KARA YUSUF-XIII
..............................
-‘Niye dövmüşler çocuğu? Önemli bi şeyi var mı? Sen neyi oluyon, hemşerim?..’
-Benim emmimin oğlu, dayı.
Cevap veren Hüseyin’dir. Hüseyin başka cevap vermez. Bu sırada tekerlekli sedye gelir. Yusuf şoför mahallinden yavaşça indirilir ve dört beş kişinin yardımıyla sedyeye oturtulur. Hüseyin’de sedyenin yanındadır. Hastaneye girerler. İçeriye sadece sedyenin yanındakilerle Hasan ve Musa girer. Diğerleri hastane avlusunda bekleşirler.
İçeri girer girmez bir doktor karşılar koridorda.
-‘Neyi var hastanın?’
Musa karşılık verir.
-Dövülme Dohdor Bey.
-‘Hemen şuraya alın.’
Sedye ile denilen odaya alınır Yusuf. Doktor hemen gelmez. Üç dört dakika kadar geçer. Geldiğinde arkasından bir polis de girer. Doktor girer girmez odanın boşaltılmasını ister.
-‘Hastanın yakını birisi kalsın. Diğerleri lütfen dışarı çıksınlar.’
Hasan ile Musa kalırlar. Devreye polis girer.
-‘Siz neyi oluyorsunuz?’
-Ben amcasıyım. Bişek Koyünün muhtarıyım. Bu da babası.
-‘Peki. Tamam, anlaşıldı muhtar. Ne oldu bu çocuğa?’
-Dağda domüşler.
Bu arada doktor Yusuf’u soyundurur. Her tarafını muayene eder. Yusuf’un başında kanlar, vücudunda morluklar vardır. Yusuf’a sorular sorar doktor. Doktor elini nereye atsa Yusuf “acıyo” der.
Doktor, polise döner;
-‘Çok acil bir durum yok şu anda. Ama gene de bugün müşahede altına alacağız. Şimdilik kafada iki yerde yarılma var; dikiş atacağız. On beş, yirmi dakika sürer. Sonra hasta sizin.’
Yusuf aynı odada kafasındaki yarıklara dikiş atılmak üzere hazırlanır. Saçları tamamen tıraş edilir. Bir başka doktor daha gelir. İki doktor Yusuf’un başında kalırlar. Yanlarında bir bayan hemşire ve bir de erkek hasta bakıcı vardır. Bütün araç gereç hazırdır. Babası Hasan ile amcası Musa da aynı odada ama gerilerde kapıya yakın duvarın hemen yanında izlerler.
Sonradan gelen doktor, ne olduğunu kısaca tekrar arkadaşından öğrenir. Bunun üzerine hemşireye döner;
-‘Hemşire Hanım hastaya bir ağrı kesici vuralım.’
-‘Peki Efendim.’
Hemşire hızlıca dışarı çıkar ve yan taraftaki odaya girer. Burası tıbbi acil ilaçlar odasıdır. Hemşire iğneyi getirir. Yusuf’a vurulan bu iğne, muayene sırasında vücudunda ağrıların, acıların olduğunu söylemesindendir. Ayrıca kafasına yapılacak olan dikişler için de faydalı olacaktır. İki doktor el birliği ile Yusuf’un kafasına dikişleri atarlar. Yusuf, her atılan dikişte gözlerini yumar, dişlerini sıkar. Arada bir ağzını açar ama ses çıkarmamaya çalışır. Dikme işi biter. Doktorlar hemşireye ve hasta bakıcıya kafasının sarılması için talimat verirler. Doktorlar, odadan dışarı çıkarlarken Musa ile Hasan’a dönerler.
-‘Biriniz bizimle gelin.’
Musa, yavaşça Hasan Ağaya seslenir:
-Hasan Ağa sen burda dur.
Hasan odada kalır. Musa, doktorların arkasından gider. Gün ikindiyle akşam arasıdır. Doktorlar kendi odalarına girerler. Musa da girer. Arkalarından polis gelir. Polis, hastanede görevlidir.
-‘Hah, iyi geldin Memur Bey. Ben de sizi çağırttıracaktım. Bak Memur Bey; bu, hastanın amcası...’
-‘Biliyorum Doktor Bey. Konuştuk biz.’
-‘İyi öyleyse. Hele oturun şöyle. Hasta nasıl Doktor Bey? Ben tutanağımı hazırladım.’
Polis konuşurken hafif bir biçimde başını döndürür, yavaşça Musa’ya bakar. Musa da daha önceden eğmiş durumdaki başını kaldırır.
-‘Bir darp olayı var. Bizim raporumuz bu yönde. Yalnız hastayı en azından on iki saat burda tutacağız. Önemli bir durum yok ama tedbir açısından...’
-‘Ben şimdi hastayla konuşabilir miyim Doktor Bey?’
-‘Bir mahsuru yok. Konuşabilirsiniz?’
-‘Müsaadenizle.’
Polis Yusuf’un ifadesini almak üzere doktorun odasından çıkar. Musa, içerde doktorlarla kalır. Doktorlar Musa ile konuşmaya başlarlar.
-‘Muhtar neredensiniz?’
-Bişek Köyünden.
Doktor, merak ederek sorar.
-‘Neden dövmüşler yeğeninizi muhtar?’
-Bir hafta kadar oldu. Sürümüz var, yani davarımız Doktor Bey. Üç beş koyun kayboldu. Yeğenim çobanlardan şüphelenmiş. Onları gizli gizli takip ediyordu. Koruda iki üç kişi gene çobanın yanına gelmişler; galiba pazarlık yapıyorlarmış. Bu sırada işte bu yeğenim geliyo üstlerine. ‘Siz ne yapıyonuz?’ demiş ve böyle çıkmış olay...
-‘Neyse muhtar, bununla geçmiş olsun! Ha, şu anda çok önemli bir durum yok. Biraz et kesikliği yani ezilmeler olmuş. Önemli olan kafa! O da birkaç saat sonra bizim kontrolümüzde kalırsa düzelir inşallah. Vücudundaki o ezikler, kesiklere gelince bir ay kadar iyi bir dinlenme neticesinde eskisi gibi olur. Endişelenecek bir şey yok.’
-Ben mahkemeye verecem Dohdor Bey.
-Hakkınız var muhtar. O sizin şahsî kararınız...
Diğer doktor araya girerek karşılık verir:
-‘Zaten şu anda hastaneye girmesi, darp olması mahkemeye intikali demektir. Bunu da şu an hastane polisi yapmaktadır. Bizim görevimiz hastayı muayene etmek, iyileştirmek.’
Musa, merak ederek doktorlara raporun nasıl olacağını sorar:
-‘Valla, muhtar biz neyse onu yazarız. Vücudunun yedi sekiz yerinde ezilme, kesilme ve morluklar bile en az beş altı aylık bir rapor almasına nedendir. Kaldı ki hastanın bize göre kafasında da ciddi yaralar vardır. Bu, şu demektir. Bu hasta altı ay ile on iki ay arasında rapor alır. Bu da çok ciddi bir vakıadır, bize göre. Bildiğim kadarıyla mahkemede de bu, çok ciddi bir durum olarak görülür.’
-Sağ olun Dohdor Bey. Her şey için teşekkur ederim. En yahın zamanda sizleri koyüme beklerim.
-‘Kısmetse geliriz muhtar. Tekrar geçmiş olsun.’
-Müsaadenizle. Ben yiğenimin yanına bi varıyım.
-‘Tabi muhtar. Buyurun.’
Musa, elinde şapkası, başı açık, hafif yan dönük biçimde kapıdan yavaşça çıkar. Doğruca Yusuf’un bulunduğu odaya gider. Polis hâlâ Yusuf’un yanındadır. İfadesini almaya devam etmektedir. Elinde bir defter, Yusuf’un söylediklerini yazmaktadır. Arka tarafta sadece babası Hasan vardır. Musa’da içeri girer, ağabeyi Hasan’ın yanında durup izlerler.
-‘Tamam delikanlı. Tekrar geçmiş olsun.’
Polis geriye döndüğünde babası ile amcasını görür. Onlara da seslenir:
-‘Geçmiş olsun! İsterseniz, tutanağı yeniden okuyum. Ben, delikanlının söylediklerini aynen yazdım. Bir yanlışlık ya da eksiklik olmuşsa düzeltiriz, ekleriz.’
Musa, polisten tutanağı okumasını ister.
-Bi zahmet, dinniyelim Memur Bey.
Polis ifade tutanağını okumağa başlar.
TUTANAKTIR
Tarih: 12 Haziran 1959 (Pazar)
Saat: 16.05
Yer : Devlet Hastanesi (acil)
Konu: Yaralanma(darp)
Darpa uğrayanın ismi: Yusuf Gürer
Baba adı: Hasan
Ana adı :Rabia
Doğum yeri: Bişek Köyü-Yozgat
Yaşı :25
İşi: Serbest meslek, çiftçi.
İfadesi: “Davar sürümüz var. Korunun içinde tarlamız var. Sürünün çobanı kardeşimdir. Sürüyü ve kardeşimi yoklamaya, yardım etmeye gitmiştim. Kardeşim on yedi yaşında. Sık sık yanına giderdim. Yine bu sebeple gitmiştim. Kardeşim sürüyü, su içirmek amacıyla pınara götürmüş. Ben de oraya gittim. Yaylacık diyorlar buraya. Pınarın başında isimlerini bilemediğim iki kişi yanıma geldiler. Bizim köyden değillerdi. Geldiklerinde Derbent Köyünden olduklarını söylediler. Önce selâm verdiler. Hal hatır sordular.Ben onlara, “Burada ne yapıyorsunuz?” diye sordum. “Bir de hesap mı soruyon...” deyip birden üzerime çullandılar. Daha başka laflar da söylediler, şu an hatırlayamadım. Giderken küfür de ediyorlardı. Birisi önce arkamdan başıma deynekle vurdu. Ben, dengemi kaybettim. Yere düştüm. Kalkmaya çalıştım. Tekme tokat; nerem denk geldiyse vurdular. Kardeşim sürünün içine girmişti. Uzaktan görmüş olanları. Yanıma geldiğinde adamlar gitmişti. “Ben onları tanıyom, ağa” dedi. Sonra kardeşimi köye saldım. Git, ağama emmime haber ilet. Beni Yozgat’a yetiştirsinler, dedim.
“Yukarıda açık kimliği ile birlikte yazılı olan tüm bilgiler bana aittir. Hiçbir etki altında olmadan, hiç rahatsızlık duymadan, kendi rızamla ve kendi ifadelerimle verilmiştir.
İş bu tutanağı düzenleyen Tasdik ederim.
Görevli polis memuru Yusuf Gürer
Polis, tutanağı okuduktan sonra, önce Yusuf’a döner ve sorar.
-‘Delikanlı, daha söyleyeceğin bir şey var mı? Bu ifaden mahkemeye delil teşkil edecek.’
-Yoh polis abi.
-‘O zaman tutanağı bağlıyorum...’
Polis, tutanağı bağlarken sesli olarak da yazar. Polis memuru Ziyaettin Bey, tutanağı Yusuf’a imza ettirir. Döner, Hasan ile Musa’ya konuşur.
-‘Benim yapacağım bu kadar. Sizlere tekrar geçmiş olsun! Bundan sonrası artık mahkemede görülecektir. Ben şimdi doktorların yanına varacağım. Bu tutanağı onlara da okuyacağım ve imza ettireceğim. Yanımda tanık olmuş olacaklar. Müsaadenizle.’
Hasan ile Musa ikisi birden sanki aynı karşılığı verirler:
-Sağ olun Memur Bey. Elinize sağlık. Eyi tutanak yapmışsınız. Gule gule Memur Bey.
Musa, polis çıkar çıkmaz ağabeyi Hasan’a seslenir:
-Hasan Ağa, şimdi biz dohdorların söylediklerine gore çoh bekliyecik galiba. Ben dışarı çıkıp bizimkilere söyleyim. Onlar gamyonla koye getsinler. Bizi beklemesinler. Biz nasılsa geç gidecez. Hem belli olmaz, belki boon burada da galırıh. Çünkü mahkeme işi var ya! Ben hemi avukat filan ayarlayım. Belediye Reisini gorüyüm...
-Tamam. Öyle yapalım. Sen get, söyle köylülere. Koydekiler de merah etmesinler. . Memmet Efendi koye gadar gotürsün, gelenleri.
Musa dışarı çıkar. Avluda beklemekte olan köylülerin yanına varır. Onlara küçük bir konuşma yapar. Gelenlerin çoğunluğu gençlerdendir.
-Şimdi beni dinneyin! Biz boon burdayıh. Belki gece gelebilirik. Ancah, ben yarına galmah istiyom. Hem polisle hem mahkemeyle işimiz varımış. Dohdorlar da biraz beklememizi istediler. Yusuf’un durumu çok iyi. Endişe edecek heçbi şey yoh. Şimdi siz koye gedin. Koydekiler de merahlanmasınlar.
Bu sırada Hüseyin araya girer.
-Musa Ağa!
-Buyur Hüseyin.
-Tamam, gidelim de; ben Yusuf’u bi gormek istiyom.
Hüseyin’in bu isteği üzerine diğerleri de görmek istediklerini söylerler. Musa, bir an duygulanır. Birkaç saniye duraklar, konuşamaz. Sonra kendini toparlar ve karşılık verir.
-Yahu, niye böyle ediyonuz? Merah edecek bi şey yoh ki. O zaman hepiniz gelmeyin de, içerden gızıyolar. İki kişi gelsin, gorsün bari!..
Hüseyin bu sırada sağır ve dilsiz olan Özdemir’in kolundadır. Hemen tutarak Özdemir’le birlikte hızlıca kapıya yönelirler. Başka gelen olmaz. Diğerleri beklerler. Birkaç dakika sonra Hüseyin’le Özdemir çıkarlar. Özdemir’in yüzünde gülücükler vardır. Kendine has diliyle ‘iyi’ olduğunu anlatmaya çalışır. Arkasından da Hüseyin, Özdemir’in anlatımını destekleyerek herkese Yusuf’un çok iyi olduğunu söyler. Bunun üzerine şoför Mehmet Efendi yüksek sesle seslenir:
-Hadin arkadaşlar! Binin bahalım gamyona. Musa Kâ, tekrar geçmiş olsun gardaş. Bir diyecan var mı? Hadi size golay gelsin...
-Çok çok sağ ol Memmet Gardaş. Allah senden razı olsun. Sen bizimkileri koye kadar gotür bi zahmet. Salı gunü gorüşürük inşallah!
-Sen merah etme Musa Kâ. Gorüşürük Salı gunü. Hadi eyvallah!
-Hadin gule gule...
Bu arada Musa, kamyonun kasasına binmekte olan Hüseyin’e yavaşça seslenir.
-Bah Hüseyin, koye vardığında bizimkilerin yanına var hemen. Önemli bi şey olmadığını anlat. Tamam mı?
-Tamam, Musa Ağa. Mahir Abılama da, İrebiye Bacıma da annatırım.
Kamyon tam hareket etmek üzereyken Musa, şoför Mehmet’e işaret eder ve yanına yaklaşır. Cebinden bir miktar para çıkarır, uzatır.
-Şunu al, Memmet.
-Bu ne Musa Kâ?.. Ayıp oluyo valla. Ben sana verecek zaman...
Musa, usulca Mehmet Efendiye seslenir ve ısrarla elindeki parayı uzatır.
-Çarşıdan bi şeyler alın, beraberce yeyin. Tamam mı? Sen abilik yap bunlara işte.
-Haa! Öyle desene canım! Şimdi oldu gardaş. Tamam, sen heç merah etme Musa Kâ. Ben gamyonu ‘hal’in yanlarında bi yere durdururum. Bi şeyler alır yediririm herkese. Hadi, Allahaısmarladık!
-Hadi gule gule. Yolunuz açık olsun!
Kamyon hastanenin avlusundan ağır ağır çıkarken, Musa da aynı şekilde hastanenin içine doğru ilerler.
Yusuf, moral olarak biraz düzelmiştir. Ağrıları için iğne vurulmuştur. Babası Hasan yanından hiç ayrılmaz. Yusuf’un yattığı yatağın üstüne ara sıra gelir oturur. Yusuf, odanın içi de sakinleşince başını yastığın üstüne attığı gibi uyuyuverir. Vücudu en sonunda bütün olaylara ve olanlara direnemez. Hasan, bir asker gibi sessiz bir biçimde kâh odanın içinde, kâh koridora çıkarak ileri geri yürür durur. Musa, bu sırada şehrin içine gitmiştir. Yusuf’un odasına hastane personelinden olanlar istedikleri gibi girer çıkarlar. Hasan, bazılarına oğlunun uyuduğunu hatırlatır. Bunun üzerine kimi karşılık vermez. Kimileri de karşılık verir. Hatta bazısı sert üslûp kullanır.
-‘Bir şey olmaz! Hem uyuması iyi değildir!’
-Doktor Bey, ‘dinlensin’ dedi.
-‘Tamam, dinlensin demiş ama uyusun dememiş ki canım! Ben de Doktorum, Beyefendi.’
Hasan, ‘Ben de doktorum’ deyince susar ve bir daha kimseye karşılık vermez. Bu doktor, Yusuf’u muayene eden doktorlardan değildir. Ama gelir gelmez Yusuf’u uyandırır. Yusuf, oturumunun üstüne gelir. Doktorun yanında bir de hemşire vardır. Hiçbir şey sormadan Yusuf’un elini tutar çeker. Nabzını kontrol eder. Sonra kulağındaki aletle kalbini dinler.
-‘Başın ağrıyor mu?’
-Yoh, ağrımıyo.
-‘Çok iyi. Bir saat sonra bir iğne daha yapalım. Ondan sonra izin veririz. Tamam mı?’
Yusuf, yarı uykulu bir durumdadır. Uyku ağır basmıştır. Hiç seslenemez. Babası Hasan, Yusuf’un yerine cevap verir.
-Tamam Dohdur Bey!..
-‘Şimdi uyuyabilirsin.’
Doktor bir saat sonra ‘gidebilirsiniz’ demişti. Hasan, yeleğinin cebinden köstekli saatini çıkarır. O ana kadar saate bile bakmak aklına gelmemişti. Saatin kapağını açar, ağzına yanaştırır ve uflar. Koluyla camın üzerini siler. Dikkatlice bakar.
-‘Saat sekiz mi olmuş?.. Yasdı olmuş nerdeyse! Musa n’aptı aceba?!...
Yusuf’a bakar; çoktan gözlerini yummuştur bile. Hasan, başını yavaşça sallar. Sessiz bir şekilde yine koridora çıkar. Bir gözü hastanenin dış kapısında. Kardeşi Musa’dadır. Kendi kendine teselli verir Hasan. Yüzüne yavaş yavaş gülümseme gelir.
-Allah’a çok şukür!.. Bi şeyi yomuş Yusuf’umun ya!.. Allah ırazı ossun dohdurlardan. Bi saat sona gidecamişik. Eyi... Bu gadar ossun canım...
Hasan, başını sallar durur. İçinden bir şeyler konuşur sanki koridorda gezerken. O kadar dalmıştır ki arkadan, önden gelenlere dikkat etmez. Koridorun tam ortasından ağır ağır yürürken bir hemşire elinde araç gereçler karşısında duruverir.
-‘Amcaa!..’
Hasan, birden irkilir ve atik bir şekilde kenara çekiliverir. Hemşire gülümser. Bu, Yusuf’un biraz önce yanına gelen hemşiredir. Durduğu yerde Hasan’a seslenir.
-‘Oğlunuzun durumu çok iyi. Düşünmeyin derin derin. Çok fakir fukara var memlekette. Sadakasını verirsiniz amca!..’
Hemşire söyler geçer. Hemşire belli ki inançlı birisidir. Fakir fukaradan söz etmesi, yardım etme düşüncesi... Hasan, hemen not eder kafasına hemşirenin bu düşüncelerini.
-‘He ya! Sadahalık iş, canım! Doğru söylüyo Hemşire Hhanım. Koye varır varmaz bi goyun kesmeli Allah’ın izniyle. Fakir fuharaya yedirmeli. Kesecam goyunu varır varmaz. Söz Hemşire Hanım!..’
Hasan, kendi kendine konuşur ve gıyabında Hemşire Hanıma ve Allah’a söz verir. Hasan, rahatlamıştır iyice. Bundan kolay ne var onun için. Yusuf için bir koyun değil bütün sürüyü fedâ eder Hasan. Bu duygularla Yusuf’un odasına sessizce girer. Yusuf uyumaktadır. Oturacak bir iskemle bile yoktur. Bir an Yusuf’un yatağının kenarına oturmayı düşünür, vazgeçer. ‘Ya uyanırsa çocuk...’ der kendi kendine. Kapının ağzına gelir ve omzunu yaslar. Hastanenin dış kapısına doğru bakarak, elleri koynunda öylece ayakta durur. Hastane çok tenhalaşmıştır. Dışarısı karanlıktır. Hasan, ‘Bir köye gitseydik’ diye düşünür. Yusuf’tan başka hiçbir şey ona göre çok önemli değildir. Yusuf iyi olmuştur ya...
Dışarıdan bir araba sesi gelir. Gece vakti bu araba sesi hastanenin içini hareketlendiriverir. Sanki her odadan birer ikişer insan çıkar. Kimi hemşire, kimi doktor, hasta bakıcı ve başkaları... Kapıya doğru yönelirler. Bazıları dışarıya çıkar hızlıca. Bu, mutlaka bir hasta geldiğine işarettir. Onun için görevli personel böyle hareketlenir birden. Fakat gelen hasta değildir. Buna rağmen hareketlilik daha da artar. Belediye Reisi gelmiştir. Doktor ve yanındakiler tanırlar. Tesadüf ya, dışarıda karşılarlar reisi. Yanında Musa’da vardır. Hatta içeri girerken Reisin bir eli Musa’nın omzu üzerindedir.
-Doktor Bey!
-‘Buyurun Başkanım!’
-Yusuf Gürer adında bir hastayı görmeye geldim. Bu, amcası. Benim değerli bir arkadaşım. Muhtardır kendisi. Nerede çocuk? Görebilir miyiz?
-‘Tabi Başkanım. Aha şu oda. Buyurun efendim!’
Hasan, bu sırada kapının ağzındadır hâlâ. Musa’yı ve Başkanı görür görmez kendini toparlar. Kapının dış kısmına geçer ve gelmelerini bekler. Konuşulanları duymuştur. Yanına yaklaşılınca Musa, Başkana seslenir.
-Başkanım, bu benim Hasan Ağamdır. Yusuf’un babası. Hasan Kâ derler kendisine.
-Öyle mi? Senin abin oluyo Hasan Kâ. Selâmünaleyküm Hasan Kâ. Geçmiş olsun. Sen nasılsın? İyi misin?
-Allah razı olsun Reis Bey. Çok sağ olun. Eyiyik Allah’a çok şükür.
-Hadi girelim bakalım.
Yusuf hâlâ uyumaktadır. Doktor, Yusuf’un yanına varır ve uyandırır. Yusuf ağır bir şekilde doğrulur. Gözlerini ovuşturarak oturur yatağın üstüne. Karşısında bir kalabalık görünce önce şaşırır, sonra gülümser anlamsız anlamsız. Onun gülümsemesiyle birlikte doktor da gülümser ve Yusuf’a seslenir:
-Evet delikanlı, çok uyudun canım! Artık evinde uyuyabilirsin.
Yusuf, anlamaz bir biçimde bakar durur öylece. Hiç karşılık vermez doktorun söylediklerine. Bu arada Belediye Başkanı Salim Bey konuşur.
-Yiğenim geçmiş olsun! Nasılsın? İyi misin?
-Eyiyim. Sağ olun, efendim.
Yusuf, tanıyamamıştır. Halbuki daha önceleri, bir kere görmüştür. Ama unutmuştur. Aradan yıllar geçmiştir.
-Çocuk, çıkıyor mu dediniz Doktor Bey?
-Evet efendim! Çocuğun öyle hayatî bir durumu yok. Gereken yapılmıştır. Bol bol dinlenecek. İki üç ay kadar iş görmeyecek. Kendine iyi bakacak. Perhiz filan yok. Çıkabilir şimdi.
-Çok iyi! Hadi geçmiş olsun hepinize. O zaman hazırlayın delikanlıyı, beraberce gidelim Musa Kâ.
-Biz gerekli evrakları tamamladık. Bir proplemimiz yok. Siz hastayı giydirebilirsiniz. Geçmiş olsun!
Doktor odadan çıkar. Yusuf, ayaklarını yatağın üstünden aşağı indirir. Babasının da yardımıyla elbisesini giyer. Ayağa kalkar, gülümser. Gülümsemesi herkesi sevindirir. Musa hemen sorar.
-Nasılsın Yusuf?
-Eyiyim emmi. Başımın ağrısı yoh gaylin. Az sırtım ağrıyo. Doktor, ‘Eziklik olmuş bikaç gun sona geçer’ dedi.
-Hadi hazırsak gidelim Musa Kâ.
-Gidelim Başkanım.
Bu sırada Yusuf, durur ve babasına usulca seslenir.
-Ağa!..
-Ne diyon Yusuf?
-Ağa, dohdur şey demişti ya...
-Ne demişti?
-Şey, ağa! Sona ‘bi inne daha vuracaz’ mı ne demişti.
Musa, Yusuf’un bir şeyler konuştuğunu anlar. Döner ve seslenir:
-Ne ki?.. Bi şey mi var Yusuf?
Araya Hasan girer ve karşılık verir.
-Sen gelmeden önce dohtur; ‘Getmeden bi inne daha yapalım’ demiş. Yusuf onu diyo.
-Tamam. Ben varıp hatırlatıyım. Siz bi dakka durun.
Doktor aynı koridorda bir başka odadadır. Musa tez gider gelir.
-Artıh gerek yomuş inniye. Hadin gediyoh.
Belediye Başkanı Salim Bey önde, yanında Muhtar Musa, arkalarında Yusuf ile Hasan dışarı çıkarlar. Kapıdan çıkarken, içeriden hızlıca doktor da gelir ve Başkanı uğurlar. Avluda yeşil boyalı yüksek kasalı bir cip beklemektedir. Başkan bununla gelmiştir. Şimdi de bununla gideceklerdir. Herkes önce Yusuf’un binmesini bekler. Sonra kendileri binerler. Şoför yaşlı birisidir. Başkan şoföre seslenir:
-Evet Ahmet Abi, sür bakalım.
-Emrin olur Reis.
Şoför hareket eder. Aşağıda doktor, başkana ve başkan da doktora el sallarlar.
-Geçmiş olsun ağalar.
Musa ve Hasan ikisi de karşılık verir.
-‘Sağ ol Ahmet Abi.’
-‘Allah razı olsun Ahmet Ağa.’
Şoför, usulca önde oturan başkana seslenir:
-Neriye gidiyoh Reis?
Başkan, bunun üzerine yanında oturan Musa’ya döner ve karşılık verir.
-Hükûmet Binasına...Öyle değil mi muhtar?
-Öyle Salim Bey! Savcı Beye söz verdik ya. ‘Hastaneden çıkıncah gelirik’ dedik.
-Annaşıldı efendiler...
Cip, Valiliğin önünde durur. Cipten inerler. Hep birlikte içeri girerler. Kapıda nöbetçi olduğu her halinden belli olan bir polis Başkanı görünce hiçbir şey sormaz. Hatta bir de selâm verir Başkana. Başkan da polise karşılık verir.
-Savcılığa çıkıyoruz...
Nezaket icâbı Başkan, polis memuru sormadan, ne amaçla geldiklerini söyler.
-İyi nöbetler!
-Sağ ol Başkanım! Size de iyi geceler Efendim. Savcı Bey yerinde Başkanım.
-Öyle mi? Çok iyi.
Vilâyetin bütün birimleri aynı binanın içindedir. Taş merdivenleri çıkarlar ve ikinci kata gelince binanın sol tarafına doğru yönelirler. Bir hizmetli koridorda beklemektedir. Savcının odasına gelindiğinde yine bir başka polis memuru dışarıda karşılar.
-Hayırdır Başkanım!
-Hayır, hayır! Savcı Bey içerdeler mi?
-İçerdeler. Ben kendilerine bir haber vereyim. Müsaadenizle...
-Tamam.
Polis, kapıyı yarı aralık bırakarak içeri girer. Usulca savcıya seslenir. Polis memuru dışarı çıkar çıkmaz gülümser.
-Buyurun Başkanım. Savcı Bey bekliyorlar.
-Öyle mi?..
Savcı Bey, koltuğundan kalkarak ayakta karşılar.
-Hoş geldiniz Reis Bey! Buyurun oturun şöyle.
-Hoş bulduk Savcı Bey. Nasılsınız?
-Teşekkür ederim Başkanım. Gördüğünüz gibi. Siz nasılsınız?
-Ben de iyiyim. Sağ olun.
-Ee, Başkanım! Gece gece...
-Belli, yoğun çalıştığınız Savcı Bey. Dövülen bir gençten bahsetmiştik ya...
-Ha, evet. Hatırladım.
-Burada genç.
-Öyle mi? Gelsin bi göreyim.
Savcı Bey, hafif aralık olan kapıya doğru seslenir:
-Memur Bey!..
İçeri görevli polis memuru girer.
-Buyurun Efendim!
-Dışarıdaki konuğumuzu buraya alıver.
-Babası ve amcası da yanındalar Efendim.
Başkan Salim Bey araya girer.
-Bişek Köyü muhtarıdır gencin amcası. Beraber gelmiştik yanınıza...
-Tamam. Onlar da gelsinler.
Görevli Polis; Hasan, Musa ve Yusuf’u da içeri alır. İçerde hepsinin oturmasına yetecek kadar koltuk vardır. Savcı, oturmalarını rica eder. Otururlar. Savcı hemen Yusuf’a döner ve önce durumunu sorar. Halını hatırını sorar. Sonra masanın üzerindeki sümenin arasından bir evrak çıkarır. Okumaya başlar. Bu, hastanedeki polis memurunun tuttuğu tutanağın aynısıdır. Savcı okuyup bitirir. Yusuf’a döner ve sorar:
-Bu okuduğum bilgiler ve ifadeler sana mı ait?
-Evet.
-Peki. (Tutanağın üzerindeki imzayı işaret parmağı ile gösterir) Bu imza da sana mı ait?
-Evet.
-Şimdi, tekrar soruyorum. Bu ifadeyi aynen kabul ediyor musun?
-Ediyom.
-Tamam o zaman delikanlı. Sen dışarı çık.
Savcı, Yusuf çıkınca konuşmasına devam eder.
-Ben, hastaneyle sürekli irtibattaydım. Doktorlardan gerekli bilgiyi alıyordum. Bana da önemli bir sağlık durumu olmadığını söylediler. Ama bu, tabi ki soruşturma kovuşturma yapılamayacak anlamında değildir. Gereken yapılmıştır ve bundan sonra da bu olay mahkeme kararı ile sonuçlandırılacaktır. Ben, şu aşamada Jandarmaya hemen talimat verdim. Şu anda bana verilen isimler jandarma tarafından aranmaktadır. Yakalandıklarında mahkemeye çıkarılacaklardır. Sizlere de haber verilecektir. Benim sizden isteğim herkes normal yaşantısına ve görevine devam etsin. Herhangi bir taşkınlığa filan meydan vermeyelim. Kanun herkesin cezasını mutlaka verir.
-Evet, muhtar. Savcı Beyi dinledik. Artık iş mahkemeye kalmıştır. Çok teşekkür ederiz Savcı Bey. Sizi gece gece rahatsız ettik.
-Rica ederim Başkanım. Görevimiz bu. Devletimizin işi biliyorsunuz, gece gündüz demeden yürümelidir. Biz de onu için buradayız.
Başkan ayağa kalkar ve arkasından da Musa ile Hasan da kalkar.
-Bize müsaade Savcı Bey. Her şey için çok teşekkürler. Gene kahve içmeye beklerim.
-Tamam, söz. Gelirim Başkanım.
Elini uzatır Başkan. Savcı koltuğundan kalkmış vaziyettedir.
-Sizi uğurlayım Başkanım.
-Zahmet etmeyin Savcı Bey!
-Aman efendim zahmet mi olur? Şereftir bizim için.
Odadan dışarı çıkarlar. Önce Başkan, sonra Musa ve Hasan, Savcı Beyle tokalaşırlar. Birbirlerine ‘iyi geceler’ dileyerek ayrılırlar.
Vilayet Konağından dışarı çıktıklarında, hemen ileride yeşil cip görünür. Musa, vilayetin dış merdivenlerini iner inmez Belediye Başkanı Salim Bey’e seslenir:
-Reisim! Biz, böylece koyümüze gidelim. Size nasıl teşekkür etsek azdır.
-Şimdi mi?.. Vasıtanız var mı?
Musa, cipi gösterir ve gülümser.
-Bizi atsa koye...
-Bizim Ahmet Abi mi?... Tamam. Gel, bi söyliyelim canım!
Ağır adımlarla yürürler. Cipin yanına varırılar. Şoför Ahmet Efendi direksiyonun başında oturmaktadır. Başkan, dolanır yanına varır. Şoför hemen kapıyı açar ve karşılar.
-Buyur Reis Beyim.
-Ahmet Abi işin var mı?
-Valla, biraz daha bekleyip eve getmeyi düşünüyodum Reis. Buyur, bi emrin mi var?
-Estağfurullah Abi. Köye gider misin?
-Benim işim koylerinen Reisim. Hayırdır hemi...
-Muhtarımı götüreceksin.
Ahmet Efendi şöyle bir dönüp bakar yan tarafına. Hemen hatırlar ve tanır. Bunlar, hastaneden getirdiği adamlardır.
-Bizim Bişek Köyünün muhtarı mı? Hay hay Reisim. Vazife gabul ederim.
Ahmet Efendi, Başkana saati sorar.
-Saat nerelerde Reisim?
-Saat, onu geçiyo. Geç olduysa seni zorlamıyalım.
-Yok canım! Ben öylesine sordum Reisim. Alışkanlık işte. Hadi binsinler...
-Sağ ol Ahmet Abi. Hadi sana kolay gelsin. Allah işini rast getirsin.
Cipin yanında bekleşen Musa, Hasan ve Yusuf, yanlarına gelen Başkanla ayrı ayrı tokalaşırlar. Başkan Salim Bey, Musa’nın kolundan tutar yavaşça kenara çeker. Eğilerek kulağına bir şeyler söyler. Musa, Başkanın söylediklerine sadece başını sallayarak karşılık verir. Sonra da sesli olarak vedâlaşırlar.
-Heç merah etme Reisim. Her şey için çok teşekkür ederim.
Musa’nın bu lâfı üzerine Hasan ‘da karşılık verir.
-Çok sağ olun Reis Bey. Bir gün hanemize bekleriz.
Salim Bey gülerek Hasan’a karşılık verir:
-Bir gün mü? Her gün olmaz mı Hasan Kâyâ?
-Her gün tabi Reis Bey. Her gün bekleriz sizi valla.
-Ben şaka olsun diye söyledim Hasan Kâyâ. Ben bilmem mi sizleri. Hadi binin siz. Madem niyetlisiniz, fazla gecikmeyin.
Cipe binerler. Ahmet Efendi cipi çalıştırır. Hareket etmeden önce, Başkan tekrar el kaldırır; Ahmet Efendinin yanına gelir.
-Bak Ahmet Abi, istersen köyde kal, sabah gelirsin. Muhtarım seni ağırlar.
-Hele bi varalım koye de, düşünürük Reisim.
-Hadi yolunuz açık olsun!
Gecenin yarısında hiçbir yere uğramadan Bişek Köyüne doğru giderler. Köye geldiklerinde gece bütünüyle her yeri örtmüştür. Haziran ayı olmasına rağmen yıldızlar bile gökyüzünde saklambaç oynuyorlar sanki. Çok yükseklerden, göç eden kuşlar gibi süzülerek ve ağır ağır ilerleyen bulutların arkalarında, bir yanıp, bir sönen yıldızlar...Köyün içindeki evler, karanlığa teslim olmuşlar gibi sessiz sessiz...Işıklar sönmüş. Dikkatli bakıldığında yakınlardan iki ya da üç evin içinden, pencerelerinin sarı sarı parıldadığı görülür. Belli ki bu evlerde daha yatmayanlar vardır. Cip, çatal kapının önünde durur. Cipten inerler. Yusuf’un kafası sarılıdır. Yusuf, çatal kapıdan içeri girer; babasını ve amcasını beklemez. Avluda bir hareketlilik olur. Bu, köpeklerden birinin Yusuf’a doğru havlayarak gelmesiyle başlar. Yusuf, kendisine doğru gelen köpeğe ses vererek durdurur. Köpek gerçekten Yusuf’u ilk gördüğünde tanımamıştır. Ortalık karanlıktır. Hemen kapının ağzında da cipin ‘yabancı sesi’ köpeği hareketlendirmiştir. Hem de Yusuf’un başının sarılı olması, bir an yabancı sanmasına neden olur. Ancak köpek, Yusuf’un sesini tanımıştır. Bu, Yusuf’un çok sevdiği Karabaş’tır.
Evlerden dışarı çıkmaya başlarlar. Yusuf, herkes dışarı çıkıncaya kadar evlerinin gezintisine çıkmıştır bile. Anası ve eşi Hatice dışarıda karşılarlar. Karşıdan, aynı avlunun içinde bulunan amcasının evinden ebesi Mahi Hanım da dışarı çıkar. Yusuf’u görür görmez seslenir.
-Yusuf, sen misin oğlum? Geldiniz mi?
Yusuf, ebesine karşılık vermez ve doğruca içeri girer. Arkasından anası ve eşi de girerler. Mahi Hanım ile amcasının karısı Hanım Bacı da Yusuf’un yanına gelirler. Yusuf’a her gelen bir şeyler sormaya başlar;
-‘Bir şeyin var mı?’
-‘Eyi misin Yusuf?’
-‘Nasılsın Goçum?’
Yusuf herkese ayrı ayrı karşılık vermeye çalışır.
-‘Eyiyim. Bi şeyim yoh. Eyi olmasam doktorlar salar mı?...’
Yusuf, bütün sorulanlara sıkılmadan ve gülümseyerek karşılık verir. Bu sırada merdivenlerden kalabalık erkek sesleri gelir. Belli ki eve geliyorlar. Yusuf’un etrafını sarmış olan kadınlar hemen toparlanırlar ve odadan dışarı çıkarlar. Gelenler yabancılar değildir. Hasan, Musa, Bekçi Arif ve cipin şoförü Ahmet Efendidir. İçeri girerler. Sağdaki odaya geçer otururlar. Yusuf, karşı odadadır. Kendi odasıdır burası. Hasan Ağa, salona çıkar ve hemen yemek hazırlamalarını söyler. Şehirde uzun süre yemek bile yiyememişlerdir. Çok acıktıklarını söylerler.
Yusuf, odasında otururken yanına izin isteyerek Bekçi Arif girer.
-Geçmiş olsun koçum! Eyisin maşallah!
-Sağ ol Arif Ağa. Eyiyim, bi şeyim yok. Başıma, iki yerde yarık varmış, dikiş attılar. İki gün sona sargıyı çıkar, bi şeyin kalmaz dediler.
-Ne yaptıh biliyon mu?
-Ne yaptınız Arif Ağa?
-Derbentlilerin malını, davarını getirdik. Bi de adamlarını yahalasaydıh...Ben biliyodum onlara.yapacağımı...
-Eyi etmişsiniz Arif Ağa!.. Az dur Arif Ağa, az dur... Ben de onların analarını ağlatmazsam...
-Vesel Kâ, bekçisini gondermiş malı davarı versinler deyin. Vermedik tabi. Koylü bile vermek istemedi. Cezasını isterik... Arazimizde yahaladıh... Ziyanımız var, dedik. Bekçileri öylece getti.
-Emmimin haberi var mı Arif Ağa?
-Var. Aşşada gulağına aaldim, ayah üstü söyledim.
-Ne dedi, emmim?
-Ne diyecek? Gulümsedi. ‘ Hele sabah olsun’ dedi.
-Emmim en iyisini bilir Arif Ağa.
-Hadi sen gelmiyon mu?
-Nereye Arif Ağa?
-Ağangilin yanına.
-Yok Arif Ağa. Şu başımdakiynen milletin içinde durmah istemiyom. Sen var Arif Ağa.
-Peki. Hadi geçmiş olsun tekrar, goçum!
-Sağ ol Arif Ağa.
Bir müddet sonra karşı odada bir kıpırdanma olur. Yemek yenmiş şoför Ahmet Ağa gitmek üzere izin istemiştir. Sesler, kapı açılınca rahatça duyulur. Herkes ayağa kalkmış, misafiri uğurlamak üzeredir. Ayakta bile ısrar edilir.
-‘Gal, Ahmet Ağa. Şu gece vakti gitmek olur mu canım!’
-‘Çok geç oldu Ahmet Efendi... Sabaha ne galdı şurda.’
-Çok sağ olun. Valla, ben alışkınım muhtarım. Hasan Ağa, çok çok sağ ol! Şimdi beni dört gozle beklerler. Haber de bırahmadım evdekilere. Merah ederler. Ben çok gece gundüz, yaz kış demeden geldim gettim koylere. Hadin, kalın sağlıcakla! Allahaısmarladık. Her şey için çok teşekkür ederim. Size de tekrar geçmiş olsun!.. Müsaadenizle...
-Peki, ne edelim. Müssade Allah’tan Ahmet Efendi. Galsaydın eyi olurdu...
Hep birlikte şoför Ahmet Efendiyi ana yola kadar uğurlarlar. Musa, cipe binmeden önce Ahmet Efendinin cebine para sokar. Ahmet Efendi hiç seslenmez. Başını sadece ‘Teşekkür ederim. Sağ ol.’ anlamında eğer ve cipine biner. Bir korna çalar ve gider.
Avluda muhtar Musa, Hasan Ağa ve Bekçi Arif bir süre beklerler. Arif, Derbentlilerin mallarını ve koyunlarını hatırlatır. Hepsi de muhtarın ve kardeşinin ahırındadır. Musa ve Hasan merak ederler, ahırlara girerler. Gerçekten bekçiler ve köylüler iş birliği yaparak daha bugünden Derbentlilerin mallarını ve davarlarını getirmişlerdir. Musa bir süre konuşmaz. Ancak ağabeyi Hasan buna çok sevinir.
-Gelsinler de nasıl alacahlarsa alsınlar bahalım...
-Doğru söylüyon Hasan Kâ. Vermiyelim. ‘Biz de davar mal yoh’ diyelim...
**
________ romanın devamı var _________ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.