğlu, Berberoğlu Transport adında bir nakliye şirketi var. Şirketi çok büyük değil ama Mikail Berberoğlu inanılmaz zengin bir adam. Kendisi hakkında bilgi edinemiyoruz, tam bir kapalı kutu. Sicilya göçmeni ve öldürüldükten sonra ailesi İtalya’ya taşındı. Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın yöneticilerinden olduğunu düşünüyoruz. İşkence edilerek öldürüldü. Göğsüne çivilenmiş fotoğraflar, baba oğul iki kimyagere ait, benzin ve mazota alternatif bir yakıt geliştirdiklerini ilan ettikten sonra ortadan kaybolmuşlar. Eğer buluşları gerçekse, petrol piyasasını alt üst edeceklerdi. Öldürüldüklerini düşünüyoruz.
İkinci ceset, Mete Evliyahancı, Mikail Berberoğlu’nun koruması, ağır bir askeri eğitim gördüğünü biliyoruz, işkence edilerek öldürüldü. Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın doğrudan üyesi olduğunu düşünüyoruz. Göğsüne çivilenmiş fotoğraf, halkımızı devlete karşı kışkırtmak isteyen, bir birinden alakasız gösterilerde kışkırtma yaptığını belirlediğimiz bir provakatöre ait, İstanbul büyük çöplükte, metal bir varil içerisinde cesedi bulunmuş. Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın dolaylı olarak hizmetinde çalıştığına, yine bunlar tarafından, yüzü eskidiği için öldürüldüğünü düşünüyoruz.
Üçüncü ceset, Mührettin Alabenli, Mikail Berberoğlu’nun şoförü, işkence edilerek öldürüldü. Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın doğrudan üyesi olduğunu düşünüyoruz. Göğsüne çivilenmiş fotoğraf, Ülkesine oynanan oyunlardan, halkını haberdar etmek isteyen bir vatan evladı gazetecimize ait, Türkiye’de altın madenleri ve bunlar üzerindeki yabancı ülkelerin müdahalesini araştırıyordu. Evinin önünde kurşunlanarak şehit edildi.
Dördüncü ceset, Cenk Alaaddin Güryayla, üç tane büyük oteli olan bir turizmci, ünlü ve çok zengin bir adam, Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın hizmetkarlarından olduğunu düşünüyoruz. İşkence edilerek öldürüldü. Göğsüne çivilenmiş fotoğraflar, üç tane çok değerli yüksek mühendisimize ait, Ülkemiz savunma sanayisi açısından son derece önemli bir proje üzerinde çalışırlarken, ne yazık ki peşi peşine intihar ettikleri acı haberi yapıldı. Üçünün de halkına büyük hizmet edecekleri aynı projede çalışmaları, intihar etmek için hiçbir sebeplerinin olmaması, öldürüldükleri şüphelerini kuvvetlendiriyor, kimse ne olduğunu tam olarak araştırmasa da, öldürüldüklerini biliyoruz. Şehit edilmelerinin ardındaki sır perdesi aralanamadı.
Beşinci ceset, Hilmi Gümüşcan, Gümüşcan Yapı isminde, bilinmeyen ama çok yüksek sermayeli bir inşaat firmasının sahibi. Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın hizmetkarlarından olduğunu düşünüyoruz, işkence edilerek öldürüldü. Göğsüne çivilenmiş fotoğraf, 1999 yılında öldürülen büyük mafya babalarından birinin,1996’da öldürülen oğluna ait, baba oğul ikisi de başından vurularak öldürülmüştü ve failleri bulunamadı. Elmaseller Madenciliğin sahibi olan bu mafya ailesi, hazine arazilerinden taş ve kömür ocağı işletmek için kiraladıkları arazilerde, tarihi eser çıkartıp yurt dışına kaçırmakla birçok kez suçlanmışlar ama hepsinden aklanmışlardı.”
Necdet söze girerek;
“Özlem Müfettiş konuşurken, şimdi internetten kısaca bir göz attım da, Elmaseller madencilik, nerede tarihi yerleşim yeri var, taş ve kömür ocağı için orayı kiralamışlar. Tarihi eser kaçakçılığı yaptığı çok açık, tabi nüfuzlu olduğu için, hakkında bir şey yapılamadı.”
Bu kısa bilginin ardından, Özlem Müfettiş devam etti sözlerine;
“İkinci cesedin göğsüne çivilenen provokatörün ve son cesedin göğsünde fotoğrafı olan mafya üyesini saymazsak, birinci üçüncü ve dördüncü cesetlerin göğsündeki fotoğraflarda, üç tane çok değerli yüksek mühendis, çok değerli bir gazetecimiz ve yine çok değerli iki bilim insanımız var, yani cesetlerin üzerinde, iyi ve kötü insanların fotoğrafı bulundu. Hepsinin bir şekilde bağlantısı var, bu fotoğrafları cesetlerin göğsüne koyan katiller bize ne anlatmak istiyorlar?”
Emniyet Müdürü oflayıp pufluyordu. Özlem Müfettişin konuşması bitince, söze girdi;
“Şimdi gizli bir tarikatımız var, bu artık kesinleşti. İsmi de, Yeryüzü Krallığı Tarikatı, öylemi Mahmut Ali bey?”
“Evet, bu tarikatın ismi ve varlığı, bu güne kadar bir efsaneden ibaretti. Cinayetleri işleyenler, akıl karıştırmak için bu ismi kullanmış olabilirler demiştik ama bu uzak bir ihtimal kaldı. Ben, bu tarikatın gerçek olduğuna inanıyorum.”
“Siz inandıktan sonra, ben doğrudur diyorum. Tamam, öldürülenler Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın yöneticisi, üyeleri ve hizmetkârları, iyi de, madem çok gizli ve tehlikeli bir tarikatsa nasıl oluyor da bir bir öldürülüyorlar? Nasıl oluyor da bu kadar savunmasızlar? Başka bir gizli örgütle daha karşı karşıyayız, bunlar da büyük ve güçlü bir yapılanma olmalı, Yeryüzü Krallığı Tarikatı’ndan haberleri var, çözmüşler, kim olduklarını öğrenmişler. Bizim suçlayacak hiç kimseyi bulamadığımızın sebebi bu, iki büyük örgüt kapışmış, arada kalmışız. Cinayetleri ve bizi görenler polis iş başında desin, elimizden başka bir şey gelmiyor. Çünkü bu adamların alayı eğitimli, ne yapacaklarını hepsi çok iyi biliyor. Şimdi asıl soru geliyor Mahmut Ali Bey, Yeryüzü Krallığı Tarikatı üyelerini öldüren diğer örgüt, bunu neden yapıyor, ülke zararına faaliyetlerini durdurmak için mi? Onları ortadan kaldırıp, kendi hâkimiyetlerini kurmak için mi? Yoksa devlet için çalışan bir anti terör gurubu mu var.”
“Devlet için çalışan bir anti terör gurubu olsaydılar, sizi bu göreve vermezlerdi. Devlet için çalışsalar, Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın devlet içindeki adamları onları deşifre ederdi ve bu cinayetler karşılıklı olurdu. Elimizde sadece Yeryüzü Krallığı Tarikatının cesetleri var, demek ki ikinci örgütten devletin gayr-i resmi olarak bile haberi yok. Tespitiniz doğru, ikinci bir örgüt var, Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın millet zararına faaliyetlerine son vermek için bunları öldürüyorlar, eğer onları ortadan kaldırıp kendi hâkimiyetlerini kurmak isteseler, bu cesetler tek tek değil, topluca olurdu elimizde. Böyle bir amaçları yok. Milleti haberdar etmek, böyle yapılanmalara karşı uyanık olmalarını sağlamak istiyorlar. Benim anladığım, devlet hesabına çalışmıyorlar, kendi hesaplarına da çalışmıyorlar, kesinlikle millet hesabına, milletin çıkarı için çalışıyorlar.”
“Bu biraz karışık oldu benim için, ikinci örgüt iyi adamlardan kurulu yani öyle mi? ‘Ey millet! Yeryüzü Krallığı diye bir tarikat var, bakın size zarar vermek için kurulmuş, hadi bunu biz temizleyelim ama biz her zaman olamayız, başka gizli yapılanmalar da çıkacak, onlara karşı hazırlıklı olun, içinize sokmayın’ mı demek oluyor tüm bunlar?”
“Aynen öyle Ercan Bey.”
“İyi de, biz ne yapacağız?”
“Bekleyeceğiz Ercan Bey.”
“Neyi bekleyeceğiz Mahmut Ali Bey? Onu da bilmiyoruz.”
“Final bekleyeceğiz, bu cinayetler sürüp gitmeyecek, bize bir final verecekler. ‘İşte bu yüzden bu vahşi cinayetleri işledik’ diyecekler. Evet, cinayetleri işleyenleri bulamayacağız ama bize ne gösterdiklerinin farkına varmalıyız, çok değerli bir olay var elimizde, yaklaşık olarak iki yüz yıldır gizli kalmış bir örgütü deşifre ettiler. Çok sürmez bu tarikatın her şeyini öğreniriz, o zaman kamuoyuna, medyaya bilgi verebilirsiniz, halkın da bu tarikattan ve tezgâhladıkları oyunlardan haberi olur, çok sürmez Ercan Bey.”
“İyi de, bu cinayetleri araştırma sebebimiz cinayetleri kimin işlediği. Öldürülenlerin suçlu olduklarına dair bir bilgimiz yok, hem iki yüz yıldır çözülememiş bir örgütü nasıl suçlayacağız? Minareyi çalan kılıfını hazırlamıştır. Bunu kamuoyuna açıklasak ne olur, masaldan öte değil, şunu yapmışlar desek, isim versek dava ederler bizi, suçlu biz oluruz Mahmut Ali Bey. Delil yok şahit yok, alay ederler bizimle, cinayeti işleyenleri bulamayınca, cinayete kurban giden masumları suçladılar derler.”
“Cinayet kurban giden asıl masumları gördünüz, cesetlerin göğüslerinde fotoğrafları vardı. Baba oğul kimyager, üç mühendis, Vecip Halefoğlu ve daha nice şehit. Memleket kalkınsın sevdasındayken hayatları alınanlar.”
Mahmut Ali’nin gözleri kanlanmış, ses tonu kalınlaşmıştı. Böyle bir tepki vermesine çok şaşırmışlardı ama hoşlarına da gitmişti. En çok ta, Emniyet Müdürünün hoşuna gitmişti.
“Büyük adamsın Mahmut Ali Bey, bunca zaman ülkeden ayrı kalmışsın ama millet menfaati söz konusu olunca, bu denli hararetli milliyetçiliğin alkışa değer, sizi yürekten kutluyorum. Ne yalan söyleyim, bu Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın gerçekten millete zarar verdiğinden emin olsam, bu davadan çekileceğim, bırakalım da kökünü kazısınlar, benim nazarımda bu büyük bir hizmet.”
Emniyet Müdürünün bu sözlerine, Mahmut Ali’de çok memnun oldu. Ercan Beyin gözlerinin içine bakarken, az önceki öfkesi, dostça bir gülümsemeye dönüştü. Ercan Bey devam etti sözlerine;
“Final bekleyeceğiz’ derken, tam olarak ne söylemek istediniz?”
“Bu olayda başka bir şey var, cinayetleri işleyenler bu tarikatı yok etmek istiyorlar. Yok etmek için, kaçırıp işkenceyle öldürmeye gerek yok, bu bir risktir. Gördükleri yerde kuş gibi avlayabilirler, metrelerce uzaktan öldürebilirler, zaten profösyenel adamlar, ne diye riske girsinler? Kaçırırken, işkence ederken görünme, yakalanma riski var. Bu riskin bir karşılığı, anlamı olmalı, göreceksiniz final bir cinayet işleyecekler ve bizde ne olduğunu anlayacağız, ondan sonra Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın üyesi olarak bildiklerini hızlıca ve gördükleri yerde öldürecekler. Bu soruşturma bizim de sonumuz olmazsa, bu süreci göreceğiz.”
“Aman Mahmut Ali Ağabey, iyi söylemedin” dedi Özlem Müfettiş.
Azap’ın telefonu çaldı. Kayıp Aileleri Dernekleri Genel Başkanı Celal Kanca arıyordu. Azap’ın kendisinden rica ettiği, dinlemeye karşı yazılım yüklü telefonları getirmişti. On’unla buluşmaya gitmek için izin isteyip ayrıldı. Emniyet Müdürü de, cesedi teşhis için gelenlerin ifadesini almaya gidecekti. Mahmut Ali ve Necdet’ten gelmelerini, ifadede bulunmalarını rica etti. Adem Baş Komiseri arayıp, Emniyet Müdürlüğünde olduklarını öğrendikten sonra, Ercan Bey, Mahmut Ali, Özlem Müfettiş ve Necdet birlikte çıktılar.
Saat:16.40
Azap dışında hepsi Emniyet Müdürlüğündeydi. Cesetleri teşhis etmek için, Cenk Alaaddin Güryayla ve Hilmi Gümüşcan’ın oğulları gelmişti. Emniyet Müdürü onları da davet etti ve toplantı odasına geçtiler. Kayıpları için üzgün olduğunu söyleyip, başsağlığı dileyerek söze başlayan Emniyet Müdürü, soruşturmaya katkısı olacak bir şeyler biliyorlarsa söylemelerini rica etti. Bir şey bilmediklerini söylediler ve babalarının hayatları hakkında soru cevapla devam etti konuşmaları. Oğullarının ifadelerinde, babalarının hayatlarında sıra dışı bir şey yoktu. Cesetlerin göğüslerine çivilenmiş fotoğraflar hakkında da bilgileri yoktu. Bu görüşmeden anlaşılan, yine bir yere varılamayacağıydı.
Mahmut Ali, her ikisini de dikkatle dinliyor ve hareketlerini izliyordu. Babalarının bu şekilde öldürülmelerine son derece şaşkın ve üzgündüler fakat son öldürülen Hilmi Gümüşcan’nın oğlu daha metanetli ve sinirliydi. Aslında orada ki herkes, bu kişinin anti sosyal bir yapıda olduğunu, ilk gördüklerinde anlamışlardı. Yine, cesetlerin göğsüne çivilenmiş olarak buldukları, altın harflerle yazılmış fakat hangi alfabenin kullanıldığını bulamadıkları evrakı sordu Emniyet Müdürü. Bu kişinin gerginliği daha da arttı. Yine ne olduğunu bilmediklerini söylediler. Kapı çalındı ve bir memur selam vererek içeri girip, elindeki dosyayı Adem Baş Komisere uzattı.
Adli tıptan gelen kan ve parmak izi sonuçlarıydı. Tapu olduğunu düşündükleri evraklardaki, kanlı parmakla basılarak atılmış imzalarda, parmak izleri ve kan örnekleri cesetlerinkiyle uyuşuyordu. Cesetlerin üzerindeki bu evraklardaki, kan ve parmak izi, kendilerine aitti. Kâğıdın yapısından da kaç yıllık olduğunu, yirmi-otuz yıl arası olarak rapor etmişlerdi.
Emniyet Müdürü, raporları onlara doğru uzatarak;
“Babalarınızın, gizli bir tarikatın üyesi olduklarını düşünüyoruz. Üzerlerinde bulduğumuz bu evraklar, tarikatın üyelik belgesi, bu konuda bir şey biliyorsanız lütfen söyleyin, katilleri bulmamız da büyük katkısı olacak bir bilgi.”
Bilmediklerini söylediler, Emniyet Müdürü sinirlenmeye başlamıştı.
“Nasıl bilmezsiniz kardeşim, ne sorarsak bilmiyorsunuz, bu rapora göre ikinizin de babası yirmi-otuz sene evvel, bu kâğıtların üzerine kendi kanlarıyla parmak basmışlar. Babalarınız arkadaş olmalı, sahi sormadık, siz bir birinizi tanıyor musunuz, babalarınızın arkadaş olup olmadıkları hakkında bilginiz var mı?”
Bir birlerini tanımıyorlardı. Babalarının arkadaş olup olmadıklarını bilmiyorlardı. Emniyet Müdürü devam etti sözlerine,
“Babalarınızın üye olduğu, hizmetkâr olduğu tarikatın ismi, Yeryüzü Krallığı Tarikatı. Ülkenin zararına faaliyet gösteren gizli bir yapılanma olduğunu düşünüyoruz, bu isim tanıdık geliyor mu size?”
Deyince, son öldürülen Hilmi Gümüşcan’ın oğlu bağırarak konuşmaya başladı;
“Neden hep aynı şeyleri soruyorsunuz, arkadaşta ben de bilmediğimizi söyledik, neler saçmalıyorsunuz siz, bu söylediklerinizi nereden uyduruyorsunuz? Babam bir yere üye olsaydı, hem de yirmi-otuz senedir üye olsaydı ben bunu bilirdim. Ticaret odasından başka bir yerde üye kaydı yok adamın, bu tarikatı nereden çıkardınız, ne yazdığını, alfabesini bilmiyoruz dediğiniz bir kâğıdı kim, nasıl okudu da size üyelik belgesi diyorsunuz?”
“Ne yazdığını siz söyleyin o zaman.”
“Ben ne söyleyim, bilmediğimizi söyledik ya, anlayışınız mı kıt Müdür Bey? Neden beni tahrik etmek için üzerime gelen sözler kullanıyorsunuz? Hayal ürünleri sıralayan sizsiniz, gerçekleri araştıracağınıza hayal dünyasına dalmışsınız.”
“Bizde bir şey söylüyorsak, uydurup söylemiyoruz.”
“Bence siz uydurup söylüyorsunuz, bizi bu saçmalıklarla oyalamayın Müdür Bey, babama bunu yapanların derhal bulunmasını istiyorum, nasıl öldürüldüğünü görmediniz mi? Babamın bir suçu var mı diye araştırmanın neresi doğru, suçlu bile olsa, sonuçta öldürüldü. Ortada bir katil var, hem de akla hayale gelmeyecek bir şekilde öldürüldü. Kim yaptı?”
“Kardeşim, neden herkes böyle söylüyor, babanızı tanımasak, ilişkilerini bilmezsek katile nasıl ulaşacağız? Ne demek babamızın suçu var mı diye araştırmanın neresi doğru, çeyrek asırdan fazla zaman verdim ben bu mesleğe, kimseye soracak değilim neyi araştıracağımı, tabii ki araştıracağım. İyi be! Onu araştırma bunu araştırma, Adem Baş Komiserim, bütün öldürülenlerin hayatlarını en ince detaylarına kadar derhal araştırılmasını istiyorum. Ne yapmışlar? Ne zaman nerede yapmışlar? Siz gidebilirsiniz beyler başka sorum yok, Adem Baş Komiser kapıya kadar eşlik etsin size.”
Başka sorum yok derken Mahmut Ali’ye bakmıştı. “Hayır” anlamında başını sallayınca, Adem Baş Komisere gidenlere eşlik etmesi için işaret etti. Onlar çıkınca, Mahmut Ali’ye fikrini sordu. Diğerlerinin düşüncelerinin tam tersine, Cenk Alaaddin Güryayla’nın oğlunun bir şeyler bildiğinden emin olduğunu söyledi. Diğerleri, son maktul Hilmi Gümüşcan’nın oğlunun bir şeyler bildiğinden şüphelenmişlerdi. Emniyet Müdürü neden böyle düşündüğünü sorunca, daha sakin olduğunu ve bu sakinliğinin kasıtlı olduğunu söyledi Mahmut Ali.
“Tahmin ettiğiniz final cinayeti işleseler de, bizde bir şeyler öğrenip polis olduğumuzu anlasak, yoksa varsayımlardan ileri gidemeyeceğiz Mahmut Ali Bey” dedi Emniyet Müdürü.
Azap gelmişti, selamlaştılar. Celal Kanca’nın getirdiği telefonlardan hepsine bir tane verdi. Bu telefonlara dinleme yapılamayacağı gibi, böyle bir müdahale olduğunda, telefonun ekranında yazılı olarak uyarılacaklarını söyleyince;
“Kendine neden almadın Azap” diye sordu Emniyet Müdürü.
“Benin telefonumda dinlemeye karşı yazılım zaten var müdürüm.”
“Yahu nereden buluyorsun böyle şeyleri, sende acayip bir adamsın Azap. Telefonun, saatin, arabanda ne konuştuğunu anlayan bilgisayarın, nasıl dostların var seni de anlamak mümkün değil.”
Yine hepsini gülümsetti bu sözleri.
Saat:18.50
Emniyet Müdürü, bu günlük yapacak işlerinin kalmadığını söyleyerek, yeni bir ceset olmazsa yarına kadar dinlenmeyi teklif etti. Hepsi hayli yorgun oldukları için onaylamışlardı. Adem Baş Komiser ve Özlem Müfettiş masanın üzerindeki dosyaları toparlıyorlardı. Diğerleri de hazırlanırken, kapıyı çalarak bir memur girdi içeri ve az önce yapılan bir ihbarda, Kuveyt Caddesindeki 607 numaralı evde, Yeryüzü Krallığı Tarikatı’nın hizmetkârlarından birinin, duvara çivili cesedi olduğunun bildirildiğini söyledi.
“Ne dersiniz Mahmut Ali Bey, final cinayet bu mu yoksa? Tarikatın adını da vermiş ihbar edenler.”
“Bende öyle düşünüyorum Ercan Bey.”
“Yine haklı çıktınız, bu tarikata fil dedik, tilkinin gücü yetmez dedik ama yeteceğe benziyor, dağ olsalar kazma kürekle biter demiştiniz.”
Hazırlanıp, olay yerine doğru yola çıktılar.
BÖLÜM 7
FİNAL CİNAYET
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.