- 1254 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ERGUVAN KOKULU KADINLAR
Gerçek bir Moda sevdalısı olan Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’nın vefatına değin yaşamını sürdürdüğü Kadıköy/Moda hakkında söyledikleri insanı bir Kadıköy Masalının içine sürüklüyor bitmesini hiç istemediği…
“Ben İstanbul’un birçok yerinde ikamet ettim. Gezdim, gördüm yaşadım. Ama en çok Kadıköy’ü sevdim. Tabi Kadıköy eskiden bir başka güzeldi. Güzellik sergisiydi; çirkin kadın, çirkin adam, çirkin çocuk yoktu. Ya da biz görmezdik. Kadıköy’e Moda’ya çıktığımız zaman üstümüze başımıza ayrı bir özenirdik. Kadıköy’ün kadınları hep güzel kokardı. Moda’da şık hanımlar gezerken yanlarına yanaşır koklardım. Gerçekten diğer semtlerdeki hanımlara göre daha bir başka kokarlardı. Kadıköy benim için hep farklı bir yer oldu. Kadıköy’ü çok seviyorum. Geçmişte de severdim şimdi de seviyorum. Kadıköy’ü bu kadar güzel yapan bence buradaki yaşamın çeşitliliği, renkliliğidir.”
Onun bu sözlerine karşılık ben de:
Sevgili Hocam; Sizi kucaklayıp “Moda’nın Erguvanları tükenmiş olsa da, Erguvan Kokulu Kadınlarına rastlamak hala mümkün” diyebilmeyi ne çok isterdim…
Şansın insan hayatındaki yeri ve önemi sizce ne kadardır bilmem ama, bence şans yaşamın şekillenmesinde çok büyük rolü olan önemli bir etkendir.
Kuşkusuz gerek yurdumuzda gerekse dünyanın hemen her yanında insanlık alemine büyük yararları hizmetleri ve katkıları olabilecek yeteneğe beceriye ve yaratıcılığa sahip nice kadın bu özelliklerinin farkında bile olamamışlardır yaşamları boyu yaşadıkları coğrafyada ve koşular gereği maalesef. Bu değerli vasıflarını ortaya çıkarabilecek şans ve olanaktan yoksun bir şekilde yaşayıp gidiyorlar sıkışıp kaldıkları köşelerde yazık ki.
Yanı sıra pek çok değerli çalışmalara öncülük etmiş. Anlamlı güzelliklere imza atmış. İnsani ideallere gönül vermiş ve ardında kalıcı eserler bırakmış/bırakmakta olan gizli kahramanların varlığı da ayrı bir gerçek.
İşte tam yeri gelmişken ben de; Kendilerini gözlerden uzak tutmaya çalışmış. Hakkılarında söz edilmesinden pek hoşlanmamış. Topluma emeği yurduna sevgisi ve vefası olan, yürekli onurlu, erdemli ve de başarılı Gizli Kadın Kahramanlarımızı yakın çevremden başlayarak tanıtmak istedim.
Ve bu şanslı kadınları ERGUVAN KOKULU KADINLAR başlığıyla yazı dizisi yapmaya karar verdim.
Kapısını çaldığım Erguvan Kokulu ilk Kadın; ülkemizi dünyanın pek yerinde övünçle temsil etmiş, önemli ödüller almış, aydın çağdaş paylaşımcı ve çok değerli bir seramik sanatçımız.
Sanatsal çalışmalarının yanı sıra sosyal alanda pek çok aktivite eylem ve önemli sorumlulukların da sahibi. Kendisi o denli mütevazı ki konuşturmak zor.
Şık bir çay masasında öyküsünü dinlerken, duvarda siyah-beyaz fotoğraftaki çok güzel bir kadının bakışları beni büyüledi sanki. Ve bu bakışlar, onun "genlerini" kendisinden aldığını söylüyordu bana sanki muzipçe. Aynı anda konunun kadın kahramanını değiştirmek geçti aklımdan. O da bunu onaylayınca…
Görkemli mağrur ve liderlik vasfına sahip Aslan burcunun hakkını verircesine sımsıcak bir yaz günü Göztepe’nin muhteşem konaklarının birinde dünyaya gelir bu güzeller güzeli kız çocuğu. Ateş gurubuna giren bu özel burcun ayrıcalıklı özelliklerini her koşulda ve bir ömür boyu gururla taşımasını bilir.
Anne tarafından dedesi Maliye Nazırı Hüseyin Sabri Üge, babası ise İstanbul’un tanınmış avukatlarındandır.
Beş kardeşin en büyüğü olarak yaşama merhaba! diyen bu çocuk, kendisinden sonra gelen dört kardeşine kıyasla ailesinin içinde bulunduğu koşullar gereği çok daha fazla özen ve ihtimamla yetiştirilir.
Bu saygın ve köklü aile, kızlarının eğitimi-öğrenimi için ellerinden geleni yaparlar. Bir yandan yabancı dil ve piyano dersleri için özel hocalar tutulurken, öte yandan Sainte Pulcherie Fransız Ortaokulu’nda öğrenimini sürdürmesi kararına varılır. Göztepe’de bisiklete binen ilk genç kız olarak tanınan bu zarif naif ve yetenekli kızın tenis ve yüzme aktivitelerindeki başarıları da ayrıca dillerde dolaşmaktadır. Tıpkı ileriki yaşlarında kendisinin de dilinden düşürmeyeceği ve torunlarına bir masal gibi anlatacağı çok sevdiği insanlardan biri olan dadısı Aydede gibi..
Ne oldum dememeli ne olacağım demeli sözü ise işte tam bu noktada yerini buluyor hiç beklenmedik bir şekilde.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesiyle birlikte birçok aile gibi bu aile de çok ciddi maddi sıkıntı içine düşer. Bunun üstüne bir de tarihte büyük İstanbul Yangını diye geçen yangında adliye binasının yanması sonucunda babanın tüm dosyaları da kül olur. Aile artık dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Fakat her görmüş geçirmiş ailesinde olduğu gibi bu aile de, içinde bulundukları bu kötü durumu kimselere pek belli etmek istemezler. Kol kırılır yen içinde kalır görgüsüne terbiyesine ve onuruna yaraşır bir biçimde sürdürürler yaşamlarını. Özellikle yanlarında çalışanlara bu durumu hissettirmemek için ne gerekiyorsa yaparlar. Kendilerini birçok şeyden yoksun bırakırlarken, onların gereksinimlerini ihmal etmemeye çok özen gösterirler. Evdeki antika eşyalar mücevherler ve elde avuçta ne varsa hepsi elden çıkar bir bir. Bundan dolayı da kendisinden sonraki kardeşleri onun yaşadığı koşullarda yaşayamazlar çocukluklarını. Onun aldığı örenimi-eğitimi alamazlar.
Ancak bu güzel kız ileriki zamanlarda kendisi gibi güzel olan kalbinin sıcaklığı ve zenginliğiyle kardeşlerine ve diğer yakınlarına maddi-manevi desteğini üzerlerinden hiç eksik etmez.
Babası hakim olarak devlet memurluğuna geçmeye karar verir. Tayini önce Erzincan’a, daha sonra Tunceli’ye bağlı küçük bir ilçe olan Pülümür’e çıkar. Fakat aile henüz İstanbul’dan çıkmadan; Konaklarda el bebek-gül bebek büyümüş ve tam küçük bir İstanbul hanımefendisi olarak yetişmiş bu yemyeşil gözlü sapsarı saçlı uzun boylu kızın kısmetleri çıkar ardı ardına. Babasının avukat arkadaşları bu ısrarlı taliplerin başını çekmektedirler. Bunlardan biri olan, yaşça kendisinden epeyce büyük ve çok varlıklı bir avukatla babasının arzusu doğrultusunda söz kesilir. Ancak o, bu damat adayına hiç ısınamaz ve kısa süre sonra ayrılır. Ardından dadısı Aydede ve ailesiyle birlikte Pülümür’e doğru yola çıkarlar.
Geçmişleri Osmanlı sarayına dayanan ve İstanbul’un konaklarından çıkıp büyük bir tevekkülle Anadolu’nun ücra bir köşesine göç eden bu soylu ve o ölçüde mütevazı ailenin güzeller güzeli kızına kader ağları nasıl örüyordu onu zaman gösterecekti.
Pülümür’deki tek düze yaşamları ağır tempolu bir film şeridi gibi akıp geçerken, babasının rahatsızlanması üzerine eve hükümet tabibini çağırırlar. Babasının hastalığı sırasında eve sıkça gidip gelen fevkalade yakışıklı bu genç doktora, güzeller güzeli bu kız gönlünü kaptırmakta gecikmez. Gerçek bir İstanbul beyefendisi olan doktor da güzeli İstanbullu kıza tabi…
Anlaşılan o ki bu yıldırım aşka başka türlü bir evlilik şeklini yakıştırmayan çiçeği burnunda aşık gençler, babanın iznini alır almaz yıldırım nikahıyla dünya evine girerler hiç zaman yitirmeden.
Karı-kocanın düğünlerinde şarkılar çalan klarnetçiyle yıllar sonra karşılaştıklarında onu çocuklarına orkestra şefi olarak tanıştırmaları çocuklarının hafızalarında çok hoş bir anı olarak kalacaktır…
Pülümür’ün ardından hükümet tabibi olarak görevini önce Uşak’ta sonra da Susurluk’ta sürdürür. Genç çiftin ilk çocukları Uşak ‘da diğer iki çocukları ise Susurluk’ da dünyaya gelir. Ve bu arada genç doktorun da ihtisas zamanı gelmiştir. İstanbul Bakırköy’de bir akrabalarının konağına taşınırlar ailece. Doktor ihtisasını Bakırköy Akıl Hastanesi’nde ruh ve akıl hastalıkları uzmanı olarak tamamlar. Kısa sürede hastanede gösterdiği özverili çalışma ve gösterdiği başarı dönemin bakanın kulağına kadar gider. Ve kendisinin Elazığ Akıl Hastanesi’ne Başhekim olarak atanmasına karar verilir. Gidiş o gidiş. İki kızları da liseyi bu kentte tamamlarlar. Karı-koca kızlarının üniversite tahsilleri sırasında bile İstanbul’a taşınmazlar. Yetiştikleri İstanbul kültürünün zarafetini inceliğini bu kente de taşırlar olduğu gibi. Genç kadın çocuklarına bisiklete binmeyi ve Hazar Gölü’nde yüzmeyi öğretir. Başta klasik müzik hocaları olmak üzere eğitimleri için hocalar tutulur yine. Anadolu’nun bağrından kopmuş ibret alınası o değerli sözlerin yansımalarını da yine bu ailenin yaşantılarının her karesinde görmek mümkündür. ‘Asil azmaz bal kokmaz.’ ‘Altın yere düşmekle değerinden hiç bir şey yitirmez.’
Bu ailenin bireyleri de her koşula ayak uydurmasını bilecek kadar olgun ve manevi zenginliğin maddi varlığın çok önünde olduğunu yaşantılarının her adımında hissedecek kadar alicenaptırlar.
Sevgili kocası altı aylığına gittiği Elazığ’da tam otuz beş yıl Elazığ Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’nin Başhekimi olarak verdiği sayısız sağlık hizmetleri ve insan yanının olanca güzelliğiyle Elazığ’ı aydınlıklara boğar, insanları sevgiyle kucaklarken. Çok sevgili karısı da dağarcığına doldurduğu türlü çeşit güzellikleri ve becerilerini yüreğiyle birlikte Doğu Anadolu’nun bu kentine götürür ve ateş böceği misali bulunduğu her ortama ışıltılar saçar.
Bu harika insanın Başhekimliği sırasında hastanede yaşanan bir olay bu gün hala internet sayfalarında çok ilginç ve hoş bir anı olarak yer almaktadır.
1960 lı yıllar, Elazığ Akıl Hastanesinden deliler kaçar, Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılır. Kaçan deli sayısı 423 tür.
Hastane görevlileri hemen Başhekim Mutemet YAZICI’ ya koşarlar.
“Doktor bey ne yapalım?”derler.
Mutemet YAZICI “Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin” der.
Başhekim önde birkaç personeli arkasında tren-tren oynayarak Elazığ’ı dolaşır.
Bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olur.
Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...
Ucuz yollu fakat son derece şık ve zevkli giyim kuşamı. Yaratıcılığını kullanarak basit malzemelerden ürettiği dekoratif eşyaları objeleri ve el işlemelerini görmek ve bilgi edinmek için neredeyse tüm Elazığ’lı kadınlar eve akın ederler.
İstanbul’la Elazığ arasında mekik dokuyan genç kadının dünyanın dört bir yanında düzenlenen kongrelere kocasıyla birlikte katılmış, Japonya’dan Hindistan’a kadar görmediği yabancı ülke kalmamıştır.
Başarılı çalışmalarının yanı sıra zarafetini mütevazılığını cömertliğini ve de gözleriyle tenin güzelliğini de annesinden alan bu iki ERGUVAN KOKULU KADIN yazı dizimin ilkini oluşturdu böylece.
YORUMLAR
TÜLİN ÖZTUNÇ
Bu Kadınlar insanlığın gerçek neferleri. Ne varlığa övünen ne yokluğa yerinen. Hiç kimseye sırtını dayamayan hiç bir emeğini paraya tahvil etmeyen gizli kahramanlar.
Sizin gibi değerli bilinçli Kadınların bunu görebilmesi ayrıca takdire değer.
Sevgiyle Kalın.
Tebrikler değerli yazarım, beğenerek okuduğum Erguvan kokulu kadınlar yazı dizinizi kaçırmadan okumak istiyorum.
Akıcı anlatımınız, keyifle okutturuyor yazıyı, selam ve saygılarımla.
TÜLİN ÖZTUNÇ
En zor koşullarda dahi öncelikle başkalarını düşünen insanlık adına kalıcı bir takım şeyler bırakabilenlere ne mutlu. Sessiz. Reklamsız. Gösterişsiz.
Kocaman Sevgiler yolluyorum.
Erguvan ne müthiş bir ağaçtır. Benim de bir öyküm var "Erguvanların Gizemi" isimli.
Anlatımınız, betimlemeleriniz, örnekleriniz etkileyici, okutuyor yazınızı..
Eskiden ne kaldı ki tüketmedik mi hepsini...ama yüreğinde eski günleri yaşatanlar var oldukça hatırlanacaktır eski güzellikler.Kutlarım..sevgiler..
TÜLİN ÖZTUNÇ
Esenlikler dilerim.
.
Evet bir başkadır moda da Erguvan kokulu kadınların arasında dolaşmak bir başka keyif verir modada erguvan kokan kadınlarla çay içmek kim bilir eskiden öyleymiş bir abeyim anlatmıştı tıpkı sizin kaleminiz gibi oysa bende derimki hala erguvan kokan kadınlar var modada bir çay fincanını yudumlarken raslam o güzelim kokuya ,güzel bir seslenişti kelimeler dile gelmişti yazan gönülü yürekten kutlarım sevgilerimle nice Erguvan kokulu kadıların oluşması dilegiyle...........
TÜLİN ÖZTUNÇ
İyi akşamlar.