7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
3459
Okunma
Arnavut kaldırımlı dik yokuştan geçiyorum yine, zaman zaman eski mahallemizi ziyaret ederim ve özlerim. Aynı semtte olmasına rağmen, bizim Selamsız mahallesi başka bir memleket gibidir, memleketin içinde. Bize özel gibi gelirdi bana çocukken. Zaten o yaşlarda kimse farklı dünyalar bilmiyor, görmüyor, doğduğu yerden ibaret zannediyor hayatı ve yaşamı.
Dik yokuşun tam köşesinde kalan eski, derme, çatma, ahşap bir evde yaşıyoruz. Tek odalı, daha o zamanlarda bizim eve elektrik bile gelmemiş, aslında mahallede herkesin evinde elektrik var, televizyon da var. Çizgi film sesleri gelirdi sokaklardan geçerken.
O zamanlarda evlerin önlerine çekinmeden asılırdı çamaşırlar, bazen rüzgarda uçardı bazıları Arnavut kaldırımlı, dar sokaklara yüz üstü düşerdi ıslak çamaşırlar. Bir de çamaşırlar hep ıslak asılırdı, o zamanlarda şimdikilerdeki gibi çamaşır ve kurutma makineleri yoktu tabii. Herkes kovasıyla alır, çamaşırlarını, çıkar evin önüne, titizlikle asardı, beyaz çamaşırların ne kadar beyazladığı tartışılırdı ve muhakkak çocuklar pencerede olurdu.
Mahallemizden geçen turistler vardı, hep fotoğrafımızı çekerlerdi, babam evde olduğunda, biz bahçede isek eğer, izin vermezdi çekmelerine. Meydana indiğimizde de, turistler büyük fotoğraf makineleri ile çekmek istediklerinde muhakkak önümüze geçerdi. En çok kırmızı fırfırlı elbisemi hatırlıyorum. Dizlerime kadar, miniciktim elbisenin içinde. O zamanlardan belliymiş kırmızıyı sevişim. Kırmızı, tokalı ayakkabılarım da vardı, ama içine annem hep beyaz fırfırlı çorap giydirirdi, şimdi düşünüyorum da, hiç uymuyormuş o ayakkabıların içine. Ayaklarım üşümesin…
Küçükken çekildiğim fotoğraflara bakıyorum da, en küçük fotoğrafım yedi yaşındayken. Okuldan istemişlerdi. Fotoğraflar ayna kadar gerçeği yansıtırlar çoğu zaman. Ne kadar da solukmuş eski fotoğraflar. Şimdilerde pırıl pırıl, cam gibi, oldukça güzel fotoğraflar aldı yerini. Ne kadar gerçeği yansıtıyor bu fotoğraflar bilmiyorum. Her şeyin sahteleştiği bir zamanda, herkesin daha iyi rol yapmak için uğraştığı şu dünyada. Fotoğraflara şaşırmamak lazım.
O dik yokuşlu, ahşap evimizin oraya ne zaman gelsem uçan balonum gelir aklıma. Balonun söneceğini ya da kaybolacağını hiç ummadığım yaşlardaydım. Babam bir poşet dolusu balon alırdı bize, şişirip oynardık hep. Ama hiç uçan balonum olmamıştı, dışarı çıkınca görürdüm sadece sahilde çocukların elinde olurdu. Bir gün kardeşimle benimde oldu uçan balonumuz. Hem de pembeli, karışık boyalı, olabildiğince renkli.
Balonlar bizimle yaşar zannediyordum.
Patlatmadıktan sonra ölmezdi balonlar.